13 Nisan 2025

Çözüm süreci hareketlenirken güncel sınırlar

Fotoğraf: DEM Parti

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’den oluşan ‘DEM Parti İmralı heyeti’ ile 10 Nisan Perşembe günü görüştü. Araya giren 19 Mart operasyonu ve Ramazan Bayramı nedeniyle geciken görüşmenin gerçekleşmesi, çözüm sürecinde bir hareketlenmenin de işareti sayılıyor. DEM Parti’den yapılan açıklamada görüşmenin “Son derece olumlu, yapıcı, verimli ve geleceğe dair umut verici bir atmosferde” gerçekleştiği belirtildi.

Toplantının hemen öncesinde, pazartesi günü Tülay Hatimoğulları, Abdullah Öcalan’ın çağrısının ardından iktidardan somut bir adım göremediklerini söylemiş, salı günü Tuncer Bakırhan; ‘‘Barışı konuşmaktan uzak durdukça, erteledikçe yetmezmiş gibi İstanbul’da olduğu gibi antidemokratik uygulamalar arttıkça nasıl güven tesis edilecek? Nasıl inanacak Kürtler ve emekçiler” demişti.

DEM Parti’nin Erdoğan ile yapılacak görüşmeye daha geniş bir grupla katılma talebinin reddi ve daha önceki temaslarda yer alan Ahmet Türk’ün rahatsızlığı nedeniyle son görüşmeye katılmayacağı önceden basına yansımıştı. Bu detaylar, Devlet Bahçeli’nin PKK’nin fesih kongresini Malazgirt’te yapması önerisiyle birlikte düşünüldüğünde, Cumhur İttifakının sürecin ilerleyişindeki mutlak egemenliğini görünür kılmaya özen göstermeyi sürdürdüğünü söylemek mümkün.  

Farklı çevrelerden yorumcular, bu görüşme ile Erdoğan’ın süreci sahiplenişinin tescil edildiğini ve bir üst aşamaya geçildiğini, görüşmeye Efkan Ala ve İbrahim Kalın’ın dahil edilişinin konuya ılımlı yaklaşıldığının işareti olduğunu ifade ettiler.

Abdullah Öcalan’ın ‘çağrı metni’ndeki bazı saptamalardan ve Cumhur İttifakının süreci kendi siyasal ömrünü uzatma hedefine bitiştirmesinden doğan kaygılar süreci çok yakından izlemeyi gerektiriyor.

KESK tarafından İstanbul’da düzenlenen III. Barış Konferansına 15 Mart 2025 tarihinde yaptığım ‘barışın çatlak zemini ve güncel sınırları” başlığını taşıyan bir konuşmayla katılmıştım. Konuşmamda sürecin siyasal dinamiklerini değerlendirdiğim ilk bölümünün özetini bu köşede paylaşmıştım. Konuşmamda çözüm sürecini sınırlayabilecek güncel unsurlara ayırdığım ikinci bölümün özetini, perşembe günü yapılan görüşmenin biçimini de akılda tutarak ve her iki yazının birlikte okunmasını dileyerek yayımlamak yerinde görünüyor.

***

Barış arayışını etkileyen yapısal sorunlar yanında güncel ve müzakere tekniğine ilişkin sorunlar da süreci sınırlıyor. Siyasal ve teknik sorunlar olarak kategorize edebileceğimiz bu sınırlamaları şöyle tanımlamak mümkün.

‘Barış’ın Güncel Siyasal Sınırları:

1. “Ya tam teslim olursunuz ya da demir yumruk tepenize iner” söylemi. “Kürt sorunu yoktur”, “Çözüm süreci masamızda yok” diyenlerin ve neredeyse müzakeresiz bir çözüm süreci tarif edenlerin sürecin sınırlarını çiziyor oluşu.

2. İktidarın çözüm sürecinin tek belirleyicisi olmayı ve doğacak siyasal avantajlardan yararlanmayı hedefleyen muhatap tercihleri ve dışta bırakmalar, muhatabını kendinin seçtiğini ilan ederek hem tercih ettiği hem de kenara itmek istediği isimleri zayıflatma arzusu.

3. Sürmekte olan baskı ve kayyım atamaları, Erdoğan’ın yeni bir dönem için önünün açılması gündemi, milliyetçi partiler arasında barış/çözüm süreci karşıtlığı üzerinden sürdürülen yarış.

4. Ana muhalefet partisinin Kürt siyasetiyle yürüttüğü dengeli ilişkinin iktidar tarafından bozulması arzusu, CHP’nin barış/çözüm bağlamında bütünlüklü ve tutarlı bir yaklaşım geliştiremeyişi ve kendi çözüm önerisini hazırlamamış oluşu. 

***

Barış süreçlerinin önceden tanımlanmış ve kabul edilmiş kaçınılmaz teknik zorunlulukları da var. Bu kapsamda sürece bakıldığında eksiklikleri ve gereklilikleri üç maddede tanımlayabiliriz: 

1. Hedefin fazla genel tanımlanmış oluşu, takvimin belirsizliği, güven arttırıcı tedbir eksikliği, her iki tarafın toplumsal tabanının sürece ilişkin nabzını tutacak mekanizmaların eksikliği, daha fazla kapsayıcılık gerekliliği.

2. Kamuoyunu kararlılık ve direnç gerektiren uzun bir geçiş sürecine psikolojik olarak hazırlama eksikliği, siyasal parti ve aktörlerin daha gerçekçi beklentiler oluşturması için çaba eksikliği, halkı bilgilendirecek mekanizmaların eksikliği.

3. Sivil toplumu dahil edecek mekanizmaların oluşturulmayışı, mağdurların müzakere masasına doğrudan katılımının sağlanmamış oluşu ve temsil kapasitesi yüksek delegasyon eksikliği.

* * * 

İsveçli Akademisyenler Anna Lührmann ve Staffan I. Lindberg’in, “Yaşanan üçüncü otokratikleşme dalgasında yeni olan nedir? - A Third Wave of Autocratization is Here: What is New About it?​” başlıklı makalelerinde 1900’den 2017’nin sonuna kadar 182 ülkeye ilişkin veri üzerinden tüm otokratikleşme dönemleri inceleniyor. Araştırma sonucunda üçüncü bir otokratikleşme dalgasının içinden geçtiğimizi, bu dalgada demokrasilerin askeri darbe veya yabancı işgali gibi yollar yerine yasal bir görüntü altında kademeli olarak geriletildikleri sonucuna ulaşıyorlar ve bu yöntemle demokrasisi gerileyen ülkelerin arasında Türkiye’nin de yer aldığını vurguluyorlar.

Pek çok benzeri çalışmanın desteklediği bu bulgu, barış/çözüm sürecinin hukukun siyasetin hizmetine verildiği, kurumlarının içinin boşaltıldığı, siyasal katılımın erdem yerine çıkarlar üzerinden yürütüldüğü, kamu personelinin parti personeli gibi davranabildiği bir ülkede sürdürüldüğünü, toplumsal ve siyasal zemindeki çatlakları ve barış arayışını örseleyen güncel baskı ve sorunları unutmamamızı, barışı desteklemekten bir an bile vazgeçmeden eleştirel sorularımızı dile getirmenin tarihsel bir sorumluluk olduğunu bize hatırlatıyor.

Öte yandan, aile üyeleri yatağında ölen bizlerin Kürt halkına akıl verme hatasına düşmeden, Öcalan’ın çağrısında yer alan politik/ideolojik vurguları ve çözüm sürecinde gözlenen aksaklıkları eleştirel bir biçimde değerlendirme gerekliliği yeni bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.

Pablo Picasso’nun 1923 mayısında dile getirdiği şu sözlerini ‘resim/sanat’ kelimeleri yerine ‘barış’ı yerleştirerek aklımızda tutmamız gerekiyor:

Resim yaparken amacım bulduğumu göstermektir, aradığımı değil. Sanatta niyetler yeterli değildir. İspanyolcada da dendiği gibi, aşk nedenlerle değil gerçeklerle kanıtlanmalıdır. Başlangıçta var olan yapma niyetinden ziyade ne yapıldığı ve ne ortaya konulduğudur önemli olan.”

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İşçi canı bir tahlil parası bile etmedi
Özel hastane, beyin kanaması geçiren işçisini ‘tetkikler pahalı’ diye ölüme yolladı

İşçi canı bir tahlil parası bile etmedi

İşçi Serkan Temelci, Hintli tekelin sahibi olduğu iş yerinden tazminatsız atıldı; işe başladığı özel hastanede ilk gün yere yığıldı, henüz ücret almadığı için parasızdı, hastane pahalı tetkikleri yapmadı; 2 hastane dolaştıktan sonra can verdi.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
13 Nisan 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et