3 F kuralı
Fotoğraf: Envato
1980 faşist darbesini mütakiben tüm devrimci kitleler gibi, bu kitlelerin bir bileşeni olarak devrimci gençlik de asla kabul edilemeyecek bir dizi muameleye tabi tutuldu. Devrimci gençlerin yakalanabilenleri işkenceden geçirilip, mahkum edilip, kör zindanlara atılarak geleceklerine kilit vuruldu. Bunlar şanslı sayılabilecek olanlardı. Şansı yaver gitmeyenler ya da günah keçisi seçilenler darağacına teslim edildi. Hatta Erdal Eren gibi yaşı büyütülerek çocuk yaşta faşist katillerin ölüm kovalayan histerisinin tatmin edilmesi tereddütsüz infaza dönüştürülebildi. Ele geçiremedikleri ise dağa çıktı. Gençler sırf belirtilen bu cenahtan mı oluşuyordu? Tabii ki, hayır. Geriye kalanlar da camiye sokuldu, gelecek için beslenmeye ve büyütülmeye başlandı. Bu ilk hamlelerin ardından, iktisadi alanda olduğu kadar toplumsal alanda da bugün içinde bulunduğumuz yozlaşmanın tohumlarının ekilmeye başlandığı yıllar peş peşe gelmeye başladı. Doğasında sağ damarın hakim olduğu ülke, kurulan ve içinde dört eğilimi taşıdığı iddia edilen partiyle bir taraftan ve ağırlıklı olarak dinci ve diğer taraftan da, milliyetçi eğilimlerin öğretileriyle eğitilmeye başlandı.
Yaklaşık olarak iki haftadır futbolda şike skandalıyla sarsılan ülkede, ilk aklıma gelen, darbeci Carlos’a sorulan soru oldu. Ülkeyi yıllarca nasıl yönettiğine ilişkin soruya verdiği cevap kısaca ‘3 F Kuralı’ olarak bilinen ‘Futbol, Faşing, Fiesta’ idi. Her ne kadar Türkiye’nin toplumsal yapısı, en azından geneli açısından, şimdilik, Faşing ve Fiesta’ya cevaz verecek nitelikte değilse de, futbol ülke insanının yozlaştırılmasında olabildiğince kullanılmaya başlandı. Dünya kupası üçüncülüğü, yabancı oyuncu oynatmaya ilişkin kuralların esnetilmesi, UEFA şampiyonluğunun elde edilmesi ve Avrupa şampiyonasında elde edilen dördüncülüğün futbola yönelik bilinçli politikaların desteğiyle de gerçekleşmediği söylenebilir mi? Bir başka deyişle, darbe sonrası toplum ve özellikle de ele geçirilmek istenen gençlik futbolla yoğrulmaya başlandı. 12 Eylül çocukları, futbol fanatiği haline getirildi.
Olup bitenler, toplum mühendisliğinin bir bileşeni olarak işletildi. Neoliberal iktisadi politikaların toplum üzerinde yaratacağı iktisadî tahribatın tepkiye dönüşmemesi açısından futbol, tepkilerin massedilmesinde ve özellikle de gençliğin bertaraf edilmesinde temel araçlardan biri olarak seçildi. Bu yolla stadyumlar, toplumsal gazın alındığı mekanlar halini almaya başladı. Buraya kadar ifadelendirmeye çalıştıklarım, konuya ilişkin sürecin ilk hamlesiydi. Kitlelerin bu ortama çekilmesiyle birlikte bir ikinci hedefe geçildi. Bu da, özellikle de pasifize edilen ve kimliksizleştirilen gençliğin bilinç kaybına uğratılmasıydı. Tuttuğu takımla yatıp kalkan, kendisini onunla özdeşleştiren, ülkedeki gelişmeler karşısında bigane kalan yönlendirilebilir niteliksiz kalabalıklar oluşturuldu. Söz konusu kalabalıklar, teknolojik gelişmelerin beraberinde getirdiği sosyal paylaşım siteleri (ne demekse!) yardımıyla da tamamen kontrol altına alındı. Cep telefonlarında, kredi kartlarında, vs. tuttuğu takımın ön plana çıkartıldığı sunumlar, kitlelerin ele geçirilmesinin pekiştirilmesinde önemli birer girdi olarak kullanılmaya başlandı. Bu konuda medya da önemli bir rol üstlendi. Atılan manşetlerden, yazılan köşe yazılarına kadar her şey kazanma ve hegemonya kurma temelli olarak vücut bulmaya başladı. Bunun ötesinde, bilmem hiç dikkatinizi çekti mi, hangi kulüp başkanı sıradan insan? Hangisi toplumun sözüm ona önde gelen kesimlerinin mensubu değil? Hangisinin devletle-hükümetle işi bulunmamakta?
Darbe sonrası dini motiflerle bezenen toplum, futbol unsuruyla da yoğrularak istenilen yöne kanalize edilmekte. Ülkedeki hangi parti bu gelişmelerden yararlanmak istemiyor ki? Seçim propagandaları sırasında liderlerin boyunlarına ne bağladıklarına hiç dikkat ettiniz mi? Takım tutma konusunda bilâ istisna hepsi tam teşekküllü çarkı başı. Hangi şehre gitmişlerse, boyunlarında o şehrin takımının renklerini taşıyan atkılar yazın sıcağında boyunlarında.
Şike konusu gündeme geldiğinden beri, gelişmelerden şüphe duyanların köşelerinde yazdıkları yazılar, duydukları şüpheye ilişkin birkaç soruyla sonlanıyor. Ben de bu hakkımı kullanarak iki soru sormak istiyorum.
Bir, bu ülkede istesek de şike yapabilecek kadar yetenekli futbolcular var mı?
Ve iki, ligin bitmesine 4 hafta kala Aziz Yıldırım ve Alex’in Başbakanı ziyaretinde, Başbakanın Fenerbahçe’nin şampiyonluğuna ilişkin müstehzi bir edayla sorun çıkıp çıkmayacağı konusundaki sorunun, başkan tarafından ‘çıkmaz’ kesinliğiyle cevaplandırılmasının anlamı neydi ya da bu soru çanak bir soru muydu?
Selam Ola…
- Yazılı olmayan kurallar 11 Nisan 2015 01:00
- Muhalefetin gücü ve farkındalık 04 Nisan 2015 00:57
- Katırlar da ağlar 28 Mart 2015 01:00
- Halife efendimiz aldatılmış hükümsüzdür 21 Mart 2015 00:52
- Ben aday olmazsam kim olmalı? 14 Mart 2015 01:00
- Erdoğan’ın faizci arkadaşları ? 07 Mart 2015 00:54
- Türkmenistan modeli dururken ne Meksika'sı? 28 Şubat 2015 01:00
- Kavganın büyüğü 21 Şubat 2015 00:52
- En yeni Türkiye 14 Şubat 2015 01:00
- İşlevsiz parlamento, tutarsız başkanlık 07 Şubat 2015 00:52
- Herkes radikal solmuş meğer 31 Ocak 2015 00:53
- Deli deliyi görünce 17 Ocak 2015 01:00