‘Süreç’ ve büyük yoksulluğumuz
Başkanlığını yapan Doç. Dr. Buğra Gökçe’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesine (İBB) yönelik soruşturma kapsamında tutuklandığı İstanbul Planlama Ajansı (İPA) tarafından yayımlanan nisan ayı verilerine göre, İstanbul’da dört kişilik bir ailenin ortalama yaşam maliyeti 90 bin 32 TL’ye yükseldi. Geçen yılın aynı dönemine göre maliyet yüzde 51.7 oranında artarken, en yüksek fiyat artışı eğitim ve konut harcamalarında kaydedildi. Eğitim alanında yıllık fiyat artışı yüzde 125’e ulaşırken, onu yüzde 81.3 artışla konut harcamaları izledi.
İPA tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlanan “İstanbul’da gençliğin demografik ve sosyoekonomik profili: 20 yıllık değişim” başlıklı kapsamlı araştırmaya göre ise, İstanbul’daki gençler hayatlarının en üretken dönemini ciddi ekonomik baskılar ve gelecek belirsizliği içinde geçiriyor. Araştırmaya katılan gençlerin yüzde 49.2’si geçim sıkıntısını, yüzde 47.9’u ise geleceğe dair kaygıyı en büyük sorun olarak dile getiriyor.
Bu veriler, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin tutuklanan Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 18 Mart günü diplomasının iptalinden bir gün sonra başlatılan İBB operasyonunun ardından ortaya çıkan kitlesel öfke dalgasının ekonomik ve toplumsal zeminini de açıklıyor.
Tam da bu nedenlerle Saraçhane’nin önünde kendisine mikrofon uzatılan ya da Maltepe’deki büyük mitinge katılanlar arasında sohbet ettiklerimiz, eylemlere katılma gerekçelerinin İmamoğlu’nun tutuklanmasına tepkiyle sınırlı olmadığını ifade ediyordu. İrade gasbına tepki, büyüyen yoksulluk ve gençler açısından geleceksizlik girdabının yarattığı baskının toplamına bir isyandı.
Arkadaşımız Uğur Zengin’in, dün Evrensel’in manşetinde yer alan yazısındaki, “Emeğin büyük cendereye alındığı bu yılın ilk üç ayında Erdoğan’ın yeğeni Üsame Erdoğan’ın holdingi 1000 Yatırımlar Holding net kârını yüzde 609 bin 757 artırdı” vurgusunu, çarpıcı bir gerçeklik olarak bu tabloya ekleyelim: ‘Yeğenler ve ezilenler’
Türkiye, bu tablonun yanında, henüz önüne net bir sıfat ekleyemediğimiz ‘süreç’ ile ilgili gelişmeleri de eş zamanlı yaşıyor.
MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin DEM Parti yöneticileriyle Mecliste tokalaştığı 1 Ekim 2024’ten Öcalan’ın 27 Şubat 2025 günü PKK’ye yönelik olarak yaptığı fesih ve silah bırakma çağrısının ardından geldiğimiz noktada, Öcalan’ın çağrısının gereğini yapmış olan bir PKK gerçekliği var.
Belirli bir kesim AKP iktidarının, İBB’ye yönelik 19 Mart operasyonu karşısında ortaya çıkan kitlesel tepkilerle yaşadığı sıkışıklığı, ‘terörsüz Türkiye’ propagandası ve onun etrafındaki ‘çözüm’ beklentilerinin sağladığı avantajla aşmaya çalıştığını düşünüyor.
Türkiye’nin, Antalya’da NATO dışişleri bakanları gayriresmi toplantısına ev sahipliği yaptığı günlerde aynı anda Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında İstanbul’da da önemli diplomatik temaslara ev sahipliği yapmasının, iktidarın içeride yaşadığı yıpranma payı karşısında ihtiyaç duyduğu bir vizyon desteği olduğunu ekleyelim. Bunlara ek olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sahada 75 milyar metreküplük yeni doğal gaz keşfi yaptık. Bu miktarla konutlarımızın ihtiyacını yaklaşık 3.5 yıl boyunca tek başına karşılayacağız” açıklamasını yaptı.
Muhalefet cenahı içinde azımsanmayacak bir kesimde şu endişe öne çıkıyor: “İktidar Kürt meselesinde çözüm beklentilerini nispi adımlar ile diri tutarak ve büyük ölçüde zamana oynayarak DEM’i yedekleyip yaşadığı tıkanmayı aşmayı hesaplıyor. "Bu endişenin iktidara dair kısmına katılmamak elde değil. Ancak hem Öcalan, hem DEM Parti ve hem de ülkenin toplam gerçekliğinin Erdoğan’ı, bu beklentileri bakımından mutlu etmek için ahenkli bir çalışma içinde olabileceklerini düşünmek hiç gerçekçi değil.
Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölge kentlerinde yapılan araştırmalarda epey bir süredir, ekonomi ve yoksulluğun birincil gündem olarak çıktığını hatırlatarak devam edelim.
Karşımızda son on yıldır düzenli olarak oy kaybeden ve muhalefeti bölerek yönetme limitleri aşınmış bir iktidar olduğu unutulmasın. Siyasetin, kitlelerin algılarının yukarıdan yapılan ayarlamalarla yönlendirilebildiği basit bir oyun olduğu sanılmasın.
Antonio Gramsci’nin, ‘Eskinin öldüğü, yeninin henüz doğmadığı canavarlar zamanı’ diye tarif ettiği ana benzer bir yerdeyiz. Tam bu noktada, yeninin aklına ve dirayetine sonsuz ihtiyaç var.
Evrensel'i Takip Et