Mehmet Erte: Arzu bedene kurulmuş bir tuzaktır
Suyu Bulandıran Şey adlı şiir kitabıyla 2003’te tanıdığımız Mehmet Erte, Bakışın Kirlettiği Ayna (öykü), Alçalma (şiir), Sahte (roman) kitaplarının ardından Arzuda Bir Sapma’yla karşımızda. Erte ile yayımlanan son öykülerini konuştuk, ortaya bedenin ve ruhun sınırlarına dair bir söyleşi çıktı.
Nazlı Berivan AK
İstanbul
Suyu Bulandıran Şey adlı şiir kitabıyla 2003’te tanıdığımız Mehmet Erte, Bakışın Kirlettiği Ayna (öykü), Alçalma (şiir), Sahte (roman) kitaplarının ardından Arzuda Bir Sapma’yla karşımızda. Erte ile yayımlanan son öykülerini konuştuk, ortaya bedenin ve ruhun sınırlarına dair bir söyleşi çıktı.
Suyu Bulandıran Şey, Bakışın Kirlettiği Ayna, Alçalma, Sahte ve Arzuda Bir Sapma... Kitaplarının isimlerini art arda sıraladığımda bir merkezin etrafında yazdığın, okuru belli bir adrese çağırdığın duygusuna kapılıyorum...
İlk öykü kitabım yayımlandığında şiirlerimin gölgesinde değerlendirilecek diye korkuyor, bu nedenle de söyleşilerde hep şiir ve öykülerim arasındaki farkın altını çiziyordum. Hatta itiraf etmem gerekirse, aralarında hiçbir benzerlik kurulmasın diye bunu oldukça keskin ifadelerle yapıyordum. Ancak durum hiç de korktuğum gibi olmadı. Zaten kitaplarım arasındaki bağ-adlarından da anlaşılıyor- apaçık ortada. Ama bu bağın farklı iki estetik düzlem, iki kimlik alanı arasında yer aldığını vurgulamakta hâlâ ısrarcıyım.
Sahte’de “insanı hak etmediği yerden indirmek, alçaltmak için” yazdığını söylemiştin. Nasıl yazıyorsun peki?
Önce yerde on bir on iki takla atıyorum, vücudumdaki kanın hareketlenmesi için; sonra amuda kalkıyorum, beynime iyice kan dolsun diye. Kalem kağıt, oda masa hikaye; kafatasım kanla yüklü olduğu sürece yazarım ben, boşaldı mı yeniden aynı hareketleri yaparım.
Kitaptaki favori öyküm “Dilenci”. Parayı aldığı anda içinde bulunduğu ve onu var eden yoksunluk halini yitireceği korkusunu yaşayan dilenciyle ne kadar özdeşleştiriyorsun kendini?
Öykünün anlatıcısı bir aynaya bakıyor, açık; ama arzunun çatlattığı bir ayna bu ve karşısındaki kırık görüntüye dönüşüyor, bir bakıma kendi hayaleti oluyor, kendi izini süren bir hayalet. Peki insan bir dilenciye nasıl bir arzu duyabilir? Bunu cevaplamayayım.
Arzuların coştuğu kutsal mekanlar: Mağazalar, süpermarketler... Birbirlerinin sepetlerine, askılarına göz ucuyla bakanlar, ellerindekileri unutanlar... Arzunun nesneleri ve köleleri gündelik hayatı ne kadar yönlendiriyor, sence ne kadar farkındayız halimizin?
Arzu zaten bir sapmadır, demek ki son kitabımdaki öykülerde ikincil ve tehlikeli bir sapmayı anlatan öyküler var. Arzuyu bedene ait ya da bedene yönelik diye düşünmekte hata yoktur belki, ama bedene kurulmuş bir tuzak olarak algılıyorum ben. Sonra bedenin ruha kurduğu tuzaklar var. Arzunun doğuşu bir travmadır, yarılmadır. Arzuyla belli bir yönde gittiğimizi düşünürüz, ancak aldanırız.
Kitap kapak çizimi sana ait. Çizim çalışmaların nasıl gidiyor, çizimlerinde de bedeni ve arzuyu çalışıyorsun.
Hayır, öyle iddialı değilim. Ben sadece bir figürü ya da belli bir anı çizmeye çalışıyorum ve hep acizliğimin farkına vararak kağıdı terk ediyorum.
