Papa Francis’in yoksullara sevdası, Marksizm ve din

Fotoğraf: AA
Din ve Marksizm, çoğunlukla birbirinin zıddı olarak algılanır. Marx ve Engels’in din hakkında söyledikleri malum. Yine de yüz yılı aşkın süredir, Marksizm’le dini barıştırmaya çalışan yığınla kitap ve makale yayımlandı. Bunların bazıları, Marx’ın söylediklerinin yanlış anlaşıldığını da iddia etti. Fakat bu eserlerin çoğunda dahi, devrim ve sosyalizme gönül veren dindarların, eski geleneklerini terk ettikleri söylenir ya da ima edilir. Türkiye’de de, Katolikliği ve Marksizm’i birleştiren Kurtuluş Teolojisi yıllarca bu varsayımların gölgesinde tartışıldı.
Bu hafta yaşamını yitiren Papa Francis, mesleğinin ilk yıllarında muhafazakar bir duruşa sahipti. Kurtuluş Teolojisi’ne karşıydı. Sonradan bu konudaki tavrını yumuşattıysa da, özellikle cinsel konularda muhafazakarlığını korudu. Tüm bunlara rağmen, yoksulluk, çevre, göçmenler ve Filistin konularındaki açıktan solcu duruşuyla, “yoksulların ve Küresel Güney’in papası” olarak tarihe damgasını vurdu.
Görünüşte bir çelişkiler yumağı olan Francis, sosyalistler için din meselesinin ne kadar karmaşık olduğu konusunda iyi bir hatırlatma. Din toptan iyi ya da kötü bir olgu olmadığı gibi -İranlı sosyalist İslamcı Ali Şeriati’nin meşhur ifadesini kullanarak söyleyelim- “ezenlerin dini” ve “ezilenlerin dini”ni birbirinden ayırmak o kadar da kolay değil.
“Ya dini geleneklerine sadıksındır ya Marksizm’e” varsayımının en sarsılmaz olduğu konulardan biri de sadaka.
Latince’de sadakanın karşılığı “caritas.” Modern İngilizce’deki ifadesiyle charity, Fransızca’da charité. Caritas sözcüğü, bin yıllar içinde çok büyük dönüşümlere uğruyor. Bu kelimeyi tanrı aşkı, komşuya ve aileye duyulan sevgi, tüm insanlığa duyulan yakınlık manasında kullanmak arasında çok gelgit yaşıyor Hristiyan düşünce. Fakat yüzyıllar boyunca “sosyal” bir damar, bu aşkın bir boyutunun yoksullara yardım olduğunu vurguluyor. Aşk ve sadaka aynı kelimede yoğunlaşıyor bu yüzden.
Sadaka, teolojik bir mücadele alanı. Francis, bu mücadelede yoksulluğun kapitalizmden kaynaklandığını vurgulayanların elini güçlendirdi. Yoksulluğun geçici yardımlar veya bireysel sorumlulukla çözülemeyeceğini anlatan metinler yazdı. Fakat bu yapısal açıklamalarını, tamamen yoksullara duyduğu ilahi aşk ile temellendirdi.
Francis’in yoksullara duyduğu aşk, tamamen Marksizm’den devşirilebilecek bir duygu değil. Fakat Marksizm’i mecburen olumsuzlayan bir duruş da değil. Bu aşk, en net biçimiyle açıktan Marksist bir Katolik olan Gutierrez’in düşüncesinde, devrim ve sosyalizm ile iç içe geçmişti. Kalp ve zihin, merhamet ve cesaret, Hristiyanlık ve Marksizm arasındaki karşıtlığın ötesine gitmişti Gutierrez. Francis’in Katolik dengelerde yoksullara en büyük katkılarından biri de, on yıllardır dışlanmış olan Gutierrez’i tekrar kiliseye kazandırmasıydı. Francis’in duruşu Gutierrez kadar net olmasa da, caritas kavramının ve yardım pratiklerinin antikapitalist bir yöne kayması ile sonuçlandı.
Francis’in katkıları, kısmen caritas sözcüğünün derinliğini bilmemekten, yanlış anlaşılmaya açık. Sol, Francis’i sadaka kültürüne teslim olmakla, Kurtuluş Teolojisi’nin mesajına ihanet etmekle suçladı… Sağ, Marksizm’e kapılıp Hristiyanlığa sırtını dönmekle. İki taraf da Kurtuluş Teolojisi’nde “caritas”ın zaten hem Marksist hem Hristiyan anlamları olduğunu ya görmedi, ya da görmezden geldi.
Francis’in çevre konusundaki müdahaleleri de aynı şekilde ilahi aşkı ve yoksullara sevdayı, yapısal bir kapitalizm eleştirisi ile harmanladı.
Kısacası, sadaka basit bir meşrulaştırma, pasifleştirme aracı değil, çoğunlukla böyle bir işleve hizmet etse bile. Binlerce yıllık bir geleneğin ve o gelenek üzerinden verilen savaşların birikimi. Bir varoluş biçimi. “Ben bu dünyada ne yapıyorum, niçin varım?” sorularına verilen bir cevap.
Elbette herkesin bu sorulara cevabının dini ya da ruhani olması gibi bir zorunluluk yok. Sartre gibi ateist varoluşçuların izinde, alemdeki varlığımızın tamamen rastlantısal olduğu, insanın sonradan bu boşluğa bir anlam verdiği de iddia edilebilir. Fakat unutmayalım ki, milyarlarca insan hâlâ varoluşsal sorulara dini cevaplar veriyor. Üstelik Sartre’ın yaklaşımını ilahiyat süzgecinden geçiren cevaplar da var. Yukarıda değindiğim Ali Şeriati buna örnek.
Bize düşen, kendi inancımız ya da inançsızlığımız ne olursa olsun, hayli karmaşık ve dinamik olan din alanında sol güçlerin varlığının ayırdına varıp, önlerini açmak. Eksiğinin gediğinin farkında olarak… Eleştirmeye de devam ederek.
Evrensel'i Takip Et