16 Şubat 2002 23:00
ABD yoktu ama fikri iktidardaydı
İstanbul'da yapılan Avrupa Birliği (AB)-İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Forumu, resmi çevreler ve medya tarafından, "Artık günümüz diplomasisinin yüzde 50'si şovdur ve Türkiye İstanbul'da gerçekleştirdiği 'Medeniyetler Buluşması' ile oldukça başarılı bir şov yaptı" biçiminde yorumlansa da, gerçeğe medya illüzyonunun ötesine geçilerek bakıldığında, bu forumunun 11 Eylül sonrası ABD'nin kendi egemenlik çıkarları ekseninde ortaya attığı politikaların ve yaptırımların diğerleri üzerinde ne kadar etkili olduğunu gösterdiğini söylemek daha yerinde olur. Tüm konuşmacıları, "11 Eylül"ü daha baştan milat olarak kabul etmeleri ve ABD'nin bu milat etrafında ortaya attığı temel politikalara karşı tek bir kararın bile sonç bildirgesine yansımamış olması, ABD'nin hem Arap ülkeleri hem de Avrupa üzerindeki pozisyonunun güçlendirerek pekiştirdiği gösterdi.
Gizli konuk ABD yönetiminin, ABD'de gerçekleşen saldırıların tarihi 11 Eylül'ü, sadece Ortadoğu'ya değil, kendi egemenlik çıkarlarına çomak sokmaya çalışan dünyadaki tüm güçlere, iktidarlara ve devletlere karşı hegemonomik bir meydan okumanın miladı ilen ederek, kendi politikaları ile uyuşmayanları da "terörist" olarak hedefe koyduğunda, artık bundan sonraki tüm diplomatik süreçlerde bu yeni durumun izlerini göreceğimiz biliniyordu. ABD'nin ayrılmaz müttefiki İngiltere ve benzeri konumda bulunanlar, bu yeni dönemi dünya üzerindeki kendi nüfuzlarını öncesine göre bir adım öteye sıçratmanın vesilesi olarak kullandılar. Ankara'nın da bu süreci, ABD politikalarının bulunduğu bölgedeki düzenleyici bir "öncü gücü" misyonuyla değerlendirmeyi benimsediği, içeriye de bunu "ulusal çıkarlara" en uygun bir diplamasi ustalığı diye sunduğu biliniyor. İsrail bu süreci, Filistin yönetimini "terörün açık destekçisi" ilan edip, Filistin'e karşı birkaç adım öne geçmenin aracı olarak kullanmaya çalıştığı, Hindistan ve Pakistan geriliminde tarafların yine 11 Eylül'ün argümanları ile birbirine karşı konumladığına şahit olundu. Bu yeni sürecin doğal bir uzantısı olarak, ABD'nin karşısında pozisyon yitirmek istemeyen Rusya, Avrupa'nın bazı ülkeleri, Çin ve benzeri güçlerin ise, "terörle mücadele" kavramları etrafındaki yeni egemenlik argümanlarını aşacak, aşındıracak, ya da bu konsepti içeriden etkisizleştirmek için çekiştirip eğip bükeceği öngörülmeyen birşey değildi. Dahası bu günümüz egemenlik ilişkilerinin doğal bir sonucuydu. Ancak ne var ki, Rusya, Çin, Japonya gibi farklı düzeylerde de olsa çıkarları bu yeni süreçla çatışan emperyalist güçlerin katılmadığı forumda, ABD sanki gizli baş konuk konumundaydı. Kendisi olmasa da, fikrinin bu forumda iktidarda olduğunu söylemek abartı olmaz.