TELAŞIM YOK DÖNE DÖNE YAZARIM
Bireyin bedeniyle ilişkisini sorgulayan öykülerin ağırlıklı olduğu bir kitap Arzuda Bir Sapma. Masumiyet, günahın anlamı öykülerde gizli. Yıllar içinde mi birikti bu öyküler, değiştikçe mi yazdın?
Ben Çeşme’de büyüdüm, yazın yerli-yabancı turistlerin doluştuğu, sonra herkesin terk ettiği bir sahil kasabasında. İnsanların bu geliş gidişleri dünyayı, yani içinde her şeyin olup bittiği o geniş küreyi bana olduğundan daha uzak gösteriyordu. Kendimi ve yaşadığım yeri dünyanın bir parçası olarak algılamakta her zaman zorlandım. Ortaokulda din kültürü öğretmenim Ahmet Demirel ve onun kaldığı (belediyeye ait) misafirhaneden arkadaşı, vergi dairesinde memur Cumhur Dokur en iyi dostlarım oldu. Ben zaten kitap okuyordum ama Ahmet Hoca’nın verdiği Dostoyevski’lerle, Çehov’larla, Gide’lerle, ne bileyim, Kundera’larla kitaplardan oluşan daha farklı bir dünyanın farkına vardım. Ama beni en çok etkileyen şey onların misafirhanenin balkonunda küçük tüp üzerinde kızarttıkları balıklar, biberler, vesaireydi. Balıklar ya da biberler üzerine saatlerce konuşuyorduk. Ahmet Hoca’nın oda arkadaşı, turizm bilgi danışmada memur Talât Abi bir gün balıkların, biberlerin böyle abartılmasından rahatsız olduğunu söyleyerek bizi eleştirdi. Günlerce süren bir tartışmanın başlangıcı oldu bu, “abartma” lafı gerçekten üzücüydü. Sokrates’in Savunması’na benzer bir savunma verdiler Ahmet Hoca ve Cumhur Abi. Bunları hatırlayınca gözlerim yaşardı. Neyse. Ben şiir ve öykülerimi onlarla sohbetlerimin bir parçası olarak yazmaya başladım. İlk şiirimi Ovacık yolunda yürürken gördüğüm bir inek üzerine kaleme aldım, çok sevdiler, belki üç dört gün inekler ve onların ovanın sessizliğini bozarkenki üslup kaygıları üzerine konuştuk. Çok uzattım, ne diyecektim. Ben insanların başarmak, ödül kazanmak, okurlarını arttırmak istediği “o dünya”nın uzağındaydım. Hiçbir zaman bir bestseller yazarı olamayacağımı biliyordum, doğrusu bunu düşünmedim bile. Biri bana “geciktik, acele et” dediğinde, “insan hiçbir yere geç kalamaz, bunu başaramaz” derim. Telaşım yok. Döne döne yazarım. Mesela Arzuda Bir Sapma’da sevişirken birbirini yemeye başlayan iki genci anlattığım “Isırmaca”yı ilk 17 yaşındayken yazdım, sonra kimbilir kaç kere üzerinden geçtim, geçen yıl Varlık’ta yayımladığım haliyle kitaptaki hali bile farklıdır. Yani ben değiştikçe öyküler de değişiyor. Hep otobiyografik yazıyorum, ancak sabit, tek noktada yakalanabilecek bir geçmiş olamaz.
ÖYKÜLERİMDE BEDEN DEĞİL DE BEDENİN PARÇALARI VAR
Erkeğin bedeninde saklı diğer erkekle ya da kadınla karşılaşma anı, kendini yönetme, kendine hakim olma, varoluşunu keşfetme öyküleri bunlar bir yönüyle de. Bedenin keşfi ve sınırları, kendisi karşısında güçsüz kalan erkek fikri Bakışın Kirlettiği Ayna’da da baskındı. Neden ilgini çekiyor bu konu?
Öykülerimde beden değil de bedenin parçaları var. Arzuda Bir Sapma’nın “erkek öyküleri” ya da “Erkekliğin oluşumunu anlatan bir öykü kitabı” olarak değerlendirildiğini okudum. Haksız değiller ama bu sadece sonuçlardan biri, özel bir amaç değil. Kadınların beni daha çok okuduğunu biliyorum, arzuda kendilerini arıyor ve buluyorlardır belki. Ayrıca kendi varoluşlarına bir teslimiyet de buluyor olabilirler. Soruna dönersem: Seçtiğim bir konu yok, beni uğraştıran meseleler var.
Evrensel'i Takip Et