15 Temmuz 2011

1980 faşist darbesini mütakiben tüm devrimci kitleler gibi, bu kitlelerin bir bileşeni olarak devrimci gençlik de asla kabul edilemeyecek bir dizi muameleye tabi tutuldu. Devrimci gençlerin yakalanabilenleri işkenceden geçirilip, mahkum edilip, kör zindanlara atılarak geleceklerine kilit vuruldu. Bunlar şanslı sayılabilecek olanlardı. Şansı yaver gitmeyenler ya da günah keçisi seçilenler darağacına teslim edildi. Hatta Erdal Eren gibi yaşı büyütülerek çocuk yaşta faşist katillerin ölüm kovalayan histerisinin tatmin edilmesi tereddütsüz infaza dönüştürülebildi. Ele geçiremedikleri ise dağa çıktı. Gençler sırf belirtilen bu cenahtan mı oluşuyordu? Tabii ki, hayır. Geriye kalanlar da camiye sokuldu, gelecek için beslenmeye ve büyütülmeye başlandı. Bu ilk hamlelerin ardından, iktisadi alanda olduğu kadar toplumsal alanda da bugün içinde bulunduğumuz yozlaşmanın tohumlarının ekilmeye başlandığı yıllar peş peşe gelmeye başladı. Doğasında sağ damarın hakim olduğu ülke, kurulan ve içinde dört eğilimi taşıdığı iddia edilen partiyle bir taraftan ve ağırlıklı olarak dinci ve diğer taraftan da, milliyetçi eğilimlerin öğretileriyle eğitilmeye başlandı.
Yaklaşık olarak iki haftadır futbolda şike skandalıyla sarsılan ülkede, ilk aklıma gelen, darbeci Carlos’a sorulan soru oldu. Ülkeyi yıllarca nasıl yönettiğine ilişkin soruya verdiği cevap kısaca ‘3 F Kuralı’ olarak bilinen ‘Futbol, Faşing, Fiesta’ idi. Her ne kadar Türkiye’nin toplumsal yapısı, en azından geneli açısından, şimdilik, Faşing ve Fiesta’ya cevaz verecek nitelikte değilse de, futbol ülke insanının yozlaştırılmasında olabildiğince kullanılmaya başlandı. Dünya kupası üçüncülüğü, yabancı oyuncu oynatmaya ilişkin kuralların esnetilmesi, UEFA şampiyonluğunun elde edilmesi ve Avrupa şampiyonasında elde edilen dördüncülüğün futbola yönelik bilinçli politikaların desteğiyle de gerçekleşmediği söylenebilir mi? Bir başka deyişle, darbe sonrası toplum ve özellikle de ele geçirilmek istenen gençlik futbolla yoğrulmaya başlandı. 12 Eylül çocukları, futbol fanatiği haline getirildi.
Olup bitenler, toplum mühendisliğinin bir bileşeni olarak işletildi. Neoliberal iktisadi politikaların toplum üzerinde yaratacağı iktisadî tahribatın tepkiye dönüşmemesi açısından futbol, tepkilerin massedilmesinde ve özellikle de gençliğin bertaraf edilmesinde temel araçlardan biri olarak seçildi. Bu yolla stadyumlar, toplumsal gazın alındığı mekanlar halini almaya başladı. Buraya kadar ifadelendirmeye çalıştıklarım, konuya ilişkin sürecin ilk hamlesiydi. Kitlelerin bu ortama çekilmesiyle birlikte bir ikinci hedefe geçildi. Bu da, özellikle de pasifize edilen ve kimliksizleştirilen gençliğin bilinç kaybına uğratılmasıydı. Tuttuğu takımla yatıp kalkan, kendisini onunla özdeşleştiren, ülkedeki gelişmeler karşısında bigane kalan yönlendirilebilir niteliksiz kalabalıklar oluşturuldu. Söz konusu kalabalıklar, teknolojik gelişmelerin beraberinde getirdiği sosyal paylaşım siteleri (ne demekse!) yardımıyla da tamamen kontrol altına alındı. Cep telefonlarında, kredi kartlarında, vs.  tuttuğu takımın ön plana çıkartıldığı sunumlar, kitlelerin ele geçirilmesinin pekiştirilmesinde önemli birer girdi olarak kullanılmaya başlandı. Bu konuda medya da önemli bir rol üstlendi. Atılan manşetlerden, yazılan köşe yazılarına kadar her şey kazanma ve hegemonya kurma temelli olarak vücut bulmaya başladı. Bunun ötesinde, bilmem hiç dikkatinizi çekti mi, hangi kulüp başkanı sıradan insan? Hangisi toplumun sözüm ona önde gelen kesimlerinin mensubu değil? Hangisinin devletle-hükümetle işi bulunmamakta?
Darbe sonrası dini motiflerle bezenen toplum, futbol unsuruyla da yoğrularak istenilen yöne kanalize edilmekte. Ülkedeki hangi parti bu gelişmelerden yararlanmak istemiyor ki? Seçim propagandaları sırasında liderlerin boyunlarına ne bağladıklarına hiç dikkat ettiniz mi? Takım tutma konusunda bilâ istisna hepsi tam teşekküllü çarkı başı. Hangi şehre gitmişlerse, boyunlarında o şehrin takımının renklerini taşıyan atkılar yazın sıcağında boyunlarında.
Şike konusu gündeme geldiğinden beri, gelişmelerden şüphe duyanların köşelerinde yazdıkları yazılar, duydukları şüpheye ilişkin birkaç soruyla sonlanıyor. Ben de bu hakkımı kullanarak iki soru sormak istiyorum.
Bir, bu ülkede istesek de şike yapabilecek kadar yetenekli futbolcular var mı?
Ve iki, ligin bitmesine 4 hafta kala Aziz Yıldırım ve Alex’in Başbakanı ziyaretinde, Başbakanın Fenerbahçe’nin şampiyonluğuna ilişkin müstehzi bir edayla sorun çıkıp çıkmayacağı konusundaki sorunun, başkan tarafından ‘çıkmaz’ kesinliğiyle cevaplandırılmasının anlamı neydi ya da bu soru çanak bir soru muydu?
Selam Ola…

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüzsüzlük seferberliği

Yüzsüzlük seferberliği

“Vergide adalet” sözünü ağzından düşürmeyen Maliye Bakanı Şimşek’in başlattığı seferberlikten yine sermayeye kıyak çıktı. Bütçede sermayeden alınacak 2.2 trilyon TL vergi gelirinden vazgeçen iktidar, trilyonlarca liralık gelir elde eden 100 şirketin, 62.5 milyar liralık vergisini erteledi. Yüksek enflasyon nedeniyle Türkiye’nin en zenginleri listesinde yer alan patronların ödeyeceği vergi kuşa dönecek.

Borsa İstanbul’da işlem gören ve 2024 yılında 3.6 trilyon TL gelir elde eden 100 büyük şirketten 62.5 milyar TL tutarında vergi tahsil edilmedi.

Türkiye’nin en zengin 10 ismine ait sadece 8 şirketin toplam 18 milyar TL’lik vergi borcu ertelendi.

Çevre Bakanı Kurum’un Emlak Konut Genel Müdürlüğü döneminde özelleştirilen Emlak Konut’tan tahsil edilmesi gereken 6.9 milyar TL tutarında vergi alacağı ertelendi.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
MEB’in tarikatlardan sonra Ülkü Ocaklarıyla protokol imzalamasının ardından Ülkü Ocaklarının okullarda düzenlediği etkinliklerin propaganda ve eleman kazanmaya dönüştüğü iddiaları gündeme geldi

Evrensel'i Takip Et