Selçuk Kozağaçlı özgürdür!

Fotoğraf: MA
Sevindiren haberi Çağdaş Hukukçular Derneğinin (ÇHD) sosyal medya hesabından, Kozağaçlı’nın fotoğrafıyla paylaşılan “Onursal başkanımız Av. Selçuk Kozağaçlı tahliye olmuştur!” notundan öğrenmiştik.
Selçuk Kozağaçlı 16 Nisan akşamı bir roman sayfasından çıkar gibi katılmıştı aramıza. Sonradan öğrendiğimize göre kimseye haber verilmeden tahliye edilip öylece bırakılmış, Marmara Cezaevinin çıkışında 19 Mart operasyonlarında tutuklandıktan sonra serbest bırakılan gençlerin yakınları ve avukatlarıyla karşılaşmıştı. Karşılaşanlardan biri sosyal medyada “Bugün tahliye olacak arkadaşlarımızı almak için gittik. Bir anda Selçuk hocayı dışarıda gördük, inanılmaz bir andı” notunu düştü.
Bu müthiş tesadüf sırasında cezaevinin önünde bekleyenler Kozağaçlı’ya çiçek vermiş, Kozağaçlı onlara şöyle seslenmişti:
“Herkese merhaba. Ben biraz sürpriz bir tahliye oldum. Ama dışarıda beni daha büyük bir sürpriz bekliyordu. Bugün tabii ki tek tahliye ben değilim, başka tahliyeler de var. Şimdi hep beraber bekliyoruz gençleri. Onları da alınca buradan ayrılacağız. 8.5 sene doldu benim bugün. Hapishane kendisine saygısı olan insanların korkması gereken bir şey değil. Kendinize inandığınız sürece, mücadelenize inandığınız sürece hapishane bu yolun üzerinde duruyor. Girilir, çıkılır. Önemli olan kendimize saygımızı, birbirimize sevgimizi kaybetmemek. Mücadele ediyoruz. Bu şekilde hayatlarımızın elimizden alınmasına izin veremeyiz. Bu şekilde bu kadar kötü yönetilen bir ülkeye izin veremeyiz. O yüzden mücadele ediyoruz. Bunun içerisinde eğer hapishane varsa endişe etmeyin. Hapishaneye bir çıkıyorsunuz. Çıkınca gayet neşeli kalabalıklarla karşılaşıyorsunuz. Mücadele etmek önemli, güzel. Umarım daha uzun, daha çok konuşuruz. Teşekkür ediyoruz.”
Zıpkın misali enerjisi ve zarif mütevazılığıyla sarıvermişti tesadüfen orada olan ama önceden tanımadığı genç yoldaşlarını. Kısa görüntü ve fotoğraflardan yansıyan gülümseyişler, keşke orada olabilseydim dedirtip, kıskandırmıştı hepimizi.
***
Sonra tıpkı 2018’de, bir yıllık tutukluluğunun bitişinin iki gün sonrasında hakkında yeniden yakalama kararı çıkarılışında olduğu gibi, ertesi gün bir kez daha hapsedildi Kozağaçlı.
Savcılığın itiraz başvurusunda; “Gözlemlenen tutum ve davranış değişikliği ile gelişim motivasyonunun düşük olduğu… kişinin terör örgütü üyeliğinden ayrıldığına dair somut bir beyanı veya davranışının kurumca tespit edilemediği… kişinin salıverilmesi sonrası toplumla bütünleşme süreci ve gelecek motivasyonu hakkında olumlu bir kanaat oluşmadığı, topluma ve mağdura zarar verme riski konusunda anlaşılır, samimi ve olumlu bir kanaat oluşamadığı” gerekçeleri ileri sürülmüştü.
Bu satırların yazarı dahil olmak üzere yeniden hapsedilmesine canı çok sıkılanlara Kozağaçlı yazdığı mektupla hep yaptığı gibi moral ve devrimci enerji aktardı:
“Beni hapishane kapısında bulup çiçeklerini, coşkularını, arkadaşlıklarını ve hatta kendi tahliyelerinin sevincini paylaşarak hızla yeniden mücadeleye çağıranlar: Merhaba!
İstiklâl Caddesi’ni, İstanbul Barosunu, salonları, merdivenleri birer karşılama ve kucaklaşma mekânına dönüştürerek bana avukatın, stajyerin, hukuk öğrencisinin nasıl bir güç ve güzellik taşıdığını hatırlatanlar: Merhaba!
Telefon ederek, sosyal medya hesaplarından, televizyon ekranından, yolda durdurup sarılarak “Hoş Geldin!” diyenler: Merhaba!
Sevgili dostlar, meslektaşlar, yoldaşlar; sağ olun.
Sonu nasıl gelirse gelsin, yaşamımdaki en güzel günlerden biriydi, umut ve inançla doldum.”
Aslında yeni değildi bu devrim koşucusu hali. Mahpusluğunun ilk yıl dönümünde yazdığı mektupla da cesaret ve umut saçmıştı odalarımıza:
“Tam üç yüz altmış beş gündür tek kişilik hücredeyim. Boyu üç metre yetmiş beş santim, eni üç metre yirmi beş. “Belki saymayı mutsuzluk bulmuştur, mutsuzlar hep sayar” demiş Didem Madak “Karınca Kumu”nda; ama ben mutsuz değilim. Faşizm kişisel bir sorun, can sıkıntısı, fiziksel acı yahut duygusal ıstırap değil. Bunların hepsine yol açabilse dahi o özünde son derece nesnel bir baş belası. Birimize değil hepimize; “Gel dövüşeceğiz!” diye edepsizce sırıtan bir kabadayı. Benimkisi çağrıldığında gitmekten ibaret. “Gitmeyiver sen de çağırdığında, otur evinde, gidip dayağı yiyeceğine…” diyorsanız; kapalı perdeler arkasından çıkılamayan mekânların sözde güvenli melankolisine değil, açık havanın tehditkâr romantizmine ihtiyacımız var, derim. Zaten saklanamazsanız, neredeyseniz oraya gelir bir süre sonra. Yani romantiğiz evet ama mutsuz değiliz.”
***
Mümkün mü ‘tutsak’ demek Kozağaçlı’ya?
Selçuk Kozağaçlı özgürdür, hep öyleydi.
Evrensel'i Takip Et