Leviathan

Leviathan-Thomas Hobbes | Çizim: Abraham Bosse

Leviathan, Kitab-ı Mukaddes’te geçen dev yaratığın ve Thomas Hobbes’un 1651 yılında yayımlanan kitabının adıdır. Hobbes’un İngiliz İç Savaşı esnasında yazdığı kitabına böylesi ilginç bir başlık koymasının sebebi, iç savaşların ancak kanun ve nizam çerçevesinde güçlü devlet yönetimleri tarafından önlenebileceğine olan inancıdır. Ona göre, bir toplumda devlet tarafından sağlanan hukuk ve nizam olmasa insanlar arası çatışmalar ciddi boyutlara çıkabilir.

Hobbes’un bu görüşünü ve kitabında sergilediği görüşleri, 1632 yılında dünyaya gelmiş olan başka bir Devlet Felsefecisi John Locke’un yargısal işlevle güçlendirdiği yasama ve yürütme erkiyle oluşan devlet yapılanması fikirleri ile birleştirdiğimizde toplum ve devlet çatısını oluştururuz. Bu iki düşünürün ortaya attığı fikirlerin bileşkesinden çok doğru ve yerinde bir çıkarsama yapabilirdik; ne var ki, keşke Sanayi Devrimi ile kapitalist sömürü ortaya çıkmasa ve günümüze dek böylesi devasa güce ulaşmamış olsaydı!

Gerek Hobbes, gerek Locke eserlerinde devletin gerekliliğini ortaya koyarken, aynı zamanda denetlenmediği durumlarda bir canavara dönüşebileceğini de belirtmiş oluyorlardı. Sermayenin oluşmadığı ve kapitalizmin etkili gücüne ulaşmadığı geçmiş dönemlerde devlet ve görevleri ile her türlü ahlaksal ve yönetsel faraziyeler yapılabilirdi. Hatta 1789 Fransız Devrimi ile halkın da asillerle aynı düzeyde seçme ve seçilme hakkını haiz olduğu statüye ulaştırılıp, ‘özgürlük-eşitlik-kardeşlik’ söylemlerinin demokrasi söylemi olarak yaygınlaştırıldığı dönemlerde de, yaşanan krizlere, hatta savaşlara rağmen sermayenin devasa gücü algılanamıyordu. Oysa sermaye yaygın bilinçsizlik ve algılama körlükleri arkasında habis gelişmesini sürdürüyor, bugünkü tahtına ulaşmaya çalışıyordu. O kadar ki, çok ünlü Kamu Ekonomisi Profesörü Richard A. Musgrave de 1959 yılında ünlü Kamu Maliye Teorisi kitabını yazarken, devlete hem kaynak hem de gelir dağılımı konuları yanında bir de ekonomik krizlere karşı istikrarı sağlayıcı işlevler dahi yüklemiştir. Daha bir dizi düşünürün bu bağlamda devlet hakkındaki eserleri sayılabilir, ancak ne hazindir ki, krizler, savaşlar, hatta yoksulluklar yaşanırken, hemen hemen ana akım görüşüne sahip hiçbir düşünür devletin ekonomik karar ve icraatının arka planını, ideolojisini irdelememiştir. Daha da ileri gidecek olursak, günümüzün küreselleşme ortamında ulusal sermayeyi de aşarcasına uluslararası sermayenin devletlere başat olduğu durumları göz ardı edercesine yazılan “ders kitapları” nı da ancak sermayenin emrindeki akademinin işlevleri bağlamında görebiliriz. Adeta Leviathan yer değiştirmiş, sermaye Leviathan olmuş, devlet onun uşağı mevkisine düşürülmüştür. Devletin sermaye ile dansını, ileriki yazılarda değineceğimiz sol yazarlar ele almıştır.

Sermaye büyürken uluslararasılaşmış, geçmişte ticaretin gördüğü uluslararası iletişim ve yakınlaşmayı sermaye akımları sağlamaya, hatta ticaretten çok daha etkin ve hızla gerçekleştirebilmiştir. Ulusların ticaretle yakınlaşmaları ticaret birlikleri oluştururken, sermaye hareketleri ekonomik birlikleri gündeme taşımıştır. Günümüzde bunun da ötesinde birlikler oluşumunu da aşan sermayenin küreselleşmesi, yaratılan artık değerlerin hareket yönünü mutlak merkezileşmeye dönüştürmüştür. İşte, günümüzde merkez ekonomilerin Türkiye gibi çevresel konumlu ekonomilerle yakın ilgisi karakaşımız ile değil, merkez ekonomilerin gerilemeye yüz tutan refah düzeyinin korunması, mümkün olduğu derecede yükseltilmesi ile ilgilidir. Bu konuyu böyle işlememin sebebi, günümüz küresel krizi bağlamında Ortadoğu gibi dünyanın en hareketli ve stratejik bölgesinde bir büyük devlet olarak yer alan ülkemizin egemen güç/güçler tarafından nasıl algılandığının toplum olarak tartışılması ve siyasi tercihlerimizi ona göre belirleyerek yöneticiler üzerinde yönlendirici etkimiz yapabilmemizdir.

