Papa Franciscus’ten geriye kalan: Şatafatlı yoksulluk

Fotoğraf: AA
Hafta başından bu yana Hristiyanlık aleminin en önemli gündemi Paskalya Bayramı’nın son gününde 88 yaşında hayatını kaybeden Papa Franciscus’un ölümü. Hz. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra dirilişinin kutlandığı bu bayramda ölmek, her papaya nasip olmaz, olmamış da.
Değişik kaynaklara göre Papa I. John 18 Mayıs 526’da, Papa II. Johannes Paul 2 Nisan 2005’de, Paskalya’nın hemen sonrasına denk gelen günlerde ölmüş.
“Yoksullar Kilisesi”nin papası olarak bilinen Arjantinli Jorge Mario Bergogilo’nin tam da kutsal Paskalya’da ölmesi, belki de modern dönemde onun yoksullara en yakın görünen papa olmasının getirdiği şanstır!
Hristiyanlık geleneğinde papalık koltuğunda ölmek ise adeta bir kader. Franciscus da hastalıklarına rağmen bu kadere razı olanlardan. Tarih boyunca 266 papadan sadece sekizi ölmeden görevini bırakmış. Papa Franciscus’tan önceki Papa 16. Benedikt bunlardan biri. 2013’te sağlık sorunlarını gerekçe göstererek kenara çekilmişti. Asıl adı Josef Ratzinger olan Alman Papa 16. Bendikt, Katolik kilisesinin en gerici ve muhafazakar kanadını temsil ediyordu.
Onun yerine görece liberal, “şatafatlı yoksulluk” haliyle “yoksulların papası” gibi görünen bir papanın seçilmesi pek çok kesim tarafından umutla karşılanmıştı. Ancak o da aynı sistemin ve geleneğin sürdürücüsü oldu. Değiştirdiği bir şey olmadı.
27 yıl boyunca papalık koltuğuna oturan Ratzinger’den önceki Papa II. Johannes Paul’ün en önemli özelliği komünizm düşmanlığıydı. Kendisinden önceki Papa I. Johannes Paul (Albino Luciani), 26 Ağustos 1978’de seçilmiş, ancak 33 gün sonra 28 Eylül 1978’de hayatını kaybetmiş ve tarihteki en kısa ömürlü papalardan biri olmuş böylece.
Papa II. Johannes Paul ile birlikte yaklaşık yarım yüzyıldır papalık koltuğuna oturan üç ismin yaptıklarına baktığımızda, üçünün de kapitalist düzenin çarklarının dönmesi için dönemsel ihtiyaçlarına göre hareket ettiği söylenebilir. Soğuk Savaş yıllarının ortasında papalığı üstlenen Papa II. Johannes Paul (Karol Józef Wojtyla), kendisine biçilen misyon çerçevesinde vatandaşı olduğu Polonya’dan başlayarak sosyalizm karşıtı kurulan kampın önemli dayanaklarından, propaganda unsurlarından biriydi. Onun döneminde kiliselerin karanlık dehlizlerinde çocuklara karşı epeyce cinsel istismar olayının yaşandığı öldükten sonra ortaya çıktı.
Küreselleşme, liberalizm, farklı cinsel tercihlerin daha görünür olduğu dönemde görevi devralan Papa 16. Benedikt, sürekli bunlara karşı mücadeleyi esas aldı. LGBT+ hakları, kadınların rolü gibi konularda Orta Çağ zihniyetinin izlerini hep hissettirdi. Bu nedenle döneminde kiliselerden kopuş hızlandı.
Örneğin Avrupa’nın en büyük ülkesi olan Almanya’da 1990’da nüfusun yüzde 35.8’i Katolik, yüzde 36.9’u Protestan olmak üzere toplamda yüzde 72.7’si kiliselere üye idi. Bu oran Papa 16. Benedikt döneminin de içinde yer aldığı sonraki yıllarda istikrarlı şekilde azalmaya devam etti. 2024’ün verilerine göre ülke nüfusun yüzde 23.7’si Katolik, yüzde 21.5’i Protestan olmak üzere yüzde 45.2’si kilise üyeydi. Böylece son 34 yılda yüzde 27.5’lik bir azalmanın olduğu görülüyor. Bu azalmanın en önemli nedeni elbette kiliselere güvenin azalması. Genel nüfus içinde göçmen nüfusun artması da bir diğer faktör.
“Zeitgeist”e (zamanın ruhuna) denk düşmeyen Ratzinger’den sonra görece liberal ve “yoksulların papası” diye sunulan Bergogilo döneminde de hem Almanya hem de Latin Amerika’daki tablo değişmedi. Latinobarómetro 2023, Pew Research verilerine göre Papa Franciscus’un geldiği Latin Amerika kıtasında Katoliklerin sayısı hızla azalmaya devam ediyor. 2000’de kıtanın yüzde 80’i Katolik, yüzde 15’i Protestan, yüzde 5’i de diğer dinlerden idi. 2022’de Katoliklerin oranı yüzde 57’ye düşerken, Protestanların yüzde 29’a yükseldi. Katoliklerin güç kaybetmesinin başlıca nedeni kiliselerdeki cinsel taciz olayları, yoksullukla mücadele adı altında verilen sözlerin yerine getirilmemesi...
Hafta başında televizyon, gazeteler ve internet sitelerinde Papa Franciscus için dizilen methiyeler, yarın yapılacak ve yarım milyon insanın katılmasını beklediği cenaze töreninde ve sonrasında da devam edecek. Kendisinden öncekilerden farklı sergilediği şatafatlı yoksulluğu, mütevazı yaşamı, Mercedes yerine Fiyat arabaya binmesi, sıradan bir Hristiyan gibi gömülmeyi sağlamak için cenaze törenini Aziz Petrus Bazilikası yerine, Santa Maria Maggiore Bazilikasında yapılmasını vasiyet etmesi bunun dolgu maddesi olacak.
En çok timsah gözyaşını ise kilisenin desteğine en fazla ihtiyaç duyanlar dökecek. Bunların başında yaklaşan meclis seçimleri nedeniyle Arjantin’in ultra-neoliberal Devlet Başkanı Javier Milei geliyor. Sağlığında Papa Franciscus’a demediğini bırakmayan Milei yarın en ön sırada olacak. Ve tabii ki diğerleri: Trump, Zelenskiy, Macron, Meloni,... Yarın hep birlikte Franciscus’un ardından timsah gözyaşları dökecekler, yüzyıllardır kilisenin egemenlerin çıkarlarına bağlı olarak geniş halk kesimlerini yedeklemede büyük olanaklar sunduğunun farkındalar. Bu nedenle yenisi seçilene kadar öleni kullanmaya devam edecekler.
Evrensel'i Takip Et