Türkiye işçi sınıfı, 1 Mayıs 2025’e büyük bir tarihsel sorumlulukla giriyor. Emekçiler yalnızca ekonomik krizle değil, aynı zamanda iktidarın uyguladığı sınıfsal saldırı politikalarıyla karşı karşıya. Erdoğan-Şimşek ikilisinin yürüttüğü neoliberal kemer sıkma programı, son bir yılda milyonlarca işçinin sofrasındaki ekmeği küçültürken, temel yaşam hakkı olan barınma, beslenme, sağlık ve eğitim bile emekçiler için lüks haline geldi. Ücretlerin baskılandığı, sendikal hakların yok sayıldığı, grevlerin yasaklandığı bir düzende, 1 Mayıs sadece bir kutlama değil, iktidarın ve sermayenin siyasal ve ekonomik saldırılarına karşı bir kitlesel itiraz ve mücadele günü olarak tarihsel işlevini yeniden kazanıyor.

2025’e girerken işçi sınıfı bu karanlığı sessizlikle karşılamadı. Türkiye’nin dört bir yanında işçi direnişleri, grevler ve eylemler yaşandı. Metal ve tekstil başta olmak üzere farklı iş kollarından işçiler, sağlık ve eğitim emekçileri başta olmak üzere kamu emekçilerinin farklı kesimleri düşük ücret politikalarına, güvencesizliğe, hak kayıplarına, çalışma koşullarındaki kötüleşmeye karşı seslerini yükseltiler. Son olarak 19 Mart operasyonları sonrasında üniversitelerden, proje okullarında yaşanan sürgünlerle birlikte liselerden gençlerin kitlesel eylemleri ülke gündemini belirledi. Başta işçi sınıfı mücadelesi olmak üzere, farklı alanlardan yükselen kitlesel itirazların 1 Mayıs’ta alanlarda birleşmesi, hak arama mücadelesinin geleceği açısından ayrı bir önem taşıyor.

Türkiye, son yıllarda sendikal örgütlenmenin fiilen engellendiği, grev yasaklarının olağanlaştığı bir ülke haline geldi. Son yıllarda başlatılan neredeyse her grev “milli güvenlik” ya da “kamu sağlığı” gerekçesiyle yasaklandı. Grev hakkı olmayan bir ülkede toplu pazarlık bir anlam ifade etmez. Dahası, sendikal barajlar bugün işçilerin örgütlenme hakkını fiilen ortadan kaldıran bir işlev görüyor. Uzun yıllardır işçi örgütlenmelerinin önünde bir duvar gibi yükselen antidemokratik baraj sistemiyle, işçilerin büyük kısmı fiilen toplu sözleşme hakkından mahrum bırakılıyor. Bu nedenle “barajsız sendika, yasaksız grev ve güvenceli iş” talebi, 1 Mayıs ve sonrasında yürütülecek mücadele açısından sadece bir slogan değil, işçi sınıfının öncelikli talebi olarak yer almak zorunda.

Bu yıl 1 Mayıs’a katılmak, sefalet ücretlerine, güvencesizliğe, sendikasızlığa, seçme ve seçilme hakkı başta olmak üzere hak gasplarına ve iktidarın siyasal baskılarına karşı bir direniş iradesi ortaya koymak anlamına gelecek. 1 Mayıs’ta ülkenin her yerinde ekonomik ve siyasal taleplerle alanlara çıkmak, sermayeye ve onun sözcüsü iktidara örgütlü emeğin tarihsel gücünü yeniden hatırlatmak, ekonomik-siyasal karakterli saldırılar artarken meydanın boş olmadığını göstermek gerekiyor.

İktidarın yarattığı korku ikliminin dağılmaya başladığı böylesine önemli bir dönemde 1 Mayıs emeğin yeniden ayağa kalktığı, umudun büyütüldüğü yeni bir mücadele döneminin görkemli bir başlangıcı olmalıdır. Bunun için sendikalar ve emek örgütleri başta olmak üzere, her kesimin 1 Mayıs’ın kitlesel, yaygın ve güçlü olması için çalışması gerekiyor.

İşçi sınıfının evrensel anlamda birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, ilk kutlandığı 1890 yılından bu yana işçi sınıfı tarihinin en önemli ve en özel günü olmayı sürdürüyor. Bu nedenle bu 1 Mayıs, takvimde sırası geldiği için değil; işçi ve emekçilerin en geniş kesimlerinin ortak talepler etrafında birleşmesi ve sürekli şikayet edilen bu düzeni değiştirmek için ileriye doğru atılacak bir adım olarak görülmesi önemli.

Evrensel'i Takip Et