28 Nisan 2025

Rojava Ortak Tutum Konferansı ve bölgesel etkileri

Rojava’da 2012’den bu yana devam eden Kürtler arasında birlik arayışı, 26 Nisan’da Kamışlo kentinde düzenlenen ‘Rojava Birlik ve Ortak Tutum Konferansı’ ile yeni bir boyut kazandı. Ana bileşenini PYD’nin başını çektiği PYNK (Ulusal Birlik Partileri) ile Barzani çizgisindeki partilerin kurduğu ENKS’nin (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) oluşturduğu ve Irak Kürdistan’ından KDP ile YNK ve Türkiye’den DEM Parti’nin de temsilci gönderdiği konferanstan çıkan kararlar hem Suriye’nin geleceği ve hem de Kürtlerin bölgesel pozisyonları bakımından önem taşıyor. Ancak Kürtlerin bölgesel dengeleri lehlerine çevirmeye yönelik bu hamlelerinin ne kadar başarıya ulaşacağını yine bölgenin yeniden dizaynı sürecinde oluşacak dengelerin belirleyeceğini söyleyebiliriz.

Öncelikle belirtmek gerekir ki;  Rojava’daki iki temel siyasi gücün (PYD ve ENKS) aralarında uzunca bir dönemdir devam eden anlaşmazlıkları ve gerilimi aşarak ortak konferans düzenleyip geleceğe dair ortak tutum belirlemelerini Kürtlerin hanesine bir kazanım olarak yazmak gerekiyor. Çünkü 2012’de Hewler ve 2014’te Duhok Anlaşmalarının imzalanmasına, 2020’de de ABD’nin ara buluculuğunda birlik görüşmeleri yapılmasına rağmen Suriye Kürtleri arasındaki anlaşmazlıklar çözülememişti.

Yapılan anlaşma ve ara buluculuk girişimlerine rağmen Rojava’daki bu iki siyasi güç arasındaki sorunların geçmişte neden çözülemediği sorusunun yanıtı aslında bugün nasıl bir araya gelebildiklerini de açıklıyor.

2012 yazından başlayarak PYD, Suriye’deki iç savaşın bir sonucu olarak Rojava’da özerk kanton yönetimlerinin kurulmasına/ilan edilmesine öncülük etmişti. PYD’nin 2014’te IŞİD’in Kobanê kuşatmasına karşı direnişi sürecinde bölgesel çıkarları için ‘IŞİD ile mücadele’ stratejisini benimseyen ABD ile iş birliği, daha sonra SDG’nin (Suriye Demokratik Güçleri) kuruluşu ile bugüne kadar devam etmişti. Sınırlı bir güce sahip olan ENKS ise, Türkiye’nin desteklediği SMDK (Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu) içinde yer alıyordu. Dolayısıyla iç savaş boyunca PYD rejim ve cihatçı güçlerden bağımsız bir tutum almış ve ENKS ise, Türkiye destekli muhalif güçlerin yanında yer almıştı. Öte yandan PKK’nin Irak Kürdistan’ından çıkmasını isteyen ve Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına sessiz kalan KDP ile PKK arasındaki gerilim, Öcalan çizgisindeki PYD ile Barzani çizgisindeki ENKS arasındaki anlaşmazlığı da derinleştiriyordu.

Ancak İsrail’in Gazze savaşını bölgeye yayarak Hizbullah başta ‘direniş ekseni’ içindeki güçlere darbeler vurması ve bağlantılı olarak Suriye’deki Esad/Baas rejiminin düşmesi, yeni bir durum ortaya çıkardı. Rejimin düşmesi, Kürt siyasetinin bu iki akımının geçmişte izledikleri farklı politikaları yeni duruma göre güncellemelerini zorunlu hale getirdi. Dahası her ne kadar statü taleplerinde farklılıklar olsa da (PYD özerklik ve ENKS federasyon istiyor) Kürtlerin Suriye’de siyasi statü elde edebilmeleri için HTŞ’nin geçici yönetimine karşı ortak tutum almaları gerekiyordu.

Öcalan’ın 27 Şubat’ta PKK’ye kongre toplama ve kendini feshetme çağrısını yapması ve bu kapsamda Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimine de bir mektup göndermesi, PYD ve ENKS arasındaki birlik ve ortak tutum görüşmelerinin önünün açılmasında etkili bir rol oynadı. Öcalan’ın mektubunu SDG Komutanı Mazlum Abdi ile KDP Başkanı Mesut Barzani arasındaki görüşmeler izledi.

