Dağılmayalım

Görsel: Midjourney/Fırat Turgut/Evrensel
Deprem oldu deprem konuştuk.
Gezi davasından tutuklu Tayfun Kahraman’ın da emek verdiği İstanbul zemin raporlarına bakıp evlerimizin durumunu kontrol ettik.
Beyoğlu’daydım, Çiğdem, Mine, Kavala ve Can Atalay’ın hâlâ bedelini ödemekte olduğu Gezi Parkı’nda iğne atsan yere düşmüyordu.
Kentsel dönüşüm ofislerinin telefonları susmamıştır. Bir fiyat alacaktır elbet herkes. Deprem olunca deprem konuşmayı ve sonrasında unutup ölümüne yaşamayı iyi biliriz.
İstanbul’un çoğu korku içindeydi. Araçlarında uyuyanlar, parklara çadır kurup polisle karşı karşıya gelenler, sağlam olduğuna kanaat getirilen evlerde toplaşıp komün yaşama geçenler.
Ölmek istemiyoruz anlaşılan. Herkes hayatta kalmak istiyor elbet.
Uzmanların uyarılarını düşündüm, olası İstanbul depreminden sonra hayatta kalanların neler yaşayacağına dair simülasyonları.
Ola ki dedim enkaz altındayım. 6 Şubat’tan öğrendik, öleceğimizi selalardan haber alırız zaten. Artık beklemeyiz öyle bir umut. Kalan vakit, geçmiş hayatın muhasebesi için kullanılır.
Zira her şey yolunda gitse bile hangi hastaneye gideceksin, kim nasıl yetişecek sana.
Velev ki sağ kaldık. Evine girmeyen milyonların umudu da bu. Düşündüm.
Her gün gittiğin çaycı yok, müdavim olduğun restoran gitmiş, okulunun yerinde yeller esiyor, arşivlerden diploman silinmiş, sergiler yok, müzeler talan, doldurulmuş sahil boyu dükkan dükkan denize karışmış, miting alanı diye icat edilen kent suçu alanları deniz yutmuş, Arnavut kaldırımlar, duvarlardaki murallar, Kurtuluş’un dar sokakları, Asmalı’nın sabaha kadar açık mekanları, Cihangir’in kedileri, Kanlıca’nın, Beylerbeyi’nin cumbalı evleri, yol geçmeyen sadece merdivenle girilen çıkmaz sokaklar, Karaköy’de binaların çatısında saklı tarihi kiliseler yok. Galata Kulesi yok, Ayasofya yok, Moda yok, Yeldeğirmeni, cıvıltılı Kadıköy çarşısı yok. Ve sağ kalmışsın tek tek görüyorsun gidenleri.
Yol bulamıyorsun, semtini çıkaramıyorsun, hiçbir mekanı tanıyamıyorsun, ayakların yalın, cam kesikleri içinde, etlerin ezik. Tırnakların sökülürcesine beton eşeliyorsun, sevdiklerinin nefesini duyar gibisin, yorulamazsın, çökemezsin, bırakamazsın, sağsın ve kimsenin senden başka kimsesi yok.
Sırtında bir pijama, ne soğuk hissediyorsun ne sıcak, ne zaman yemek yediğini bilmiyorsun. İdrarını nereye yapacaksın belli değil ya birileri sote sandığın yerin altında canlıysa?
Açık yaraların enfeksiyon kapıyor, susuzluktan damağın yapışıyor, kirpiklerin bile acırken sen sonsuza kadar aynı hareketi yapacak ve o halde can verecek gibi beton eşeliyorsun, anbean gücün tükenerek.
Yardım çığlıkları arasında, ölmemek için yürümeye ve uzaklaşmaya da karar verebilirsin. Yaşamak arzusu öyle bir şey insanın içinde, kimse yargılayamaz seni, her adımda vicdanın zaten bıçaklayacaktır kalbini.
İstanbul’dan çıkabilmek günler sürecek, yol yok, araç yok, gemilerin yanaşacağı limanlar hasarlı vapurlar belki batık. Bu arada televizyonlar ne gösterecek kim bilir? Muhtemelen “Devletimiz tüm gücüyle yaraları sarıyor” denilecektir.
Birileri gelir diyorsun, dünya ayağa kalkar gelir. 6 Şubat’ta; can güvenliği yüzünden, insanlık suçuna ortak olmak istemiyoruz diyerek giden ekipler onlar. Ya gelmezlerse?
Hadi gelmek istediler diyelim aklına geliyor Atatürk Havalimanı pistlerine millet bahçesi yaptılardı. Diğerleri acaba uçak inebilecek durumda mı?
