3 Mart 2003 23:00
Tezkere için baskı paketi
DİĞER HABERLER
Hükümetin açıkladığı 15.7 katrilyon liralık önlemler paketi birkaç yönden yorumlanabilir:
Birinci nokta, paketin açıklanış tarihine ilişkindir. Tezkerenin onayı için, hükümetin Meclis'te yeterli çoğunluğu elde edememesinin ardından, özellikle dün hızlı manipülasyon sonucunda döviz kuru, borsa, faiz cephelerinde olumsuz eğilimlerin belirmesi beklenen bir gelişmedir. Bunda şaşırtıcı bir durum yoktur. Ancak, piyasaların gösterdiği tepkinin, hükümet ve ABD'nin Irak'ı işgalini destekleyen çevreler (örneğin TÜSİAD ve yazılı-görsel medyanın bir bölümü) tarafından olası ikinci bir tezkere öncesinde bir baskı aracı olarak kullanılarak "muhalif" AKP milletvekillerinin ikna edilmeleri olasılığı mevcuttu. Hükümet, bugün hiç zaman geçirmeksizin yeni paketi açıklayarak adeta "madem bize destek vermediniz, faturasını da ödersiniz" mesajını vermiştir. Ezici bir çoğunlukla Irak'ın işgaline, ABD hegemonyasına karşı çıkan topluma bu mesaj verilmiştir. Bence, zamanlama açısından paketin ilanı AKP hükümetinin fiyaskolar zincirine eklenen son bir halkadır.
Paket zaten hazırdı İkinci nokta, yeni paketin alelacele hazırlanmadığıdır. Söz konusu önlemlerin anahtarı veya ipuçları Acil Eylemler Planı ve Hükümet Programı'nda bulunmakla birlikte, IMF ile sürdürülen ve bir türlü sonuçlanamayan Dördüncü Gözden Geçirme süreci ve yeni bütçenin hazırlanması sırasında yapılan vurgular bu tür bir paketin hazırlanmakta olduğunu somut olarak gözler önüne sermekteydi. Yeni önlemler ile gözden geçirmenin tamama erdirildiği ortaya çıkmaktadır. Bu durumda şu soru akla gelebilir: Tezkere onaylansaydı ve 8.5 milyar dolar tutarındaki köprü kredi elde edilseydi, 6 milyar dolar tutarındaki hibeye (2 milyar doları askeri malzeme ve 4 milyar doları nakit olmak üzere) yeşil ışık yakılsaydı veya 4 milyar dolar yerine uzun vadeli 24-25 milyar dolar tutarında borç sağlansaydı, bu pakete gerek kalmayacak mıydı? Öncelikle verilecek hibe veya sağlanacak borç tutarının oldukça sanal olduğunu vurgulamak istiyorum. Ancak, belirli tutarda finansal desteğin sağlandığı varsayımı altında da gene yeni paketin açılması kaçınılmaz gözüküyordu. Dolayısıyla, tezkere onaylanmadığı için böylesine bir paketin açıldığı yargısı kanımca doğru değildir. Bu nedenle de mevcut paket ile IMF ile ABD yönetiminin hükümetin iktisat politikaları konusundaki "ciddiyeti" konusunda ikna edilmesinde önemli bir aşama kaydedilmiştir. Bundan sonra geriye, hükümetin ve ABD yönetiminin Irak'ın işgaline bulacakları siyasi çözüm kalmaktadır. Bu bağlamda hükümetin "söz konusu programın başarılı olması için, dış finansal destek şarttır, bu nedenle de tezkerenin onaylanması gerekir" söylemin geliştirmesi şaşırtıcı olmayacaktır!