Ankara
ABD'yi güçlendirdi Türkiye adına konferansta konuşan Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan Ecevit ve Dışişleri Bakanı Cem'in yaptıkları ortak vurgu, 11 Eylül'de ABD'de yapılan saldırıların kınanması ve "teröre" karşı medeniyetlerin ortak tavır alması üzerineydi. Ancak bu konuşmaların bütününe bakıldığında terör kavramının ABD'nin kullandığı anlamda, onun çıkarlarını gizleyen ve onun hedefelerine bağlanan bir bağlamda kullanıldığı açıktı. Forumda yaptığı konuşmada olası bir ABD saldırısına karşı destek isteyen Irak Dışişleri Bakanı Naci Sabri'nin, kendisine soru yönelten bir Türk gazetecinin "Türkiye'nin Irak'a yönelik bir saldırıyı onaylamadığı" biçimindeki ifadesi üzerine, "Bunu neden ABD'ye söylemiyorsunuz?" diye sorması, aslında forumda Türkiye adına konuşan devletin zirvesine yöneltmiş bir soruydu. Aynı biçimde Arap devletlerinin temsilcileri Filistin'e yönelik İsrail saldırılarının, sonuç bildirgesinde sert bir biçimde kınanmasını savunurken, Türkiye'nin İsrail lehine "tarafsızlığı" ile karşılaştılar. ABD'nin en sadık müttefiki İngiltere'den de kabul görmeyen bu önerinin, AB temsilcileri tarafından da "daha temkinli bir dil kullanılmalı" biçiminde bir gerekçe ile reddedilmesi üzerine İsrail-Filistin olayı yine ABD politikalarına uygun bir biçimde geçiştirilmiş oldu. Arap ülkeleri temsilcilerinin, bu konferansın kalıcılaşması yönündeki önerisi de Avrupalı temsilciler tarafından reddedildi. 11 Eylül'den sonra ABD'ye en açıktan muhalefet eden Fransa'nın Dışişleri Bakanı bile, bunun çok bürokratik bir mekanizma olacağı gibi bir gerekçe öne sürdü. Aslında Avrupalı emperyalistlerin bu tutumu, ABD'nin müdahalelerine karşı Avrupa ülkelerini yanlarına alarak biraz olsun "yumuşatıcı" bir mevzi kazanmak isteyen Arap temsilcilerinin, Avrupa üzerindeki ABD etkisine, 11 Eylül duvarına çarpmış olduklarının bir göstergesiydi.
İstanbul değil
11 Eylül ruhu Medya yorumcularının ve Ankara'nın politikalarını dillendirenlerin bu toplantı ile ilgili iddialarının abartılı ve propandif bir nitelik taşıdığı, gerçeği tersyüz ettiği özellikle söylenmeli. Ancak, onlar ABD'nin 11 Eylül sonrası politikalarının eteğinde politika yapmayı diplomatik basiret saydıkları için, bu toplantının Ankara'ya o açıdan puan kazandırdığı söylenebilir. Ancak, ABD'nin politikalarına karşı gerek Irak, gereksi İsrail-Filistin meselelerinde Ankara'nın kendi politikam diyebileceği en küçük alternatif bir politikası bulunmadığı bu forumla da teyit edilmiş oldu. Arap ülkeleri temsilcileri hem müslüman, hem de batılı bir müttefik olarak Ankara'dan umduğu desteği göremediler. Ankara, onların feryatlarını ve itirazlarını 11 Eylül'ün egemenlik ilişkileri ile tamponlamak dışında en küçük bir kişilikli politika izleyemedi.
Gizli konuk ABD yönetiminin, ABD'de gerçekleşen saldırıların tarihi 11 Eylül'ü, sadece Ortadoğu'ya değil, kendi egemenlik çıkarlarına çomak sokmaya çalışan dünyadaki tüm güçlere, iktidarlara ve devletlere karşı hegemonomik bir meydan okumanın miladı ilen ederek, kendi politikaları ile uyuşmayanları da "terörist" olarak hedefe koyduğunda, artık bundan sonraki tüm diplomatik süreçlerde bu yeni durumun izlerini göreceğimiz biliniyordu. ABD'nin ayrılmaz müttefiki İngiltere ve benzeri konumda bulunanlar, bu yeni dönemi dünya üzerindeki kendi nüfuzlarını öncesine göre bir adım öteye sıçratmanın vesilesi olarak kullandılar. Ankara'nın da bu süreci, ABD politikalarının bulunduğu bölgedeki düzenleyici bir "öncü gücü" misyonuyla değerlendirmeyi benimsediği, içeriye de bunu "ulusal çıkarlara" en uygun bir diplamasi ustalığı diye sunduğu biliniyor. İsrail bu süreci, Filistin yönetimini "terörün açık destekçisi" ilan edip, Filistin'e karşı birkaç adım öne geçmenin aracı olarak kullanmaya çalıştığı, Hindistan ve Pakistan geriliminde tarafların yine 11 Eylül'ün argümanları ile birbirine karşı konumladığına şahit olundu. Bu yeni sürecin doğal bir uzantısı olarak, ABD'nin karşısında pozisyon yitirmek istemeyen Rusya, Avrupa'nın bazı ülkeleri, Çin ve benzeri güçlerin ise, "terörle mücadele" kavramları etrafındaki yeni egemenlik argümanlarını aşacak, aşındıracak, ya da bu konsepti içeriden etkisizleştirmek için çekiştirip eğip bükeceği öngörülmeyen birşey değildi. Dahası bu günümüz egemenlik ilişkilerinin doğal bir sonucuydu. Ancak ne var ki, Rusya, Çin, Japonya gibi farklı düzeylerde de olsa çıkarları bu yeni süreçla çatışan emperyalist güçlerin katılmadığı forumda, ABD sanki gizli baş konuk konumundaydı. Kendisi olmasa da, fikrinin bu forumda iktidarda olduğunu söylemek abartı olmaz.