Kuşkusuz Kürtler arasındaki birlik ve ortak tutum görüşmelerinin bir sonucu olarak 26 Nisan’da Kamışlo’da bir konferans düzenlenebilmesinde bu görüşmelerin ara buluculuğunu yapan ABD ve Fransa’nın belirleyici bir rolü bulunuyor. ABD ve Fransız emperyalistleri hem HTŞ’nin kontrol altında tutulmasında ve hem de bölgede ucu İran’a uzanan yeniden dizayn politikası bakımından Kürtlerle iş birliğini devam ettirmek istiyorlar. Elbette İsrail de Kürtlerin statü sahibi olmasını kendi “güvenlik stratejisi” için kullanışlı buluyor.

Bu noktada ‘Rojava Birlik ve Ortak Tutum Konferansının hemen öncesinde Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot’un Irak Kürdistan Bölgesi’ne yaptığı ziyarete dikkat çekmek gerekiyor. Barrot Erbil’de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani, KDP Genel Başkanı Mesut Barzani ve YNK Genel Başkanı Bafil Talabani’nin yanı sıra SDG Komutanı Mazlum Abdi ile de bir görüşme gerçekleştirdi. Barrot’un bu görüşmelerden sonra “Suriye’deki geçiş sürecinde Kürtlerin hak ve çıkarları tam olarak dikkate alınmalıdır” demesi, Fransa’nın Kürtler arasındaki ara buluculuk rolünü ve bu rolün arkasındaki hedefi de ortaya koyuyordu.

Bu girişimlerin bir devamı olarak 26 Nisan’da gerçekleştirilen Rojava Birlik ve Ortak Tutum Konferansının sonuç bildirgesinde önemli kararlar alındı.

Birinci olarak; Suriye’nin çok uluslu, çok dinli ve çok kültürlü yapısının tanınması ve yeni Suriye’de bunların anayasal güvenceye alması isteniyor. Bu talep, Suriye’de yakın dönemde katliamdan geçirilen Alevilerin, Dürzî ve Hıristiyan azınlıkların yanı sıra kadınların da haklarının güvenceye alınacağı, yerelin özgünlüklerini gözeten demokratik bir Suriye’yi tarif ediyor.

Konferansın sonuç bildirgesi ikinci olarak, Suriye’deki Kürt sorununa demokratik ve ademimerkeziyetçi bir temelde çözümü talep ediyor. Suriye’de bu talepler temelinde çoğulcu, demokratik bir sistemin inşası konusunda HTŞ’nin geçici yönetimiyle görüşmelerin yapılabilmesi için de zaman kaybetmeden ortak bir Kürt heyetinin oluşturulması karar altına alındı.

Bu kararların ‘geçiş dönemi’ adı altında 5 yıl boyunca Colani’nin bütün yetkileri elinde topladığı bir yönetim ilan eden HTŞ’yi ve onun en büyük destekçisi Erdoğan iktidarını rahatsız ettiğine şüphe yok. Ancak mevcut güç ilişkileri hareket alanlarını sınırladığı için HTŞ ve Erdoğan yönetimi şimdilik gelişmeleri izlemeye ve zaman kazanmaya çalışıyor.

Erdoğan iktidarının bu sürece dair hesaplarının iki boyutundan söz edilebilir: Bir yandan Suriye ve bölgedeki yayılmacı emellerinin en önemli dayanağı haline gelen HTŞ’nin güç ve meşruiyetini arttırmaya çalışıyor. Bu dönemde Suriye’de Kürtlere yönelik saldırı politikasını durdurmasının en önemli nedenlerinden biri de bu. Çünkü Kürtlerle çatışma ve gerilimin devam etmesi, HTŞ yönetimini de zora sokuyor.

İkinci olarak, uzunca bir dönem iş birliği yaptığı ENKS ve Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki Barzani yönetiminin denkleme dahil olmasının SDG’nin gücünü sınırlaması beklentisini taşıyor. Öcalan ile yürütülen süreci de bu yönlü baskıları arttırmanın bir dayanağı olarak kullanmak istiyor.

Bitirmeden önce şunu da söylemek gerekiyor: HTŞ yönetimine karşı ortak tutum belirleme yönünde attıkları bu önemli adım, Kürt siyasetinin bu iki gücü arasındaki sorunların bittiği anlamına da gelmiyor. Bununla birlikte bir yandan HTŞ’nin ve Erdoğan iktidarının gerici, antidemokratik politikaları ve öte yandan ABD, Fransa ve İsrail’in Kürtlerin demokratik taleplerini kendi çıkarları için istismar etmeye çalışmaları süreci fazlasıyla kırılgan hale getiriyor. Kürtlerin ulusal-demokratik talep ve mücadelelerini demokratik bir bölge kurmanın bir parçası ve dayanağı haline getirmek; gerici güçlere ve hesaplara karşı Türkiye ve bölge halkları arasındaki ortak mücadele ve dayanışmayı büyütmekten geçiyor.

Evrensel'i Takip Et