İçeriği sürpriz değil Yeni açılan önlemler paketinin içeriği şaşırtıcı değildir. 2000 yılı başında açılan 17. Stand-by anlaşması, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, 2002 başlarında imzalanan 18. Stand-by anlaşması ve bu arada sayısız gözden geçirmeler ve ek niyet mektuplarındaki öz korunmaktadır. Bu bağlamda, Sayın Başbakan Gül'ün düzenlenen basın toplantısında, hükümetin temel amacını "istikrarlı bir makroekonomik büyümeye ortam sağlamak ve temel yapısal reformleri gerçekleştirmek" olarak özetlemesi ve yeni bütçeyi "hükümetimizin kamu maliyesini sağlıklı yapıya kavuşturma, enflasyonu düşürme, borç stokunu azaltma ve istikrarlı bir büyüme ortamını sağlamadaki kararlığının ifadesidir" şeklindeki yorumu, IMF politikalarından vazgeçilmediğini, bir önceki hükümetin söyleminin aynen korunduğunu kanıtlamaktadır. İlginç olan bir husus da Acil Eylem Planı ve Hükümet Programı'nda gerçekçi olmamakla birlikte, yer verilen reel sektöre ve sosyal düzenlemelere aralanmış kapıların kararlılıkla kapatılmasıdır! Bu ortamda ve kasım sonrası hükümet uygulamaları dikkate alındığında (en önemli uygulamaları Mali Milat'ın tasfiyesi ve Vergi Affıdır!) Sayın Başbakan hangi göstergelere dayanarak "..bunun ötesinde, hükümetimizin ekonomik programının yapısı gereği ekonomimizi geçmiş dönemlere göre dış şoklara karşı daha dayanıklı hale getirdiği de açıktır" yargısında bulunabilmektedir! Bu konuda verilebilecek tek bir göstergeyi ve mevcut hükümetin hangi uygulamalarından dolayı dış şoklara dayanıklılığın arttğını çok merak ediyorum. Bir anımsatma, 17. Stand-by anlaşması yürürlüğe konulduğunda, Türkiye'deki liberal iktisatçıların önemli bir bölümü -akademisyen olanlar dahil- uygulanacak programla ekonominin dış şoklara daha dayanıklı hale geldiğini ileri sürmüşlerdi.
IMF programının parçası Yeni paketin içeriği, IMF-Dünya Bankası'nın Türkiye için hazırladığı ve uyguladığı planda ek önlemlerin alındığını, böylelikle IMF'nin aşırı liberal politikaları ile islamcı niteliği baskın olan AKP hükümetinin tam anlamıyla özdeşleştiğini gözler önüne sermektedir. Yeni paket ile sürdürülmekte olan birikim modeli veya iktisat politikaları veri olarak kabul edilmekte, mevcut programın yükünü çekenlerden daha fazla özveri istenilmektedir. Finansal birikim olarak nitelendirebileceğimiz modelden sapma söz konusu değildir. Aslında, Mali Milat'ın tasfiyesi ile modelin tümüyle korunacağı, sıcak para hareketlerine bel bağlandığı açıkça tescil edilmişti. Yeni önlemlerin harcama ayağında yatırımlardan tasarruf dikkati çekicidir. Oysa ki, yatırım harcamaları toplam bütçe harcamalarının % 5'i düzeyindedir: bunun anlamı, ekonominin canlandırılması yönünde hükümetin tüm sorumluluğunu bir kenara bırakmasıdır. Personel ve sağlık harcamalarından kısıntılar, bir yönüyle istihdamın önüne set çekilmesi, diğer yandan ise, bir toplumda en temel ihtiyaçlardan biri olan sağlık hizmeti tüketimin sınırlandırılması ve halkın tedavi olanaklarından yoksun bırakılmasıdır. Çalışan kitlelerin ve emeklilerin sağlık hizmetlerine ulaşmada çok kısıtlı olanaklara sahip oldukları ve son yıllarda sektörün hızla ticarileştirildiği dikkate alındığında, sağlık harcamalarına katılımın artırılması, özünde "parası olan yaşar" düşüncesinin dışa yansıtılması anlamına gelmektedir. Bir yandan çalışan kitlelerin üzerindeki baskının diğer bir yönü de, işçilerin bir ikramiyesinin ödenmemesidir. IMF programı doğrultusunda büyük darbe yiyen tarım kesiminde, destekleme ödeneklerinin ve doğrudan gelir desteğinden kesinti yapılması ise bu kesimin ve orta/küçük üreticilerin sorunlarından hızla ulaşıldığını kanıtlamaktadır. İlginç olan bir nokta da, zaten her yıl konsolide bütçenin % 0.5'ine eşit bir ödenek aktarılan KKTC'ye, Annan Planı'nın tartışıldığı, yetkililer tarafından Kıbrıs konusunda "tantanalı" hamasi nutukların atıldığı bir dönemde ödenekteki kesinti kuşkusuz soğuk duş etkisi yaratacak, KKTC'ye ekonomik destek sözünün içi boş bir slogandan öteye gitmediğini kanıtlamaktadır. Gelirlerin artılması yönünde ise temel kaynağın ek vergiler olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, hazinenin periyodik olarak başvurduğu ek emlak vergisi ve ek motorlu taşıtlar vergisinin yanı sıra, büyük olasılıkla kamu taşınmazlarının satışı, otoyol ve köprü geçiş ücretlerinin artırılmasından 2 katrilyon liranın üzerinde bir tahsilat beklenmektedir. Vergi affından elde edilmesi beklenen gelir ise, IMF'nin müdahalesiyle 750 trilyon liraya çekilmekle birlikte hükümet 2.4 katrilyon liralık bir gelir beklentisine sahip gözükmektedir.