Ankara
ABD'yi güçlendirdi Türkiye adına konferansta konuşan Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan Ecevit ve Dışişleri Bakanı Cem'in yaptıkları ortak vurgu, 11 Eylül'de ABD'de yapılan saldırıların kınanması ve "teröre" karşı medeniyetlerin ortak tavır alması üzerineydi. Ancak bu konuşmaların bütününe bakıldığında terör kavramının ABD'nin kullandığı anlamda, onun çıkarlarını gizleyen ve onun hedefelerine bağlanan bir bağlamda kullanıldığı açıktı. Forumda yaptığı konuşmada olası bir ABD saldırısına karşı destek isteyen Irak Dışişleri Bakanı Naci Sabri'nin, kendisine soru yönelten bir Türk gazetecinin "Türkiye'nin Irak'a yönelik bir saldırıyı onaylamadığı" biçimindeki ifadesi üzerine, "Bunu neden ABD'ye söylemiyorsunuz?" diye sorması, aslında forumda Türkiye adına konuşan devletin zirvesine yöneltmiş bir soruydu. Aynı biçimde Arap devletlerinin temsilcileri Filistin'e yönelik İsrail saldırılarının, sonuç bildirgesinde sert bir biçimde kınanmasını savunurken, Türkiye'nin İsrail lehine "tarafsızlığı" ile karşılaştılar. ABD'nin en sadık müttefiki İngiltere'den de kabul görmeyen bu önerinin, AB temsilcileri tarafından da "daha temkinli bir dil kullanılmalı" biçiminde bir gerekçe ile reddedilmesi üzerine İsrail-Filistin olayı yine ABD politikalarına uygun bir biçimde geçiştirilmiş oldu. Arap ülkeleri temsilcilerinin, bu konferansın kalıcılaşması yönündeki önerisi de Avrupalı temsilciler tarafından reddedildi. 11 Eylül'den sonra ABD'ye en açıktan muhalefet eden Fransa'nın Dışişleri Bakanı bile, bunun çok bürokratik bir mekanizma olacağı gibi bir gerekçe öne sürdü. Aslında Avrupalı emperyalistlerin bu tutumu, ABD'nin müdahalelerine karşı Avrupa ülkelerini yanlarına alarak biraz olsun "yumuşatıcı" bir mevzi kazanmak isteyen Arap temsilcilerinin, Avrupa üzerindeki ABD etkisine, 11 Eylül duvarına çarpmış olduklarının bir göstergesiydi.
İstanbul değil
11 Eylül ruhu Medya yorumcularının ve Ankara'nın politikalarını dillendirenlerin bu toplantı ile ilgili iddialarının abartılı ve propandif bir nitelik taşıdığı, gerçeği tersyüz ettiği özellikle söylenmeli. Ancak, onlar ABD'nin 11 Eylül sonrası politikalarının eteğinde politika yapmayı diplomatik basiret saydıkları için, bu toplantının Ankara'ya o açıdan puan kazandırdığı söylenebilir. Ancak, ABD'nin politikalarına karşı gerek Irak, gereksi İsrail-Filistin meselelerinde Ankara'nın kendi politikam diyebileceği en küçük alternatif bir politikası bulunmadığı bu forumla da teyit edilmiş oldu. Arap ülkeleri temsilcileri hem müslüman, hem de batılı bir müttefik olarak Ankara'dan umduğu desteği göremediler. Ankara, onların feryatlarını ve itirazlarını 11 Eylül'ün egemenlik ilişkileri ile tamponlamak dışında en küçük bir kişilikli politika izleyemedi.
Evrensel'i Takip Et