07 Ocak 2005 22:00

Bulutlar ardındaki kayıp öyküler

Yönetmen Yeşim Ustaoğlu Kürt sorununa değinen "Güneşe Yolculuk"un ardından; senaryosunu Rum Yazar Petros Markaris'le birlikte yazdığı "Bulutları Beklerken" isimli filmiyle karşımıza çıkıyor bu kez.

Paylaş
Yönetmen Yeşim Ustaoğlu Kürt sorununa değinen "Güneşe Yolculuk"un ardından; senaryosunu Rum Yazar Petros Markaris'le birlikte yazdığı "Bulutları Beklerken" isimli filmiyle karşımıza çıkıyor bu kez. 1916 yılında Karadeniz'den göç etmek zorunda kalan Rum ailelerden birinin kızı olan Eleni'nin, bir Türk ailenin evlat edinmesiyle Ayşe oluşunu, adını, dilini ve bu sırrı 50 yıl boyunca yüreğine gömüşünün öyküsünü Karadeniz'in atmosferiyle anlatıyor bizlere Yönetmen Ustaoğlu. Film, 2004 Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde "Seçici Kurul Özel Ödülü" ile "En iyi Kadın Oyuncu Ödülü"nü ve Sundance Film Festivali'nde ise "En İyi Senaryo Ödülü"nü kazandı. Üç sene boyunca Karadeniz'de kalan ve "Sırlarındaki Hayat" isimli bir belgesel filme daha imza atan Ustaoğlu sorularımızı yanıtladı.

Aslen Sarıkamışlısınız. Çocukluğunuzun geçtiği Karadeniz'e babanız öldükten yıllar sonra ilk defa gidip biri belgesel iki filmle döndünüz. Neler hissettiniz ve nasıl bir değişimle karşılaştınız? Karadeniz 89'dan beri çok hızlı gelişen bir bölge, özellikle Sovyet Rusya'nın çökmesinden sonra. Sovyet Rusya'yla, sınırla kurduğu uzak ilişki en büyük değişimdi. Yıllardır, bizim çocukluğumuzdan alışkın olduğumuz, sınırın arkasındaki kapıları merak ettiğimiz hatta korktuğumuz, bize korkmayı öğrettikleri yerden akın akın insanlar gelmeye başlamıştı. 90'lardan 2000'lere yansıyan ticarete dayalı önemli bir farklılıktı. İlk gözlemlediğim onların getirdiği yeni sosyal değişim, günlük hayatın içinde çok farkedilir bir farklılık yaratıyordu. Trabzon çok köklü bir şehir ve çok eski bir tarihi var. Benim çocukluğumda bıraktığım, inanılmaz güzellikteki kıyı şeridinin bozulmuş olmasına çok kızdım. Önemli bir koruma ve sahiplenme yok görebildiğim kadarıyla. Ama tarihsel ve kültürel yapılanmaya karşı bilinçli koruma önümüzdeki dönem gelişebilir gibi görünüyor. Birçok şeyin yok olduğunu da gördüm bu beni kötü etkiledi. Ama iç kesimler özellikle dağ köyleri, yayla geleneği inanılmaz güzellikte. Tabii duygusal olarak, geri dönüşüm çocukluğumda bıraktığım arkadaşlarımı yıllar sonra görmem çok hoştu, çok duygusal anlardı...

"Bulutları Beklerken" 50 yıl boyunca büyük bir sırrın ağırlığı altında yaşamak zorunda kalan bir Rum kadının hikâyesini anlatıyor. Neden böyle bir konu seçtiniz? Sanıyorum Türkiye çok uzun yıllar takıntıları, sırlarıyla baskılarıyla yaşadı ama yaşamayı öğrenemedi. Yaşamayı öğrenmeye çalışarak, söylemeyerek konuşmayarak çok uzun yıllar geçirdi. Türkiye artık fazla sır saklayamıyor. Daha tartışır hale geldik. Yoğun baskı, konuşamama, kültürler, kimlikler bu kadar renkliliğin arkasındaki yapı her zaman beni ilgilendirdi. Dolayısıyla "Güneşe Yolculuk'ta başka bir yere beni çok ilgilendiren bir bölgeye gittim. Ama Karadeniz'in, çocukluğumla beraber kozmopolit yapısını da çok iyi bildiğim için, anlatılması gerektiğini düşündüm. Türkiye bu tür hikâyelerle dolu bir ülke, ben de ait olduğum yere ait olan hikâyeye çok isteyerek başladım.

Göçle birlikte "Biz kimiz" ve "nereye aitiz" sorularını da beraberinde getiren bir film "Bulutları Beklerken". Filmlerinizde hep göç vurgusu var... Gidişler, her türlü gidişler, zorunlu göçler, bir yöne doğru gitmek zorunda kalmak, bırakmak, parçalanmak, ayrılmak bütün bunlar benim ilgi alanım. Ama insanın içindeki göç de, kendi gidiş yolculuğu da beraberinde hep sorduğum sorular ve bu sorularla, bu yolculuklarla insanların dramını, yolculuklarını anlatıyorum. Olgunlaşmayı, görmezlikten gelinmeye karşı farkına varmayı, sorumluluk duygusunu, iç değişimleri, devinimleri de yolculuklarla beraber umudu da anlatıyorum bir şekilde.