Ne dere kalmış kent içinde ne bir meyve bahçesi, ne bir çimenlik alan var ne yürüyerek ulaşılabilecek bir sahra hastanesi. Kaynak yok ki hayatta kalabilesin?
20 senelik konut kredinin 14 senesi kalmıştı belki. Onu sana ödeteceklerini biliyorsun, evinden kalan arsaya da rezerv alan yasası, kamulaştırma vesaire diyerek çökecekler nasılsa, aracının kaskosunda yazan küçük harfleri okudun mu hiç? Ya deprem kapsam dışıysa? Sen artık onlarca yıldır ter dökmüş bir emekçi değil, bir hiçsin. Sıfırsın, sıfıra sıfır. Hiçbir şeyin yok artık.
Öyle olmadı mı Hatay’da? Daha geçen hafta çökmediler mi deprem mağdurlarının arsalarına, zeytinliklerine, bağlarına?
Ne Instagram’da görüp özenip beyaz-ahşap-yeşil döşediğin aydınlık ufacık salonun, ne adına imzalı kitapların ne de boğazından artırıp kendini güvene aldığını sandığın birkaç gram altının. Artık bir tek varlığın üzerindeki pijama.
Giyilmiş ama temiz kıyafetler gönderirler Anadolu’dan buraya, sana ulaşması on günü bulur. Ruh gibi giyersin üzerine. Sonra biri gözlerindeki derin kederi fotoğraflayıp paylaşır. Biri de denk gelir ona sosyal medyada, üzerindeki montta ufacık içki markası amblemi görür ya da benzetir ve ölmüş olmanı temenni eder. Sen de aynısını içinden geçiriyorsundur belki o anda.
İnsanlar o kadar kötü olmaz deme, aynısı yaşandı 6 Şubat’ta.
Artık sevdiklerinin çoğu hayatta değil, sadece ailenden de değil tanıdığın hiç kimse kalmamış gibidir. Eski sevgililerin, ilkokul öğretmenin, mahalleden komşun, geçenlerde mahcup hissettiğin garson çocuk, selam vermeden geçmediğin çiçekçi, hiç değiştirmediğin berberin, okuldan arkadaşların, iş yerinden dostların, dernekten arkadaşların, sosyal medyada takip ettiklerin, en sevdiğin şarkıcı, hayran olduğun yazar, işini gören noter katibi, avukatın da belki.
Sıfır noktasındasın hayatta, sıfırdan da geride hatta. Hiç olmasalar tamam ama senin tüm yaşanmışların, rutinin, alışkanlıkların, kazanımların gitti.
Biliyorsun ki artık devlet de seni yurttaş yerine koymayacak. Sen diğer milyonlar gibi hayatının en büyük travmasını yaşarken, yasını tutup yasını aşamaman için başına her şey getirilecek. Hangi hakkını nereden savunacağını, hangi haksızlığın hesabını nasıl soracağını şaşıracaksın.
İşin acısı, 6 ay sonra, sen bir deri bir kemik, kara kışa çadırda sobasız girerken artık senden üç yüz beş yüz kilometre uzaktaki insanların bambaşka gündemler konuştuğunu bileceksin. Öyle olmadı mı 6 Şubat sonrasında? Daha cenazesi bulunmayan insanlar varken biz seçime gitmiştik ya?
Hayatta kalmak istiyor herkes, on altı milyon can havliyle indi sokağa.
Hayatta kalmaktan kasıt da bu anlattıklarım oysa.
Binleri geçmiş on binlere varmıştır kamu zararı, halk sağlığı, insanlık onuru suçları, adaletsizlik dosyaları.
Deprem oldu biz deprem konuşuyoruz. Deprem olduğunda artık konuşamaz olacağımızı bile bile.
Kanal İstanbul konuşuluyordu daha bir hafta önce.
Keşke yalnız o proje yüzünden gönderseydik bu iktidarı...
Böyle yaşanmaz, dikkat dağınık, oradan oraya başı kesik tavuk gibi koşarak.
Dağılmayalım, hayatlarımızı geri almamız lazım.
Özgürlük isteyen gençler tutuklu, depremde yalnız kalan Hatay’ın vekili tutuklu, toplanmak için bulduğunuz alanı açanlar tutuklu, Gezi’yi savunanlar tutuklu, evlerimizin zeminini kontrol edin diye raporlayan tutuklu, haber aldığınız gazeteciler tutuklu.
Depreme hazırlık uzun bir yolculuk, kimlerle yürümek gerektiği belli.
Dağılmayalım.
Adalet depremi de kapsayan koca bir çatı.
Taksim’dir toplanmanın en güzel alanı.
5 gün kaldı, şunun şurası
Gerçekten yaşayabilmek için:
Yaşasın 1 Mayıs!
Evrensel'i Takip Et