Pusula

Görsel: Midjourney/Fırat Turgut/Evrensel

Üst üste kötülüklerle sınanıyoruz yeniden. Hekimliğe dair ne çok değer yitimi ile karşı karşıya olduğumuza her tanıklık, nasıl da can yakıcı ama hiç de şaşırtıcı değil. Herkesi suç ortağı yapan, rıza üretim araçlarının alabildiğine hayatlarımızın en ücra köşelerine sızdığı koşullarda iyilik için emek vermek, direnmek ve mücadelenin içinde olmak gerek ama hiç kolay olmuyor. Kolay olan kötülüğün sıradanlığında tüm değerleri de bir dipsiz kuyuya sürüklemek. Bize dayatılanlar toplumun hakikat algısını bozarak onları suç ortaklarına dönüştürüyorsa bize düşen görev nedir, diye sormalıyız her seferinde.

Suçun sıradanlaştırılması, hatta kadın bedenine müdahaleden işkenceye uzanan meşrulaştırma pratikleri ahlaki pusulamızı bozup insanların sistemin bir parçası haline gelmesinin yolunu açıyor durmadan. Pusulayı nasıl koruyacağımız konusunda bize Arendt yol gösterebilir belki.

Arendt’e göre totaliter rejimler, rızayı doğrudan baskıyla üretmez; bunun yerine bireyin düşünme yetisini felce uğratarak ve işte tam da o ahlaki pusulasını bozarak onu suça ortak eder. Bu nedenle rıza, çoğu zaman pasif ve düşüncesiz bir kabulleniş biçiminde ortaya çıkar. Totaliter rejimlerde ideoloji, yalnızca bir fikir değil, gerçekliğin yerini alan bir sistem haline gelir. Bu sistem içinde bireyler, olan biteni sorgulamak yerine, ideolojinin mantığına rıza gösterir. Yani Arendt’e göre rıza, gerçeğin tahrif edilmesi ve bunun toplumca içselleştirilmesiyle de sağlanır. Gramsci ise rızayı daha çok hegemonya kavramı üzerinden açıklar: Egemen sınıflar sadece zor kullanarak değil, kültürel ve ideolojik araçlarla da rıza üretir. Düşünme, muhakeme ve etik sorumluluk, totaliterliğe direnmenin temelidir. O, Gramsci kadar sistematik olmasa da bireyin zihinsel özgürlüğünü ve politik eylemini bir direniş alanı olarak görür.

Son yaşadıklarımız aklımıza mukayyet olma zorunluluğunu hatırlattı yeniden. Onun için ben de pusulamı bunları anlamlandırmada yol göstericiliğine güvendiklerime doğrulttum ister istemez. Kültürel ve ideolojik araçlar demişken, aile yılı içinde bedenimizi alabildiğine elverişli kılma çabası düştü önüme. Gebeliği sonlandırmanın yasal ama gayrimeşru kılındığı zamanlardayız. Çocuk sayısından o çocukları nasıl doğuracağımıza kadar “aile” için kimin karar vermesi gerektiği hatırlatılıyor hepimize. Hegemonyanın en sarih biçimiyle bir futbol maçında erkekler “normal”lerini pankart yapıp soktular gözümüze. Beden bizim, doğum vajinal ama erkek aklı onu normalleştirirken, sezaryen kararını da düşünme yetisi güdükleştirilmiş akıllarıyla vererek hayatlarımızı riske atabileceğimizi ve doğurganlık, bazen de meme uçlarımız dışında değerimiz olmadığını dile getirip kendi hakikat algılarını önümüze koyuverdiler. Hastalarının bedenlerini nesneleştiren dilleriyle cinsel tacizleri normalleştirip, nasıl da evlenip “aile” kurmak için o kadınların bileklerini keseceklerini iddia ettikleri savunmalar sundular. Düşünme yetisinden arındırılmış, ahlaki pusulası şaşmışlara karşı etik sorumluluğumuza sahip çıkarak zihinlerimizi özgür bırakmak, direnmek gerekir o halde!

Sakın kolluğun gerekli cezanın verildiği izlenimi yaratan ters kelepçe görüntülerini önümüze koymasına aldanmayalım! Türk Tabipleri Birliği de meslek örgütümüz olarak açıklamasında bu vurguyu yaptı geçtiğimiz günlerde. Hekimlerin etik değerlerimize aykırı tutumu için gereğini yapacağını belirtirken, işkencenin meşrulaştırılmasının tehlikelerine dikkat çekmekten de geri durmadı: “Konya’daki bazı hekimlerin etik dışı davranışları da ters kelepçe uygulaması da kabul edilemez, işkence her koşulda mutlak olarak yasaktır.” Hakikat algımızı değiştirme çabalarına karşı kolektif akılla zihnimizi özgürleştirebildiğimiz, bizi nesneleştirip insanlıktan çıkarma girişimlerine karşı politik özneler olarak suç ortaklığını reddettiğimiz mücadele alanlarımızı alabildiğine genişlettiğimiz ölçüde pusulamızı doğrultabiliriz. Birbirimizin pusulası olmak için mücadeleye devam!

Evrensel'i Takip Et