Erdoğan-DEM görüşmesi ve iktidarın açmazı

Fotoğraf: DEM Parti
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve DEM Parti İmralı heyeti arasında perşembe günü gerçekleştirilen görüşme, özellikle 19 Mart operasyonundan sonra sıkça sorulan Kürt sorununda başlatılan sürecin nasıl devam edeceği sorusunun yanıtı bakımından önem taşıyor. Erdoğan’ın MİT Başkanı İbrahim Kalın ve AKP Genel Başkan Vekili Efkan Ala ile birlikte DEM Parti İmralı heyetini oluşturan Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder ile yaptığı görüşme, 2012’den bu yana Kürt siyasal hareketinin temsilcileriyle yaptığı ilk görüşme olması yönüyle de dikkat çekiyor. Geçtiğimiz yılın eekim ayından bu yana iktidar bloku adına MHP Lideri Bahçeli’nin sözcülüğüne soyunduğu süreçle ilgili en çok sorulan sorulardan biri de “Erdoğan’ın bu sürecin neresinde yer aldığı?” sorusuydu. Bu görüşmeyle Erdoğan ilk kez iktidar adına bu sürecin sorumluluğunu doğrudan üstlenmiş oldu, daha doğrusu üstlenmek zorunda kaldı. Öte yandan iktidarı bu süreci başlatmaya ve devam ettirmeye zorlayan gelişmeleri anlamak bakımından Erdoğan’ın DEM Parti heyetiyle görüşmesini aynı gün gerçekleşen iki olayla birlikte okumak gerekiyor: Azerbaycan’da Türkiye ve İsrail arasında yapılan görüşmeler ve o gün iktidara yönelik eleştirilerle öne çıkan iki gazetecinin daha (Murat Ağırel ve Timur Soykan) gözaltına alınması. Bu iki olay, bu sürecin bölgesel gelişmelerle ve iktidarın iç politik hesaplarıyla ilişkisini ortaya koyuyor.
Bilindiği gibi Bahçeli, Öcalan’ın devreye girmesini isteyen açıklamalarını yaparken asıl olarak bölgedeki gelişmeleri işaret etmişti. Ardından bu gelişmeler karşısında iç cephenin tahkim edilmesini başkanlık rejiminin devam ettirilmesi hedefine bağlamıştı.
Neydi bu bölgesel gelişmeler?
İsrail, Gazze’deki saldırı ve işgalini İran’ın başını çektiği ‘direniş ekseni’ içindeki diğer güçlere de darbe vurarak sürdürmüş ve bölgenin yeniden dizayn edilmesi politikasında öne çıkmıştı. İsrail, bu rolünü Suriye’deki Esad rejiminin devrilmesi sürecindeki etkisi ve ardından Suriye’de gerçekleştirdiği saldırı ve işgallerle yeni bir boyuta taşımıştı.
İsrail’in en büyük destekçisi ABD emperyalizmi de 2014’ten bu yana “IŞİD ile mücadele” adı altında İran’ın bölgesel gücünü kırmayı hedefleyen bir politika izliyor ve bu politika bağlamında Suriye Kürtleriyle de iş birliğini sürdürüyor. ABD’nin kendi bölgesel çıkarları temelinde Kürtlerle sürdürdüğü bu iş birliği, Erdoğan iktidarı ile arasındaki en önemli anlaşmazlık konularından birini oluşturuyor.
Suriye’de yönetimi ele geçiren HTŞ’nin (Heyet Tahrir el Şam) en büyük destekçisi olan Erdoğan iktidarının yeni dönemden ilk beklentisi SDG’nin (Suriye Demokratik Güçleri) ve Rojava’daki Kürt özerk yönetiminin dağıtılmasıydı. Ancak ABD’nin yanı sıra İsrail’in de HTŞ’nin kontrol altında tutulması için Kürtlerle iş birliğinin devamından yana tutum alması, bu beklentiyi önemli oranda boşa düşürdü.
Suriye’de Türkiye ve İsrail arasındaki etki alanları mücadelesi, geçtiğimiz hafta ABD’de yapılan Trump-Netanyahu görüşmesinin de önemli gündem konularından biriydi -ki, Trump bu görüşmede Netanyahu’ya Türkiye ile aralarındaki sorunlar konusunda ‘ara bulucu’ olabileceğini söylemişti. İşte Türkiye ve İsrail arasında Azerbaycan’da gerçekleşen görüşme, öncelikle Trump’ın bu açıklamasının hemen ardından yapılmasıyla dikkat çekiyor. Bu iki gücün doğrudan karşı karşıya gelmeme ve çatışmama yönünde ortaya koydukları tutum, ABD’nin bölgesel çıkarları ekseninde birleşmelerinde somutluk kazanıyor.
