Hayatın politikleşmesi, taşlar ve baltalar

Fotoğraf: Evrensel
Dünya bir kez göze değiştirilebilir göründüğünde, yekpare sayılan katı kütle bir kez çatladığında, o an geniş bir zamana, aslında nasıl bir hayat istediğimize kadar uzanıyor. Ben nasıl bir hayat yaşamak istiyorum... Bunun sorulabileceği unutturulmuştur. Belki anlık, düzenin örgütlülüğü ve çete kuralsızlığı karşısında gücü eksik bir parlama bu. Ama o andan sonra, öncesiyle aynı kişi kalınmıyor. 19 Mart sonrası yaşanan bu toplumsal silkinişi tek tek isimlerden ve hatta partilerden bağımsızlaştıran bu. Bir yıl sonra nasıl bir Türkiye'de olursak olalım, CHP'nin şu an bulmaktan mutlu olduğu kalabalık meydanlar bir toplumsal akti de içeriyor. Biz nasıl bir hayat yaşamak istiyoruz...
*
Her şey politik değil ama evet, çok fazla şey öyle. Hayat bir kez göze değiştirilebilir göründüğünde, o hayatı hazırlayan ve dayatan düzen de billurlaşıyor. Hayat politikleşiyor. Sürüklenişine el koymak isteyen liselilerin özgüveni karşısında, düzenin jandarmalığı dışında kendi hayatında da bildiği başka bir rol olmayanlar, onları tekrar sınıflara dönmeye ikna edebilmek için kelime haznelerinden “Tamam, bir durum varsa gereği yapılacaktır” dışında cümle çıkaramıyor. Bu efsunlu teminatın işlememesine şaşakalıyorlar; onlar hep öyle yapmış. “Bu eylemler politik” diye yaftalayınca, hemen ayrı bir kefeye konacak ve cayılacak diye umuyorlar. Evet, bu eylemler ona yol açan nedenler kadar politik. Hayatı biatla tanımış ve ezberletildiği kadarıyla hatırlayanlar, “Bize diyorlar ki siyasete karışmayın. Sizin siyasetiniz öğretmenlerimizi görevden aldı. Sizin siyasetiniz ders kitaplarını gericilikle doldurdu. Sizin siyasetiniz bizden bir gelecek çaldı” gibi cümleleri varlıklarına yönelik bir hakaret olarak alabiliyor en fazla.
*
Sermayenin bir kısmına, AKP'nin ağına zahiri yakınlık hesaplayarak işleyen bir ekonomik boykot kafi gelebilirdi CHP'ye. Belki çoğunluk değiller ama tarihin bu anında bir grup insan boykotun tüketim alışkanlıklarını en baştan gözden geçirmeye vesile olmasını diliyor. Öyle tek bir gün nefesini tutar gibi değil, öyle nihayetinde ulaşılacak bir tür vaat, cennet, ödül uğruna çilecilikle değil, bile isteye küçülmek. Büyümenin fetişleştirildiği, tüketimin norm kılındığı bir çağda ben nasıl yaşamak istiyorum diye sorarak kendini değiştirmek. Bunun mümkün olduğu da unutturulmuştur.
*
Bir mimar, bir diyetisyen, bir İngilizce öğretmeni benim denk geldiklerim; “Siyaset yapma da işine bak” diye çıkışanlara çok takipçili sosyal medya hesaplarından, “işi” denilen şeyin ne kadar politik olduğunu anlattıkları videolar paylaşmışlar. Tane tane, taşı gediğine oturturcasına konuşuyorlardı, ışıldıyorlardı.
*
Çehov'un tüfeği misali, bu hikâyenin başında görünen bir balta vardı. Anayasal haklarının gaspına karşı sokağa çıkan gençlerin neden tutuklandıkları sorulduğunda, bazılarının elinde balta olduğu söylenmişti. Haftalar geçtikçe ve sokaklar, okul bahçeleri, üniversite kampüsleri, parklar, meydanlar boşalmadıkça ve o gençler neye itiraz ettiklerini tane tane anlattıkça daha iyi duyuyoruz o sesi; taşa vuran bir balta. Meğer diplomanın iptali ne kadar etkili olmuş, öyle diyorlar. Bir potansiyel siyasi rakibi bertaraf etmek için ve hukuki görünsün diye gayretten dahi vazgeçerek 35 yıllık bir diploma iptal ettirilirken işin buralara varacağını hiç öngörmemiş olmalılar. Toplumsal hareketler, kum tanesinden tonluk kayalara usulca birikerek, eklenerek biçimleniyor. Gençler konuştukça anlıyoruz ki diploma, para dışında şeylerle kazanılmış olanın simgesi gibi hazmedilmiş, onun dahi gasp edilebilmesiyle yerini bekleyen bir çakıl taşı boşluğuna oturmuş.
Ticarileşmeden dinselleşmeye, ifade özgürlüğünün gaspından niteliksizleşmeye; eğitim, çok sayıda özneyi, çok uzun vadeye yayılarak etkileyen bir alan olduğu için en erken kıvılcımlandı. Küçük kor taneleri uçuştu sonra. Devlet eliyle işçileştirilmiş ve çalışırken ölmüş yaşıtlarının hesabını da sordular meydanlarda. Lise bahçelerini dolduran polislere “Depremde neredeydiniz?” diye sordular gençler, ya da “Kadınlar öldürülürken neredeydiniz?”.
*
8 Mart'larda, 25 Kasım'larda en az on yılını hatırlıyorum. “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” kulağımda önce kadın sesleriyle kayıtlı. Her bir fiili bir öncekinden daha güçlü tonlayan, her bir fiilde kalabalığı duydukça kararlılığı büyüyen kadınların sesleri. 19 Mart'tan beri farklı kalabalıklardan, farklı tonlarda “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” duyuyoruz. Çünkü kadınların, çünkü azınlıkların hayatı çok daha erken politikleşir; dünya öyle göründüğü için değiştirilebilir gelir.
*
Howard Zinn demişti ki “Tarih boyunca, savaş, soykırım, kölelik, en berbat ne varsa sivil itaatsizlikten değil, tam da itaatten doğdu.”
Not: Bahsettiğim videolara sosyal medya mecralarında Emine Uluçay, Ayşe Eser, Mine Kavasoğulları isimlerini aratarak ulaşabilirsiniz.
Evrensel'i Takip Et