Sosyalizmsiz dünyada barış ve demokrasi
Özlem Kaygusuz’un Birikim dergisinin web sitesinde ‘Rejimin otoriter pazarlıkları ve Kürt meselesi’ başlıklı yazısında (28 Mayıs 2025), liberal demokrasinin krizi değerlendirilirken, “Öyle ki, 1940’lardan bu yana ilk defa dünya üzerinde otoriterleşmekte olan devlet sayısı, demokratikleşmekte olanları geçmiş durumda ve otoriterleşmenin durdurulabildiği ya da geri döndürülebildiği örnek de çok az” deniliyor.
Yazıda, “Ortadoğu, Afrika ve Güney/Doğu Asya ülkelerindeki uzun tek kişi/ tek parti yönetimlerinin, refah dağıtımı karşılığında yönetilenlerin sivil ve siyasal haklarından vazgeçmelerini, otokratların baskı ve şiddetine rıza göstermelerini ifade eden’ bir kavram olarak ‘otoriter pazarlık” hatırlatılırken, “İleri düzeyde kapitalistleşmelerine rağmen (için?) tam demokrasiye geçemeyen, kusurlu-hibrid demokrasi kategorileri arasında gidip gelen Meksika, Güney Kore, Brezilya, Polonya, Macaristan, Venezuela ve Türkiye gibi ülkelerde ise daha karmaşık bir süreç” görüşüne yer veriliyor.
Türkiye’de siyasal alanın iktidar tarafından kuşatılmasında CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılmasına verdiği desteğin payı da hatırlatılırken, katıldığımız şu saptamalara varılıyor: “Türkiye’nin uzun otoriterleşme süreci, siyasete etki etme kapasitesine sahip tüm muhalefet aktörleri ve toplumsal güçler için derslerle doludur. Kürt siyasetçilerin bu uzun süreçte yaşadıkları deneyimler, ödenen ağır bedellere paralel olarak içselleştirilmiş deneyimlerdir. En önemlisi, liderini değiştirmiş ve ekim 2024’den bu yana -bir dönem DEM’in maruz kaldığı- aşırı siyasal baskı altına alınmış, adeta bir varlık/ yokluk mücadelesi veren CHP de, bundan sonra iktidarla herhangi bir otoriter pazarlığın tarafı olamayacak bir noktaya evrilmektedir. Diğer yandan bu süreç devam ettiği müddetçe iktidar koalisyonu milli güvenlik gibi çok güçlü bir otoriter pazarlık zemininden mahrum kalacaktır. Kürt siyasi oluşum ve aktörlerinin ulusal ve uluslararası düzeyde meşrulaşmaları, terörle ilişkilendirilmekten kurtulmaları, gerek kendileri açısından, gerekse rejimin otoriter pazarlık stratejisinin tamamen elimine edilebilmesi bakımından önemli bir kazanım olacaktır. Bu noktada sürecin gidişatını belirleyecek dinamik, iktidar-DEM Parti ve Kürt siyasetinin diğer bileşenleri olduğu kadar, iktidar karşıtı tüm siyasal aktörler ve toplumsal güçlerin oluşturması gereken ortaklık zeminidir. Daha sade bir şekilde ifade etmek gerekirse muhalefetin giderek güçlenen aktörleri olarak CHP ve DEM’in bu süreçte sürekli ve kalıcı iletişim kanallarının olması, yeni anayasa süreci başlatıldığında gerek parlamentoda gerekse toplumsal alanda ortak bir zeminde hareket etmeleri elzemdir.”
Liberal demokrasilerin tedrici olarak eski iddialarından vazgeçmelerinden bugün otoriter özelliklere meylederek yaşadıkları krizde, sosyalizmin varlığı ile belirlenen iki kutuplu dünyanın ortadan kalkmış olmasının etkilerinin de rol oynadığını ekleyelim.
Sosyalizmin varlığı ile dünyanın ikiye bölündüğü dönemde, kapitalist ülkelerde, içeriden işçi sınıfı mücadelelerinin, dışarıdan da blok olarak sosyalizmin varlığından kaynaklı baskıyı berhava edebilmek için ‘sosyal politikalar’, kapitalizm açısından bir kriz savar işlevi görürdü. Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin yıkılmasından ve kapitalizmin sosyalizmin güçlü baskısından kurtulmasından itibaren, kapitalist ülkeler ‘sosyal devlet’ politikalarını hemen kurtulmaları gereken bir yük olarak görmeye başladılar.
Bugün AB ülkelerini dahi, ABD ve dünyanın başka güçlerine karşı kendisini ‘insan hakları’nı öne çıkaran liberal iddialardan geri çekilmeye iten gelişmeler, sosyalizmsiz bir dünyanın yerküreyi zaman içinde farklı biçimlerde sarsan artçı şokları olarak da okuyabiliriz.
Kimilerinin, ‘Barış için demokrasi şart değil’ önermesine bu kadar kolay meyledebilmesi de yine sosyalizmin varlığıyla belirlenen baskıdan kurtulmuş olma halinin dolaysız sonucudur. Sosyalizmin kendisini güçlü biçimde hissettirdiği bir dünyada barış ile demokrasi arasındaki hayati bağ bu kadar kolay feda edilemezdi.
Türkiye’deki güncel meselemiz bağlamında ise Özlem Kaygusuz’un da ifade ettiği gibi, muhalefetin ortak mücadele zemininden kopmamasının hayati önem taşıdığı bir yerdeyiz. Bu da bize, ‘barış ve demokrasi’ arasındaki ilişkinin iktidar tarafından maniple edilmesi girişimlerine karşı uyanık olmak gerektiğini söylüyor.
Evrensel'i Takip Et