Sovyetlerin çözülmesinden sonra Batı dünyası, özellikle de hegemon güç açısından Türkiye’nin yeri ve rolü farklılaşmıştır. Zira artık ne Afganistan işgali vardır ne de ona karşı hazır kuvvet olarak hegemonun emir buyurduğu ‘yeşil (k)uşak’ söz konusudur. Bir zamanlar komünizme karşı görevlendirilen İslam dünyası, yeni durumda bizatihi kendisi bir tehlike kaynağı olarak algılandığından, yeni bir emirle ‘ılımlı İslam’ söylemi ile felsefesinden yoksun salt pratikten ibaret anlayışa yönlendirildi. İslam dünyasının Batı’ya en yakın devleti Türkiye’ye görev biçilirken, İsrail’in vadedilmiş topraklar üzerinde genişletilmiş devletini kurabilmesinin kolaylaştırılması, bölünmüş Kıbrıs’ın bir devlet konumuna çekilerek Avrupa’ya dahil edilmesi, Türkiye’nin Ortadoğulaştırılması gibi pürüzlü konuların sipariş edilebileceği düşüncesi başattı. Bu projenin gösterişli adı ise ‘Ortadoğu Eş Başkanlığı’ idi. Türkiye’nin türbana büründürülüp Ortadoğulaştırılması hem Ortadoğu’da Müslüman ülkeler üzerindeki etkisi, hem de büyük İsrail projesinin yürütülmesinde kolaylık sağlanması açılarından önemli idi. Böylesi kapsamlı projeye Türkiye’yi tav etmek, hem de derin bir krizde 2000 IMF-Derviş programı ile olağandı. Öyle ki, 2000 programını sadakatle uygulayan AKP hem ekonomik açıdan, hem de gerici dinci politikalarıyla seçmen tabanını oldukça sağlam şekilde oluşturduktan sonra, bir de Ortadoğu eş-başkanlık rütbesi ile taltif edilerek halk nazarında kolay silinemez güç kazanmış olarak direktifleri yerine getirmeye amade konuma çekilmiş oldu. Acaba Hobbes Leviathan’ı kaleme alırken böylesi meseleleri de düşünmüş müdür?

Zamana yayılmış olarak gıdım gıdım seyreden bu süreci bütünselliğinde algılama olanaksızlığı hegemonun işini kolaylaştırırken, kökeni ve felsefesi açık olan bir siyasi kadroya anlaşılmaz şekilde destek ve vize veren ‘yetmez, ama evet’ aymazlığı da sürecin ucuz kolaylaştırıcılığı işlevi ile programın yürümesinde inanılmaz kolaylık sağladı. Tek adam sistemine geçişle; eğitim karartılarak, hukuk siyasallaştırılarak, hükümet etmek üzere geçici süreliğine halk hizmetkarlığı görevi ile hükümet kılınanların ilk fırsatta devlet katına çıkarak tek yetkili konuma terfileri hegemonun derdi değil, belki de amacıydı. Benzer görevlerle yükümlü kılınmış kadro Fethullah taşıyıcısıyla devreye alınıp, taşıyıcı FETÖ’nün tasfiyesi ile tek silah olarak işlevli kılındıktan sonra, seçim sisteminin başat olduğu düşünülen bir sisteme rağmen, belki de inadına, ancak ikamesi bulunduğunda devre dışına çıkarılabilirdi.

Günümüzün kavga ortamında toz ve dumanından sıyrılarak zamana yayılmış süreci ana sebep ve taşıyıcı etmenler olarak iki açıdan çok dikkatle ele almalıyız. Öyle gözüküyor ki, her ne kadar toplumsal kıpırdanışı tetikleyen etmenler tek adam sistemi, hukuksuzluk ya da derinleşen yoksulluk olarak yansıyorsa da, temelde yatan asıl sebep yozlaşan ve giderek halkı daha derin sömürüye boğan kapitalist sistem, tali sebep ise sistemik çöküşün maliyetini uluslararası alanda özellikle de gelişmekte olan çevresel ekonomilere yıkmaya çalışan hegemonun örtülü/yönlendirici direktifleridir. Hegemonun emirleri bağlamında meseleye bakacak olursak, yaşadığımız sıkıntıların, içinde sürüklendiğimiz küresel kapitalist sistemin hegemon tarafından yönlendirilerek bizler gibi çevresel konumlu ekonomilere dayattığı maliyetler olduğunu görürüz.

Büyük coşkuyla kutladığımız 23 Nisan Bayramı’nın tüm dünya çocuklarına kutlu olmasını ve çocuklara ve hepimize mutluluk getirmesini dilerim!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İmamoğlu çıksa da mitingler sürecek
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Evrensel’e konuştu:

İmamoğlu çıksa da mitingler sürecek

19 Mart’ta, İstanbul Belediyesini hedef alan operasyonların ardından başta gençlik olmak üzere toplumun birçok kesiminden gelen itirazlar ülkeyi sarsarken, iktidarın yargı yoluyla siyaseti düzenleme planlarını da büyük oranda akamete uğrattı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’le şimdiye dek yaşananları ve önümüzdeki döneme ilişkin planlarını konuştuk

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Erdoğan AFAD'la yaptığı deprem toplantısında "Deprem uzmanlarıyla görüşün, farklı fikirleri de dahil edin" demiş.

Evrensel'i Takip Et