Hem ABD ve İsrail’in tutumu ve hem de çatışmaların HTŞ’nin kontrolü kaybetmesine yol açabileceği kaygısı, Erdoğan iktidarını Suriye Kürtlerine yönelik saldırganlık konusunda en azından şimdilik geri adım atmaya zorluyor. SDG’nin belirleyici bileşeni olan PYD ve Türkiye’deki iktidar tarafından ‘makul’ görülen Barzani çizgisindeki partilerin yer aldığı ENKS (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) arasındaki ‘birlik’ görüşmeleri de bu sürecin bir parçasını oluşturuyor. Bu sürecin öbür tarafında ise, PKK’nin tasfiyesine yönelik pazarlıklar yer alıyor. İran’ın kuşatılmasını amaçlayan yeniden dizayn politikası, PKK’nin mevcut haliyle devam edebilmesini oldukça zorlaştırıyor. PKK Lideri Öcalan’ın, yeğeni ve DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan ile yaptığı bayram görüşmesinde güvenlikle ilgili kaygılara rağmen PKK’nin kongre toplaması konusunda ısrarcı olduğunu söylemesini de bu gelişmelerle birlikte okumak gerekiyor.
Kürt hareketinin bileşenleri, Suriye’deki gelişmeleri ve PKK’nin tasfiye edilmesini aynı sürecin iki parçası olarak görüyor. Bu nedenle PKK’nin tasfiye edilmesi sürecini Türkiye’de demokratik siyasete katılımın ve Kürt sorununun çözümünün bir parçası olarak ele almaya çalışıyor. Erdoğan iktidarı ise, ABD emperyalizminin bölge politikasına bağlılık temelinde Suriye’de Kürtlere verilecek kısmi tavizleri ülke içinde “terörsüz Türkiye” adını verdiği bu süreçte kendi ömrünü uzatmak ve bu baskı rejiminin devamının bir dayanağı haline getirmek istiyor.
Sürecin iki tarafının tutum ve beklentileri arasındaki farkı, Erdoğan ile DEM Parti heyeti arasında görüşmeden sonra yapılan açıklamalarda da görüyoruz.
DEM Parti adına yapılan açıklamada “Şiddet ve çatışmanın son bulması, demokratik ve siyasal alanın güçlendirilmesi” umut ve beklentisi ifade edilirken bu görüşmede yer alan AKP Genel Başkan Vekili Efkan Ala, iktidarın beklentisini “Terör örgütünün nisan ayı sonuna kadar kongresini toplayıp bütün unsurlarıyla kendini feshetmesi” biçiminde açıklıyor. Ala, ne operasyonların son bulması ve ne de bu sürecin yasal dayanaklarının oluşturulması konusunda iktidara herhangi bir sorumluluk yüklüyor.
Özellikle halkın ortaya koyduğu güçlü demokratik tepkiler nedeniyle 19 Mart operasyonundan istediğini alamayan Erdoğan’ın DEM Parti heyeti ile görüşmesi, iktidarının iç politikadaki hesapları bakımından bu sürece ne kadar ihtiyaç duyduğunu ortaya koyuyor. CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı İmamoğlu üzerinden yapılan siyasal operasyona karşı milyonların demokratik tepkisinin yükseldiği bir siyasal atmosferde sürece dair beklentiyi canlı tutabilmek ve bu beklenti üzerinden muhalefeti bölmek için Erdoğan doğrudan devreye girmek zorunda kaldı. Erdoğan, DEM Parti heyetiyle görüşürken savcılığın ifadeye çağırdığı Gazeteciler Murat Ağırel ve Timur Soykan’ın evlerine baskın yapılarak gözaltına alınmaları, iktidarın bu politikasının iki yönünü açığa vuruyordu. İktidar, Erdoğan-DEM Parti görüşmesi üzerinden sürece dair beklenti yaratmaya çalışırken Kürt sorununu değil, demokratik muhalefeti çözerek Erdoğan’ın başkanlığını ve bu baskı rejimini kalıcılaştırmak istiyor.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, son yerel seçimlerde ‘kent uzlaşısı’ üzerinden İstanbul’da belediyelere Kürt belediye meclis üyelerinin alınmasını “terörizm” olarak gösterip siyasi operasyonlara gerekçe yapan iktidarın bir demokrasi sorunu olan Kürt sorununu çözemeyeceğini söylerken gerçeğin bu yönüne işaret ediyordu.
Ancak bir yandan kendini bu süreci sürdürmek zorunda hissetmesi ve öte yandan bu süreçte beklenti yaratabilecek adımları atabilecek durumda olmaması (Bu adımların kendi baskı rejimi karşısında demokrasi mücadelesini güçlendireceği kaygısı) iktidarı açmaza da sürüklüyor. Erdoğan’ın 13 yıl aradan sonra Kürt siyasal hareketinin temsilcileriyle doğrudan görüşmek zorunda kalması da bu açmazın bir sonucudur.
Bugün geriye düşmüş olsa da 19 Mart’tan sonra yükselen ve bütün demokrasi güçlerini birleştiren halk hareketi, bu açmaz ve çelişkinin çözümünün nereden geçtiği sorusunun yanıtı bakımından önemli bir deneyim oldu.
Erdoğan’ın niyetinden bağımsız olarak DEM Parti ile gerçekleştirmek zorunda kaldığı görüşme bize demokratik muhalefetin gücünü göstermekle kalmadı; ülkenin demokratikleştirilmesinin ve Kürt sorununun çözümünün iktidardan beklentiyle değil, ancak halk güçlerinin ortak mücadelesiyle mümkün olabileceğini de bir kez daha gösterdi.
Evrensel'i Takip Et