Trump ne yapmaya çalışıyor?

Fotoğraf: Beyaz Saray
Trump’ın uygulamaya koyduğu politikalar, özellikle de geçtiğimiz hafta önce sertleştirip sonrasında yumuşattığı gümrük tarifeleri atağı, bazılarına güç tutkunu yaşlı bir adamın keyfi, düzensiz ve hatta “irrasyonel” hareketler olarak görünebilir. Ancak olan biten bana daha ziyade Shakespeare’in Hamlet oyunundaki ünlü sözü hatırlatıyor: “Though this be madness, yet there is method in't.” Bu deliliğin arkasında bir yöntem var mı? Bu konuda ileride detaylandırmak ve tartışmak üzere bazı notlar düşmekte fayda var.
Şimdiye kadar yapılanlar kadar bunları yaparken Trump’ın kullanmayı tercih ettiği üslup ve tarz da bir anlamda ABD kapitalizminin ve ABD hegemonyasının içinde bulunduğu açmazları ve sorunları yansıtıyor. Trump ve etrafındakilerin politika çerçevesi, takriben 2000’lerin başından bu yana Amerikan politika çevrelerinde tartışılan fikirler üzerine kurulu ve iki önceliği var: Dışarıda ABD tekellerinin ve özellikle de teknoloji tekellerinin güç ve çıkarlarının korunması; içeride de daha fazla deregülasyon ile sosyal harcamaların düşürülmesi ve varlıklı kesimler üzerindeki vergi yükünün azaltılması.
Trump’ın dış ticaret konusunda seçtiği yöntem, ABD’nin küresel bir tüketici olarak edindiği gücü kullanmak, gümrük tarifelerini koz olarak değerlendirmek ve diğer ülkelerle birebir masaya oturup çeşitli konularda tavizler elde etmek şeklinde. Bu ülkelere açık bir mesaj veriliyor: “Dünyanın en büyük pazarına sorunsuz erişime devam etmek istiyorsanız istediklerimizi yerine getirin.” Trump tarifeleri yükselttikten sonra Hazine Bakanı Bessent ile Ticaretten Sorumlu Danışmanı Navarro’nun pazarlıkları yürüteceği anlaşılıyor. Navarro’nun şikayetlerinin başında ABD teknoloji şirketlerini etkileyen düzenlemeler ve vergiler geliyor. Örneğin, AB’den teknoloji şirketlerini düzenleyen dijital piyasalara dair düzenlemelerde ve dijital hizmetler vergisinde geri adım atması bekleniyor. Ya da G. Kore ile masaya oturulduğunda ise ABD’li içerik sağlayıcıları ile platformlara uygulanan ağ vergileri gündeme geliyor. Teknoloji şirketleriyle birlikte ilaç sektörünün talepleri de birçok ülkeyle yapılan pazarlıklarda gündemde yer alacağa benziyor. Yüksek gümrük tarifelerinin uygulanmaması karşılığında istenen şeyler arasında bu ülkelerin daha fazla Amerikan gazı ve daha fazla Amerikan tarım ve hayvancılık ürünleri satın alması da yer alıyor.
Trump’ın serbest ticarete dayalı kurallı uluslararası ekonomik düzeni ortadan kaldırmaya yönelik adımlarında en kritik nokta ise Çin ile süregiden teknolojik rekabet. Çin, ABD hegemonyası altında kendisine biçilen rolün sınırlarını çoktan aşmış durumda. Uzun bir süre ucuz iş gücü ve kirli sanayiler üzerinden küresel pazarlara mal üreten Çin, bugün yapay zeka gibi ileri teknoloji alanlarında dahi ABD ile rekabet edebilir konumda. Zaten dikkat edilirse Çin’le teknoloji alanında yaşanan rekabete ilişkin politikalarda Trump’ın ilk dönemi ile Biden yönetimi arasında bir süreklilik gözlemlenebilir. Tarifeleri Çin dışındaki ülkelere yayma tehdidi ise, daha önce olduğu gibi Çin’in farklı ülkeleri kullanarak bu meselenin etrafından dolanmasını engellemeyi de amaçlıyor.
Trump ve ekibi içeride de dümeni sert bir biçimde kırmış durumda. Öne çıkan ilk unsur, Musk’ın yönetimindeki ekibin kamuda tasarruf ve verimliliği artırma adı altında, silahlanma dışı kamu harcamalarının, özellikle de sosyal harcamaların azaltılması yönünde harekete geçmiş olması. Kamudaki geniş çaplı işten çıkarmalar bunun bir parçası. Sosyal güvenlik sistemi ile zaten oldukça yetersiz olan sağlık programları da hedefe alınmış durumda. Bununla bağlantılı ikinci hedef, şirketler ve varlıklı kesimler üzerindeki vergilerin düşürülmesi. Üçüncü hedef ise ABD’de kalan tüm düzenlemelerin yeniden ele alınması ve birçoğunun tasfiye edilmesi, yani yeni bir deregülasyon hareketi. Bu konuda da teknoloji tekellerinin talepleri öne çıkıyor. Bu taleplerin başında tekel güçlerine dokunulmaması, faaliyet gösterdikleri alanlarda daha fazla yeni düzenleme getirilmemesi ve var olan düzenlemelerin de devre dışı bırakılması var. Özellikle üniversitelere yönelik saldırı, kültürel yanlarının ötesinde, teknoloji tekellerinin dolaylı taleplerinden birisi. ABD’nin iyi üniversitelerinden mezun, nitelikli iş gücüne dayanan teknoloji tekellerinin temsilcileri, buralarda eğitim almış çalışanlarının yeterince “uysal” olmadığından ve hatta fazla radikal olduklarından bir süredir açıkça şikayet etmekteydi.
Trump’ın ekibi ve onu destekleyenlerin yekpare bir bütünlük oluşturduğu ya da amaç, etki ve sonuçları çalışılmış büyük bir ekonomik plan çerçevesinde ilerledikleri söylenemez. Bu süreçte başta Çin olmak üzere diğer ülkelerin yanıtlarının ne olacağını da öngöremeyiz. Dolayısıyla dümdüz ilerleyen bir süreçten ziyade bol sürprizli, bol çalkantılı bir dönemin bizi beklediği söylenebilir. Zaten büyük tarihsel dönüşümler böylesi dönemlerde yaşanan sıçramalarla gerçekleşir. Uzunca bir süredir dünya ekonomisinin ağırlık merkezinin doğuya kayıyor olduğu ve ABD hegemonyasının da aşındığı kabul görmekteydi. Trump yönetiminin ana hattı, dünyada genel olarak ABD sermayesinin çıkarlarını ve teknolojik üstünlüğü korumaya çalışmak ve içeride ABD sanayisini güçlendirirken bölüşüm çubuğunu daha fazla sermaye lehine bükmek olarak beliriyor. Gidişat bu yönde devam ederse, dünya ekonomisini kısa vadede ekonomik büyümede bir yavaşlama ve enflasyonda bir artış bekliyor. Uluslararası finansal sistemdeki dolar hegemonyasına ne olacağı ile küresel üretim zincirlerinin nasıl dönüşebileceği konuları ise ayrı bir tartışmanın konusu.
Evrensel'i Takip Et