Mimarlık öğrencilerinden sorgulamalar…

Fotoğraf: @taskislaboykot
Mart ayından bu yana ülkede politikleşmenin yükseldiği atmosferde, sizlerin de takip ettiği sosyal medya hesapları vardır büyük ihtimal. Takip ettiklerim içinde özellikle gençlerin, öğrencilerin paylaşımlarını hayli bereketli, dikkat çekici buluyorum.
Bu çerçevede bu hafta da bir hesaba yer vermek istiyorum. Bu hesap, bir yıldan uzundur burada mesele ettiğim “kent hakkı” bağlamında, mekân üretimi ve bunu mesleki olarak ele alan mimarlık disiplini olacak.
*
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) mimarlık öğrencilerinin, eğitim gördükleri Taşkışla yapısının adını alan @taskislaboykot isimli Instagram hesabından, iki mimara açık mektup yayımlandı. İlki, yakınlarda Cumhurbaşkanı’nın Kültür ve Sanat Politikaları Kuruluna atanan, kendi okullarından mezun, meslektaşları mimar Han Tümertekin’e, diğeri de yine okullarında görev yapan ve İÜ Mimarlık Fakültesi’ne dekan olarak atanan, İBB başkanı dahil 28 kişinin diploma iptali kararında imzası olan Prof. Dr. Yüksel Demir’e yönelikti.
Kamuoyunda “paralel bakanlıklar” olarak nitelenen Cumhurbaşkanlığı politika kurulu üyeliklerinin bir bölümünün siyasi bağlantıları ve sermaye grupları ile yönetsel ilişkileri Evrensel’de haber olarak yer aldı. Haberde geçen, “Ekonomi Politikaları, Bilim-Teknoloji ve Yenilik Politikaları, Tarım ve Gıda Politikaları ile Eğitim-Öğretim Politikaları Kurulu”nda görev alan isimlerin bu bağlantılarını, geçen haftalarda paylaştığım “Mülksüzleştirme Ağları” biçiminde tahayyül edersek, sistemsel bir okuma yapabiliriz.
Görünüyor ki, Mülksüzleştirme Ağları’na eklenebilecek bu yeni görünümlü ama belli ki pek de taze olmayan katman, ülkedeki politik-ekonomik işleyişe dair bir resim daha verecek.
Mektuplara geri dönersek, gençler, bu baskı rejiminde atandığı yeni görevi üzerinden Han Tümertekin’den, tutuklu öğrenciler, meslek insanları, seçilmiş kişiler, iptal edilen diplomalar vb. hakkında görüş istediler; “haberiniz var mı?” diyerek. Yüksel Demir’den ise, diplomalar ve akademik görev sorumluluğu hakkında bir görüşme talep ettiler.
Bu sorular ODTÜ mimarlık topluluğu tarafından da sahiplenildi ve kendi mezunlarına soruldu; “…baskı, sansür ve korku ikliminin her geçen gün koyulaştığı bu dönemde, yalnız olmadığımızı birbirimize hatırlatmak için ses veriyoruz” diyerek. Dayanışmanın olağanca zarafetiyle…
*
Tümertekin’den cevap geldi. Demir ile de görüşme yapıldı. @taskislaboykot hesabından ilgili cevaba ve görüşme notlarına erişmek mümkün. Her iki karşılaşmada da ortaklıklar vardı. Örneğin biyopolitik devlet iktidarına dayalı kapitalist birikim düzeninin Türkiye versiyonu içinden, burjuva ahlakıyla, kendilerince temsil edilen mesleki/akademik sorumlulukları yerine getirmek; atandıkları görevlerle varlığı genişletecek bir toplumsal yaklaşımla, projeleri/dersleri en iyi şekilde yapmak ve bu yolda sabırla, çok çalışarak, yılmadan yola devam etme inancı gibi…
Diğer bir deyişle bizlere yıllardır öğretilen makbul yurttaş tarifiyle. Sorgulayan belki, ama sorunsallaştırmayan, verili olanın içinde en iyiyi yapmaya çalışan ama ötesini yaratmaya pek de gerek görmeyen…
Burada mesele salt iki meslek insanın yanıtı da değil. Bu isimlerin yerine nice isim gelebilir, bizim isimlerimiz de dahil…
Oysa ki gençler, öğrenciler başka bir yapma biçiminden söz ediyorlar. Verili olanın kendilerine yetmediğini, makbul olmak istemediklerini, itiraz ettikleri zaman şiddete uğradıklarını, tutsak edildiklerini, dahası arzu ettikleri özgür ortamı inşa etmek için oluşturdukları dayanışmaları, açık dersleri, boykot ortamlarını, kudretlerini işaret ediyorlar bize.
Sistemin mesleki eğitim, üretim, tüketim… vb. yollarla normlaştıran, sterilleştiren, evcilleştiren, uyumlandıran, borçlandıran… “dilimlilik” yaratan kapma aygıtına karşı, etik yapabilirliklerini, “conatus”larını, yaşama arzularını ortaya koyuyorlar.
İTÜ’den ODTÜ’ye geçen sorgulamalarda ifade edildiği gibi; “…Yalnızca kamusal sorumluluğu olan kişilere değil, her bireye düşen bir yükümlülük var: SESSİZ KALMAMAK…” diyorlar.
“Sadece mimarlığın değil, yaşadığımız kentlerin, mekânların, tasarımın kendisinin ve hayatlarımızın politik olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, dayanışmayı bir seçim değil, bir sorumluluk olarak görüyoruz” diye ekliyorlar. Ve mesleği politikleştirirken, yaşamı örgütlediklerini bize sunuyorlar.
Sosyal medyaya yansıyan okullara bakın. Gençler bir direniş coğrafyası üretiyorlar. Bu büyüleyici yıkıcı/yaratıcı-politikleşmiş-özörgütlü-direngen-rengarenk-dayanışmacı… coğrafyaya bakınca, bundan “iyi mimarlık” mı var diyor insan!
*
Başta belirttiğim gibi, burada paylaştığım sadece mimarlık öğrencilerinden yayılan sesler.
Hep beraber; “Demokratik üniversite, demokratik Türkiye! Üniversitelerden sesleniyoruz, arkadaşlarımızı serbest bırakın” diyorlar. Ve ekliyorlar;
“Bizler üniversite öğrencileri olarak demokratik haklarımızı yasak, gözaltı, şiddet ve tutuklamalarla kriminalize etmeye çalışanların, üniversiteleri rektörlük atamaları ve antidemokratik uygulamalarla kuşatmaya çalışanlarla aynı olduğunun farkındayız… Aktif öğrenci temsil kurulları, seçilmiş rektörler ve dekanlar olmadan, arkadaşlarımızın güvenliği, kampüslerimizin özgürlüğü garanti edilmeden, hukuksuzca ve işkenceyle tutuklanan tüm arkadaşlarımız serbest bırakılmadan taleplerimizden vazgeçmeyeceğiz”.
Yolları açık olsun…
Evrensel'i Takip Et