Paket zaten hazırdı İkinci nokta, yeni paketin alelacele hazırlanmadığıdır. Söz konusu önlemlerin anahtarı veya ipuçları Acil Eylemler Planı ve Hükümet Programı'nda bulunmakla birlikte, IMF ile sürdürülen ve bir türlü sonuçlanamayan Dördüncü Gözden Geçirme süreci ve yeni bütçenin hazırlanması sırasında yapılan vurgular bu tür bir paketin hazırlanmakta olduğunu somut olarak gözler önüne sermekteydi. Yeni önlemler ile gözden geçirmenin tamama erdirildiği ortaya çıkmaktadır. Bu durumda şu soru akla gelebilir: Tezkere onaylansaydı ve 8.5 milyar dolar tutarındaki köprü kredi elde edilseydi, 6 milyar dolar tutarındaki hibeye (2 milyar doları askeri malzeme ve 4 milyar doları nakit olmak üzere) yeşil ışık yakılsaydı veya 4 milyar dolar yerine uzun vadeli 24-25 milyar dolar tutarında borç sağlansaydı, bu pakete gerek kalmayacak mıydı? Öncelikle verilecek hibe veya sağlanacak borç tutarının oldukça sanal olduğunu vurgulamak istiyorum. Ancak, belirli tutarda finansal desteğin sağlandığı varsayımı altında da gene yeni paketin açılması kaçınılmaz gözüküyordu. Dolayısıyla, tezkere onaylanmadığı için böylesine bir paketin açıldığı yargısı kanımca doğru değildir. Bu nedenle de mevcut paket ile IMF ile ABD yönetiminin hükümetin iktisat politikaları konusundaki "ciddiyeti" konusunda ikna edilmesinde önemli bir aşama kaydedilmiştir. Bundan sonra geriye, hükümetin ve ABD yönetiminin Irak'ın işgaline bulacakları siyasi çözüm kalmaktadır. Bu bağlamda hükümetin "söz konusu programın başarılı olması için, dış finansal destek şarttır, bu nedenle de tezkerenin onaylanması gerekir" söylemin geliştirmesi şaşırtıcı olmayacaktır!
İçeriği sürpriz değil Yeni açılan önlemler paketinin içeriği şaşırtıcı değildir. 2000 yılı başında açılan 17. Stand-by anlaşması, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, 2002 başlarında imzalanan 18. Stand-by anlaşması ve bu arada sayısız gözden geçirmeler ve ek niyet mektuplarındaki öz korunmaktadır. Bu bağlamda, Sayın Başbakan Gül'ün düzenlenen basın toplantısında, hükümetin temel amacını "istikrarlı bir makroekonomik büyümeye ortam sağlamak ve temel yapısal reformleri gerçekleştirmek" olarak özetlemesi ve yeni bütçeyi "hükümetimizin kamu maliyesini sağlıklı yapıya kavuşturma, enflasyonu düşürme, borç stokunu azaltma ve istikrarlı bir büyüme ortamını sağlamadaki kararlığının ifadesidir" şeklindeki yorumu, IMF politikalarından vazgeçilmediğini, bir önceki hükümetin söyleminin aynen korunduğunu kanıtlamaktadır. İlginç olan bir husus da Acil Eylem Planı ve Hükümet Programı'nda gerçekçi olmamakla birlikte, yer verilen reel sektöre ve sosyal düzenlemelere aralanmış kapıların kararlılıkla kapatılmasıdır! Bu ortamda ve kasım sonrası hükümet uygulamaları dikkate alındığında (en önemli uygulamaları Mali Milat'ın tasfiyesi ve Vergi Affıdır!) Sayın Başbakan hangi göstergelere dayanarak "..bunun ötesinde, hükümetimizin ekonomik programının yapısı gereği ekonomimizi geçmiş dönemlere göre dış şoklara karşı daha dayanıklı hale getirdiği de açıktır" yargısında bulunabilmektedir! Bu konuda verilebilecek tek bir göstergeyi ve mevcut hükümetin hangi uygulamalarından dolayı dış şoklara dayanıklılığın arttğını çok merak ediyorum. Bir anımsatma, 17. Stand-by anlaşması yürürlüğe konulduğunda, Türkiye'deki liberal iktisatçıların önemli bir bölümü -akademisyen olanlar dahil- uygulanacak programla ekonominin dış şoklara daha dayanıklı hale geldiğini ileri sürmüşlerdi.
IMF programının parçası Yeni paketin içeriği, IMF-Dünya Bankası'nın Türkiye için hazırladığı ve uyguladığı planda ek önlemlerin alındığını, böylelikle IMF'nin aşırı liberal politikaları ile islamcı niteliği baskın olan AKP hükümetinin tam anlamıyla özdeşleştiğini gözler önüne sermektedir. Yeni paket ile sürdürülmekte olan birikim modeli veya iktisat politikaları veri olarak kabul edilmekte, mevcut programın yükünü çekenlerden daha fazla özveri istenilmektedir. Finansal birikim olarak nitelendirebileceğimiz modelden sapma söz konusu değildir. Aslında, Mali Milat'ın tasfiyesi ile modelin tümüyle korunacağı, sıcak para hareketlerine bel bağlandığı açıkça tescil edilmişti. Yeni önlemlerin harcama ayağında yatırımlardan tasarruf dikkati çekicidir. Oysa ki, yatırım harcamaları toplam bütçe harcamalarının % 5'i düzeyindedir: bunun anlamı, ekonominin canlandırılması yönünde hükümetin tüm sorumluluğunu bir kenara bırakmasıdır. Personel ve sağlık harcamalarından kısıntılar, bir yönüyle istihdamın önüne set çekilmesi, diğer yandan ise, bir toplumda en temel ihtiyaçlardan biri olan sağlık hizmeti tüketimin sınırlandırılması ve halkın tedavi olanaklarından yoksun bırakılmasıdır. Çalışan kitlelerin ve emeklilerin sağlık hizmetlerine ulaşmada çok kısıtlı olanaklara sahip oldukları ve son yıllarda sektörün hızla ticarileştirildiği dikkate alındığında, sağlık harcamalarına katılımın artırılması, özünde "parası olan yaşar" düşüncesinin dışa yansıtılması anlamına gelmektedir. Bir yandan çalışan kitlelerin üzerindeki baskının diğer bir yönü de, işçilerin bir ikramiyesinin ödenmemesidir. IMF programı doğrultusunda büyük darbe yiyen tarım kesiminde, destekleme ödeneklerinin ve doğrudan gelir desteğinden kesinti yapılması ise bu kesimin ve orta/küçük üreticilerin sorunlarından hızla ulaşıldığını kanıtlamaktadır. İlginç olan bir nokta da, zaten her yıl konsolide bütçenin % 0.5'ine eşit bir ödenek aktarılan KKTC'ye, Annan Planı'nın tartışıldığı, yetkililer tarafından Kıbrıs konusunda "tantanalı" hamasi nutukların atıldığı bir dönemde ödenekteki kesinti kuşkusuz soğuk duş etkisi yaratacak, KKTC'ye ekonomik destek sözünün içi boş bir slogandan öteye gitmediğini kanıtlamaktadır. Gelirlerin artılması yönünde ise temel kaynağın ek vergiler olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, hazinenin periyodik olarak başvurduğu ek emlak vergisi ve ek motorlu taşıtlar vergisinin yanı sıra, büyük olasılıkla kamu taşınmazlarının satışı, otoyol ve köprü geçiş ücretlerinin artırılmasından 2 katrilyon liranın üzerinde bir tahsilat beklenmektedir. Vergi affından elde edilmesi beklenen gelir ise, IMF'nin müdahalesiyle 750 trilyon liraya çekilmekle birlikte hükümet 2.4 katrilyon liralık bir gelir beklentisine sahip gözükmektedir.
Evrensel'i Takip Et