‘Örgütlü bir mücadelenin parçası olmak hayat memat meselesi’

Fotoğraf: Özcan Yaman
Bugün bir ayını geride bırakan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte Şişli ve Beylikdüzü belediye başkanlarının da aralarında olduğu çok sayıda kişinin tutuklandığı 19 Mart operasyonu, Türkiye’de kitlelerin günlerce istikrarlı biçimde alanlara çıktığı bir süreci tetikledi.
İktidarın, muhalefeti dağıtmak ve bölmek için yargı sopasını fütursuzca kullandığı bu süreci, CHP Genel Başkanı Özgür Özel sıklıkla ‘darbe’, ‘cunta’ gibi ifadelerle nitelerken, Erdoğan’ı da ‘cunta başı’ olarak tarif etti.
Yaygın kullanılan bu tarife, darbenin demokratik bir sürece karşı yapılacağı ve dolayısıyla Türkiye’nin şu anki gerçekliğinde doğru bir tanım olmadığı yönünde itirazlar da geldi. Aslında ‘demokrasi’ derken, ifade, örgütlenme, temsil, seçme ve seçilme hakkı gibi temel özgürlüklerin var olduğu bir sisteme gönderme yapıyor olsak da, göreli bir kavramdan söz ediyoruz. Ayrıca, Türkiye’de 27 Mayıs, 12 Eylül, 12 Mart gibi darbelerin öncesinde demokratik diye niteleyebileceğimiz ortamlardan söz etmek de kolay değil.
Hacmi sınırlı bir yazıda, bir literatür tartışmasına girişmek verimli olmayacağı için, halkın kullandığı oyun, siyaset dışı araçlarla geçersiz sayılmasını teşhir bakımından ‘darbe’ tespitinin günlük politikada bir işlevselliği olmakla birlikte, 19 Mart hamlesinin iktidar açısından faşizmin kurumlaşmasına dönük bir el yükseltme olduğunu söyleyebiliriz. Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarının, tek başına iktidar olabilme şansını yitirdiği 2015 yılından itibaren düğmesine basılan bu politikalar açısından 19 Mart, yeni bir aşamaya işaret ediyor. Bunun iddianamelerdeki karşılığı ise, 18 Nisan’da Çağlayan’da avukatların duruşma salonunda ifade ettiği gibi, ‘masumiyet karinesi’nden, ‘suçluluk karinesi’ne geçiş.
Tüm hukuki kavramlar arasında en çok egemenlik kavramının güncel çıkarların hükmü altında olduğunu söyleyen Carl Schmitt, ‘Siyasi İlahiyat’ adlı kitabına, “Egemen, olağanüstü hale karar verendir” cümlesiyle başlarken, ideolojik altyapısının inşasında pay sahibi olduğu faşizm açısından bir çerçeve de çizmiş oluyordu.
Çok büyük bedeller ödenerek kazanılmış olan oy, temsil, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel hakların, egemenlere karşı korunabilmesi de sürekli bir mücadele işidir. Bu yönüyle demokrasi hiç bitmeyen bir uzun yürüyüştür.
Gençlerin İstanbul Üniversitesinde polis barikatını yıkarak önünü açtığı dalga, Türkiye’de faşizmin kurumsallaşması yolundaki sınır tanımazlığa kitlesel itirazın yolunu açtı. Siyaset sokağa çıkarken, sokağın soluğu, gücü ve enerjisi siyasete taşındı.
Çağlayan’daki İstanbul Adliyesinde 18 Nisan’da ilk duruşmalarını izlediğimiz gençler, gerçekleştirdikleri eylemi anayasal bir hak olarak ifade edip savunurken, barınma sorunu çaresizliğiyle itildikleri tarikat yurtlarından, işçi ve emekçilerin hakları için verdikleri mücadeleye kadar pek çok önemli başlığı duruşma kürsüsüne taşıdılar. Siyasetin bir hak olduğunu üstüne basa basa ifade ederken, iktidara karşı sokakta mücadele ederek kazanılan alandan, yargı sopasıyla geri çekilmeye niyetleri olmadığını duruşma salonlarında göstermiş oldular.
Sema Barbaros’un iki yıl önceki vurguları
HDK operasyonunda gözaltına alınan ve iki aydır tutuklu bulunan Emek Partisi İstanbul İl Başkanı Sema Barbaros, 5 Mart 2023 günü, Ekmek ve Gül’ün çağrısıyla Kartal’da düzenlenen, -depremin ardından bir dayanışma kampanyası kapsamında gündeme gelen- ‘Kız Kardeşlik Köprüsü’ buluşmasında şöyle konuşmuştu: “Bu kapitalist düzen bir kez daha halktan, emekçilerden, kadınlardan yana olmadığını gösterdi. Üstelik bu kez Türkiye tarihinin en büyük katliamına neden olan bir enkaz ile gösterdi bunu. Bu devlet varıyla yoğuyla sermayenin, bir avuç patronun devleti. Hayatta kalmak için bulunduğumuz her alanda örgütlü bir mücadelenin parçası olmak hayat memat meselesi. Şehirleri yaşanabilir kılmanın, ülkeyi değiştirmenin, haklarımızı ve hayatlarımızı garanti altına almanın tek garantisi bu… Öfkeyi, isyanı, yası örgütlülüğe çevirmek zorundayız.”
Sema Başkan’ımıza buradan selam olsun.
Selinay Uzuntel’in saraçhane konuşması
İstanbul Üniversitesi Öğrencisi Selinay Uzuntel’in 22 Mart günü Saraçhane’de yaptığı konuşmadaki vurgularını, Sema Barbaros’un iki yıl önce yaptığı konuşmanın güncel gelişmeler bağlamında bir devamı olarak okumak mümkün: “Denizlerden aldığımız cesaretle, Gezi’den aldığımız direniş mirasıyla Beyazıt Meydanı’nı doldurduk. Saraçhane’ye binlerce öğrenci sel olduk aktık. Bu meselenin sadece İmamoğlu’na yönelik bir mesele olmadığını günlerdir söylüyoruz. Bugün buradaki bu kalabalık olarak şu sözü veriyoruz. İnsanca bir yaşamı, eşit, özgür, demokratik bir ülkeyi kurmak için kolları sıvıyoruz. Ne üniversiteye yönelik baskıya ne irademizin gasbedilmesine ne de türlü sindirme politikalarına geçit vereceğiz.”
19 Mart’ın önümüze bir kez daha koyduğu gerçek şudur: Kazanılmış olan haklara dönük saldırılara ‘Geçit vermemek’, faşizmin kurumsallaşmasına ‘Örgütlü bir mücadelenin parçası olarak’ itiraz etmek, bugün artık ‘bir hayat memat meselesi.’
Evrensel'i Takip Et