Filminizin senaryosunu Rum Yazar Petros Markaris ile birlikte kaleme aldınız. Nasıl bir araya geldiniz ve senaryo aşamasında neler yaşadınız? Kendim bir versiyon yazdıktan sonra bitmiş senaryonun üzerinde yeniden uzun bir dönem çalıştık birlikte ve son halini birlikte yazdık. Markaris, Türkiye ve Yunan tarihini çok iyi bilen, Türkçeyi mükemmel konuşan önemli bir kültür adamı, sanatçı, edebiyatçı ve senaryo yazarıdır. Benim senaryomu çok beğendi ve isteyerek katıldı. Zor bölgesel ve tarihsel araştırması yoğun, gelgitleri çok olan bir projeydi. Dolayısıyla belli bir araştırmanın sonucunda, sözlü tarih çalışması da dahil buna, ortaya çok rafine bir senaryo çıkarmam gerekiyordu. Çok olgun, söylediğini sade ve düz söyleyen, insanın bakmak istediği konuyu net görebildiği aynı zamanda evrensel bir tema çıkarmam gerekiyordu. Bu çabanın sonunda başarılı oldu sanırım.

Karadeniz'de o dönemi yaşamış Türk aileleriyle görüşme imkânınız oldu mu? Sözlü tarih çalışmasından kastettiğim bu. Orada kalmış ya da arkadaşlarının gitmesine tanık olmuş ve gidenlerle de konuştuk. Yaşlı teyzelerin anlattıkları özellikle iç acıtıcı, içe dokunan hikâyeler. Kendi kardeşinin kayboluşunu, arabadan düştükten sonra bir daha göremeyenleri anlatan Feride Teyze gibi, uğurlayan, uğurlayamayıp da halen acı, vicdan azabı duyan teyzelerin anlattıkları her açıdan acı dolu aslında. Kimi arkadaşını, kimi en yakın komşusunu, sevdiğini kaybetmiş... Sislerin, bulutların arkasında kalmış kayıp hikâyeleri.

Yolu olmayan bir köyde yöre halkıyla aynı şartlarda yaşamış ve tüm çekim malzemelerinizi sırtınızda taşımışsınız. Çekim sürecinden bahsedebilir misiniz? Büyük Kaçkar Yaylası'na, 3 bin metre yüksekliğe çıktık. Muhteşem ve inanılmaz güzellikte bir yayla. Çok zor ama çok güzel, müthiş doğa mücadelesi var. İnsanlar oraya yıllardır, yüzyıllardır bu şartlarda gidiyorlar. Gidiş, göç aslında onlar da böyle diyorlar karar verdikleri tarihte yola çıkıyorlar. Aslında "Sırtlarındaki Hayat" bunu anlatıyor. Ben bunu üç sene boyunca defalarca yaptım, ekibimizi alıp sırtımızda kendi yükümüzle o yaylalara çıktık ve her türlü serüveni yaşadık. Sellere, kar fırtınalarına kapıldık. İçinde heyecanı, mücadelesi olan müthiş keyifli şeylerdi. Bugün hadi bir daha gidin deseler koşa koşa gideriz. Oraya yol yapılmasın, bozulmasın diye içimden hep geçti hep ama teyzeler çok ağır yüklerle çıkıyorlar o yüksekliklere, garip bir paradoks bu.

Rüçhan Çalışkur ve Suna Selen dışında yöre halkının oynadığı bir film yaptınız. Profesyonel oyunculara göre bunun avantajı veya dezavantajları nelerdir? Fatma Teyze de dahil çocuklarla birlikte olmak, çalışmak çok keyifliydi. Onlar müthiş insanlar keyifli, neşeli, hayat, mücadele dolu... Onlara bir şey öğretmek gerekmiyor zaten her şeyi çok çabuk öğrenip yapıyorlar. Ama Anadolu'da nereye gitsem aynı şeyi görüyorum. "Güneşe Yolculuk"ta ki Kürt teyzeyi hatırlarsınız, son derece akıllı mücadele dolu insanlar bunlar. Çok çabuk kaynaştılar, adapte oldular filme.

Filmin çekimini erteleyerek Karadenizli kadınları anlatan "Sırtlarındaki Hayat" isimli belgeseli çektiniz neler anlattınız? Orada yaşayan insanların mizahlarını, türkülerini, ninnilerini, doğayla olan ilişkilerini manevi güçlerini, yaşama bağlılığını bütün bunları anlatıyor filmim.

"Güneşe Yolculuk" ve "Bulutları Beklerken" filmlerinizin isimleri dikkat çekiyor... Batıdan doğuya yapılan keşif yolculuğu "Güneşe Yolculuk" güneşin doğduğu yöne yapılan, Mehmet'in anlamasına, kavramasına, değişimine, olgunlaşmasına, gerçekliği anlamasına yaptığı yolculuk bir umuttu aynı zamanda. İsim kendini buldu. "Bulutları Beklerken" göçlerle, geride kalmış kayıplar, sesleri saklayan, kalanları ise içinde barındıran sisli puslu bir havada anılar ve sırlarla dolu bir hikâye olduğu için.

Nasıl tepkiler aldınız yurtdışında ve Türkiye'den nasıl tepkiler bekliyorsunuz? Çok iyiydi. Eleştirmenler de seyirciler de çok beğendi filmi. Çok duygulanarak izlediler. Kim ne düşünürse düşünsün herkes kendi penceresinden bakar hayata. Ama baktığım pencerenin ortak pencerelere açıldığını düşünüyorum. Bütün dünya, Türkiye'de anlayacak, algılayacak, sevecek içindeki insani sıcaklığı hissedecek. Gözlerini açmak isteyen çok fazla insan var.

ÖNCEKİ HABER

Irak mağdurları Ankara'ya geliyor

SONRAKİ HABER

Cemal Süreya'nın 101 yüzü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa