16 Nisan 2025

Yeni süreçte iktidarın hesabı ve DEM’in sorumluluğu

İktidar ortağı MHP’nin Lideri Bahçeli’nin geçen yıl 1 Ekim’de Mecliste DEM Parti’lilerle tokalaşması ile başlayan ve 27 Şubat’ta PKK Lideri Öcalan’ın örgütüne kendisini feshetme çağrısıyla yeni bir boyut kazanan yeni sürecin tarafları, bu sürecin yakın dönemde (birkaç hafta ya da ay içinde) tamamlanacağına dair açıklamalar yapıyorlar. 10 Nisan’da yapılan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile DEM Parti İmralı heyetini oluşturan Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder arasındaki görüşmeye katılan isimlerden biri olan AKP Genel Başkan Vekili Efkan Ala, “Süreçte aksama ya da duraksama olmadığı”nı söyleyerek nisan ayı sonunu işaret etmişti. Bahçeli de daha önce yaptığı “Öcalan’ın PKK’nin fesih kararını DEM Parti Meclis Grubu toplantısında ilan etmesi” çıkışına benzer bir çıkış yaparak “PKK’nin fesih kongresini 4 Mayıs’ta Malazgirt’te DEM Parti’li belediyenin ev sahipliğinde gerçekleştirmesi” çağrısını yapmıştı. DEM Parti İmralı heyeti, Erdoğan ile görüşmesinin ardından “Artık daha umutlu oldukları” yönlü bir yazılı açıklama yaptıktan sonra heyette yer alan isimlerden biri olan Buldan, İtalya’nın Başkenti Roma’da “Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm’ başlıklı uluslararası konferansta yaptığı konuşmada “Sürecin haziran ayı sonuna kadar başarıyla sonuçlanması bekleniyor” demişti.

Lafı dolandırmadan söyleyelim: Ortada fazlasıyla garip bir durum var.

Ülkede 40 yıldır devam eden çatışmalara neden olan önemli bir sorun ve bu sorunun bir parçası olan bir örgütle ilgili başlatılan sürecin tarafları, bu sürecin kısa sürede bitirileceğine dair açıklamalar yapıyorlar ama bu sürecin nasıl bitirileceği, ne olacağı konusunda ne muhalefet partilerinin ne de toplumun bilgisi bulunuyor.

Peki, bir tarafında Kürt halkının ulusal-demokratik talepleri karşısında faili meçhul cinayetlerden köy yakmalara, belediyelere kayyım atamalarından binlerce Kürt siyasetçinin siyasi operasyonlarla cezaevine konmasına evrilerek bugüne gelmiş bir sorun ve öbür tarafında “şehit cenazeleri” üzerinden yaratılmış milliyetçi-şoven hassasiyetler varken bu sorunun kapalı kapılar ardında yapılan görüşme-pazarlıklarla çözülmesi mümkün müdür?

Oysa PKK Lideri Öcalan’ın 1993’te Beyrut’ta ‘tek taraflı ateşkes’ ilan etmesinden 2013-2015 yılları arasındaki ‘çözüm süreci’ne kadar Kürt sorununun çözümü yönünde yapılan bütün girişimlerin, başlatılan bütün süreçlerin başarısızlığa uğramasının arkasında iki önemli neden vardı: Birincisi, çift taraflı ateşkesten başlayarak devletin/iktidarın bu süreci güvence altına alacak yasal dayanakları oluşturmaya yanaşmamasıydı. Düşünün ki bugün iktidar cephesinden PKK’nin fesih kongresi için tarihler veriliyor ve hatta Bahçeli, bu kongrenin Malazgirt’te toplanmasını istiyor ama öte yandan PKK’ye yönelik askeri operasyonlar aralıksız sürüyor. PKK, Öcalan’ın fesih kongresi toplama çağrısına uyacağını ama bu koşullarda ‘imha’ anlamına gelecek bir kongrenin toplanmasının mümkün olmadığını da söylüyor.

Bir kez daha Erdoğan iktidarının gerekli yasal dayanakları, güvenceleri oluşturmak yönünde adım atmaması süreci çıkmaza sürüklüyor.

İkincisi ve daha önemlisi; dün olduğu gibi bugün de iktidarın işine gelmediğinde masayı devirmesini engelleyecek şey, sürecin ‘şeffaf’ yürütülmesi ve Meclisteki muhalefet partilerinden başlayarak bütün toplum kesimlerine mal edilmesidir. Çünkü bu sürece karşı olan toplum kesimlerinin ikna edilebilmesi ve bu temelde toplumsal barışın ve birlikte yaşamın tesis edilmesinin yolu da buradan geçiyor. Kürt halkı geçmiş deneyimlerinden yola çıkarak bu sürece dair ciddi bir güvensizlik duyuyor ki DEM Parti Milletvekili ve Öcalan’ın yeğeni Ömer Öcalan, İmralı’da gerçekleştirdikleri bayram görüşmesinde amcasına halkın süreçle ilgili şüphelerini aktardığını ve Öcalan’ın “Halk doğru noktadadır” yanıtını verdiğini söylemişti. Öte yandan görüşmelerin halka aktarılmaması Türk halkı ve emekçileri arasında “Terör örgütüyle gizli pazarlıklar” söylemi üzerinden milliyetçi-şoven hassasiyetlerin kışkırtılmasına da fazlasıyla uygun bir zemin yaratıyor.

DEM Parti İmralı heyeti, Erdoğan’la yaptığı görüşmeden sonra “daha umutlu oldukları”nı söylüyor ama ne muhalefet partileri ve ne de ülkedeki halklar bu görüşmede neler konuşulduğunu, heyetin neden daha umutlu olduğunu biliyor.

Şurası açık; iktidar bu süreci çıkarları için kullanmak amacıyla görüşmelerin kapalı kapılar ardında sürdürülmesini istiyor. Bunu ‘çözüm süreci’nde de görmüştük; başkanlık rejimine ve bölgedeki (Suriye ve Ortadoğu) yayılmacı emellerine hizmet etmediği noktada Erdoğan masayı devirip süreci sona erdirmiş ve HDP Eş Başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ başta olmak üzere binlerce siyasetçi tutuklanmıştı.

Erdoğan ve Bahçeli’nin dertleri gerçekten çözüm olsaydı, ana muhalefet partisi CHP Kürt sorununun çözümünde tarihinin en ileri tutumlarından birini almışken ve Meclisteki partilerin büyük çoğunluğu çözümden yanayken süreci bu partilerle paylaşıp atılması gereken adımları Meclisin gündemine getirmeleri gerekmez miydi?

Ama iktidar bloku ne yapıyor? PKK’nin Kürt sorununun bir sonucu olarak ortaya çıktığı ve bugün çözümün bir parçası olduğu/olması gerektiği gerçeği ortadayken meseleyi “terör örgütünün silah bırakması”ndan ibaretmiş gibi göstermeye çalışıyor. Eşit yurttaşlıktan ana dilinde eğitime, kayyım atamalarından binlerce siyasetçinin cezaevlerinde tutulmasına ve silahın devreden çıkartılmasını sağlayacak demokratik düzenlemelere kadar Kürt sorununun çözümü için atılması gereken bütün adımlar ortada dururken iktidar ülkede böyle bir sorun ve kendi sorumluluğu yokmuş gibi davranıyor.

AKP-Erdoğan iktidarının Kürt sorununun çözümü konusunda geldiği yeri zamanında Mehdi Eker’in Kürt siyasetçiler için söylediği sözler çok iyi özetlemişti: “JİTEM onları öldürüp köprü altlarına atıyordu, kelepçeye şükretsinler!” Dönemin Tarım Bakanı Eker, 2009’da bunları söylerken yüzlerce Kürt siyasetçi KCK operasyonu adı altında tutuklanıp belediyelere kayyımlar atanıyordu. Şimdi bu operasyonlar DTK (Demokratik Toplum Kongresi) ve HDK (Halkların Demokratik Kongresi) operasyonları olarak devam ettirilmekle kalmıyor, CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı İmamoğlu’na kadar demokratik-legal siyaset yapan binlerce siyasetçiyi hedef alıyor.

Gelinen yerde ülkenin onlarca yılına, on binlerce insanın canına mal olmuş, ülkeye ekonomik ve siyasal olarak ağır bedeller ödeten bir soruna dair başlatılan bir sürecin daha heba edilmemesi için, öncelikle bu sürecin iktidarın çıkar ve keyfiyetinden kurtarılması gerekiyor. Bu konuda sorumluluk öncelikle görüşmeleri sürdüren taraflardan biri konumunda bulunan DEM Parti’ye ve devamında CHP başta bütün muhalefet parti ve güçlerine düşüyor.

DEM Parti’nin süreci bozan taraf olmamak kaygısıyla sürecin şeffaf yürütülmesi ve bütün toplum kesimlerinin bu sürece dahil edilmesi konusunda geri durması, iktidarın işini kolaylaştırıyor. Oysa DEM Parti’nin sürecin başlarında Meclisteki partilerle yaptığı görüşmeler ve gerçekleştirdiği halk buluşmaları bu sürece dair olumlu bir hava ve beklenti yaratmıştı. Fakat Öcalan son aile görüşmesinde Meclisin devreye girmesi gerektiğini söylediği halde dünkü olumlu hava bugün önemli oranda tersine dönmüş durumda.

Öte yandan gerekçeleri arasında İstanbul’daki belediyelere Kürtlerin meclis üyesi yapılması (kent uzlaşısı) bulunan 19 Mart siyasi operasyonu karşısında önemli bir toplumsal direnç ortaya çıktı. O dönem hem CHP Genel Başkanı Özel’in ve hem de DEM Parti Eş Başkanları Bakırhan ve Hatimoğulları’nın tutumları iktidarın demokratik muhalefeti karşı karşıya getirme ve bölme girişimlerinin boşa çıkartılmasında önemli bir rol oynamıştı.

Bugün bu sürecin iktidarın hesaplarına kurban edilmemesi konusunda CHP’ye de önemli bir sorunluluk düşüyor. CHP, Özel’in Kürt sorununun demokratik çözümünden ve barış içinde birlikte yaşamdan yana açıklamalarının bir adım ötesine geçerek çözüm için yapılması gereken demokratik düzenlemeleri Meclise getirerek iktidarın hesaplarını bozabilir ya da en azından bu hesapların görünür olmasını sağlayabilir.

Elbette bu sürecin iktidarın vesayetinden kurtarılması ve demokratik-barışçıl bir geleceğin inşa edilmesi mücadelesinin parçası haline getirilebilmesi sadece DEM Parti ve CHP’nin değil, ülkedeki bütün emek ve demokrasi güçlerinin daha güçlü ve birleşik bir mücadele hattını kurmasıyla mümkün olacaktır.

Evrensel'i Takip Et