28 Nisan 2025

Eczanedeki mutfak, sofradaki eczane: Muğlaklık ve sağlık

Fotoğraf: Pixabay

Yemek masalarımızın eczane vitrini, eczane vitrinlerinin evlerimizdeki buzdolabı misali evrildiği ahir zamanlardayız.

Lokantalar gıda eczanesi, eczaneler ilaç lokantası toplumsal algımızda zaman zaman.

Tonlarında fark olsa da nicedir toplumun tüm katmanları ve her bir yaşam alanında, sofralarımız iştah, lezzet ve sohbet üçlemesinden savruldu. Yiyip içtiklerimizde yağ, kalori hesabı yaptıkça rıza temelli bir dönüşüm yaşadık: Adeta birer ilaca dönüştü kimi gıdalar ve bir o kadar da kursağımızda kalıyor zehir misali geriye ne kaldıysa: Yeme mecburiyeti toplumsal tahayyüle dönüşerek bir ibadet gibi sirayet ediyor benliğimize.

Yarım asrı deneyimlemiş olanlarımızın daha net fark edebileceği üzere sofra sohbetleri dönüştü. Sevdiceklerimiz için düne kadar ‘Sen bunu seversin, biraz fazla bıraktım tabağına’ cümlesi yerini ‘Sağlığın için yememen gerekiyor’ cümlesi aldı. Yemek nicedir her birimize lezzeti ve onun yarattığı hazzı değil kilolarımızı, hastalıklarımızı hatırlatıyor. Sağlık sektörü için belki de en büyük reklam panosu sofralarımız ve bedenlerimiz: Hele bir de şişman ya da göbekliysek…

Düne kadar ‘günde kaç kez, kaç ölçek’ sözü ilacı hatırlatırken bugün sofralarımız, yiyip içtiklerimiz için bir tanım.

Mutfak kültürü eczane vitrini misali dönüştü, bir o kadar da eczane vitrinlerinin görünür kısımları geçmişin mutfağının yerini aldı: Vitaminler, kollojen, magnezyumundan kalsiyumuna, minerallerden protein tozuna envai çeşit ürün: İlaç mı, gıda mı?

Farkındalık dönemecindeyiz beden ve mutfaklarımızda. Kapitalizm bireysel farkındalıkların ekmeğini yemekte nicedir. Farkındalık öz olarak pozitif bir gelişme olmakla birlikte, kolektif farkındalık yerine bireysel farkındalık gelişiminin kışkırtılması, toplumsal sorunlarda sorumluluğu bireye yüklemenin bir yolu değil mi sizce de?

Hekimlik doktorluğa indirgendikçe, toplum ve birey bir o kadar öksüz kalmakta kapitalizmin hoyratlığında. Nicedir hekimliğin topluma dönük söylemi doktorluğun bireye dair vaazı ile yer değiştirdi. ‘Bizi hasta eden ne’ sorusuna yanıt yerini ‘Ben nasıl sıyırırım bu hengameden’ bireyselliğinde doktorculuk ile buluştu.

Yürüme bantlı çalışma masasının mucidi kim olabilir sizce? Bir endokrinoloji uzmanı, James Levine. ‘Çalışmak ibadettir’ sözü yerine ‘Egzersiz yaparak çalışmak ibadettir’ demiş olmuyor mu?    

Sınırların, geçişlerin bulanıklaştırıldığı bir tarihsellikte zorunlu çalışma, zorunlu egzersiz ile hemhal kılınmak isteniyor.

Bulanıklaşma salt çalışma ve egzersiz arasında yok: Gıda ve sofra ile ilaç ve eczane arasındaki fluluk da paralel bir şekilde belirginleşiyor. Sağlıklı kalmak artık aslanın ağzında: Piyasacı sağlık endüstrisi için daha fazla para kazanmak, bu nedenle daha çok çalışmak ve buna bağlı gelişen metabolik arazlarımız için daha fazla egzersiz yapma mecburiyetindeyiz.

İş hayatında verimlilik ve performans baskısı ile egzersiz daha iyi çalışmak için bir göreve dönüşüyor. İş ve özel hayat dengesi şirazesinden çıkınca, sağlık ya da keyif için egzersiz işin bir uzantısı gibi görünmüyor mu her birimize?

Gün olup kilo ve hastalıklarımıza göre porsiyon ve tabak içeriği hazırlayan robotik lokantalar önünde kuyruk oluşturursak sakin şaşırmayalım.

Robotların giderek insanileştiği insanın robotlaştırıldığı bir yakın gelecek hiç de keyif vermiyor düşününce.

Oysa hep birlikte sorabilsek ‘Bizi hasta eden ne?​’ sorusunu, çözümü kolaylaşır. Bunu bir mücadele alanına dönüştürmeyi başaramazsak giderek artan ‘kişiselleştirilmiş tedavi’ reklam panolarının bir müşterisi kılınacağız nihayetinde. Bunun adı şifa için tıbbi yoksulluk değil de ne?

Sağlıcakla kalın.

Evrensel'i Takip Et