10 Şubat 2011 01:00
Mısırdaki halk isyanından sonra uluslararası medyada bazı isimler sıkça duyulur oldu: Mübarek, Sedat, Süleyman vs. Mısırın geleceği bağlamında akılları meşgul eden bir isim var ki o hem AB ülkelerinde, hem Türkiyede, hem de Kuzey Afrikada gündemden düşmüyor; Tarık Ramazan.
Mısırda şu an uyuyan dev olarak görülen Müslüman Kardeşlerin kurucusu, Tarık Ramazanın dedesi Hasan el-Benna. Ramazanın babası ise El-Bennadan sonra yönetimi devralan Seyit Ramazan. Seyit Ramazan, Nassır döneminde siyasi baskılar yüzünden ülkeyi terk etmiş bir siyasetçi. Seyit Ramazan önce Almanyaya, ardından İsviçreye gidiyor. İşte bu göç yıllarında da Tarık Ramazan İsviçrede doğuyor.
Tarık Ramazan dedesi ve babası gibi İslam bilimleri ve siyasetiyle yakından ilgileniyor. Ama onlardan farklı olarak İsviçrede müslüman göçmen kökenli bir ailede yetişiyor. Batı Avrupanın göbeğinde Ortadoğunun en güçlü İslamcı örgütlerinden birisini kuran bir ailede yetişmek Ramazanı Doğu-Batı zıtlaşmaları, Avrupada göçmenlik ve müslümanlık olgularını sorgulamaya itiyor. Doktorasını Alman düşünürü Nietzsche üzerine yazan Ramazan ardından Mısırda İslam bilimleri okumaya gidiyor.
Batılı toplumların geçmişten beri Doğuya özel bir perspektiften baktığı herkesçe biliniyor. Doğulu halkları zevk ve şehvet toplumu olarak niteleyen, ama aynı zamanda sözümona gelişmemişliğinden ve yabanıllığından dem vuran bu perspektife oryantalizm deniyor. Edward Said gibi aydınlar oryantalizmin batılı emperyalist ideolojinin cilası olduğunu savunmuş ve Batının Doğuyu aşağılayıcı yaklaşımının tarihi ve kültürel bir çarpıtmadan ibaret olduğunu ileri sürmüşlerdir. Keza İngilizler Hindistana, Fransızlar Kuzey Afrikaya, Almanlar da Osmanlıya dadandıkları zaman bölgeye yönelik girişimlerini siyasi bir misyon olarak tanıtmışlardır. Batıdan Doğuya medeniyet taşıdıklarını, geri kalmış ülkelerin gelişimine yardımcı olduklarını söylemişlerdir.
Soğuk Savaş zamanında Orta Doğuda yaşanan krizler (Afganistan, İran, Irak, Filistin vs.) oryantalist ideolojiyi ufak çaplı da olsa değiştirdi. Artık Batı Avrupa ve Amerikan emperyalizmi Doğuyu kültürel bir mesele olarak değil, Dini bir sorun olarak lanse etmeye basladılar. Sözde insan haklarının, demokrasinin, barışın, ekonominin gelişememesini İslamla bağdaştırmaya basladılar. Müslüman ağırlıklı nüfusa sahip ülkelerin aynı zamanda gelişmekte olan ülkeler oluşunu emperyalistler, İslam ve az gelişmişlik arasında karşılıklı korelasyon olduğu seklinde yorumladılar. Ortadoğuyu geliştirme ve medenileştirme misyonunda Batılı emperyalistler İslam dinine savaş açamayacaklarını bildikleri için bölgede uydu devletler kurarak hem politik meşruiyet sorunundan kurtulmayı hem de mevcut egemenliklerini arttırmayı hedefliyorlardı.
İslamı demokrasi, barış ve insan hakları karşısına koymak geçtiğimiz haftaki Münih Güvenlik Konferansına da nasip oldu. Ahmet Davutoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlunun da katıldığı Güvenlik Konferansında Türkiye, emperyalist güçlerin Ortadoğu siyasetinde önemli bir piyonu. Afganistan, Irak, İran, Mısır, Sudan, Tunus gibi ülkelerde rejim değişiklikleri istenirken Türkiye bir referans kaynağı olarak görülüyor. Mısırdaki ayaklanmaların şiddetlenmesi konferansta Türkiyenin laiklik anlayışının Mısır için bir ön model olup olamayacağı tartışmasını tetikledi.
Laiklikle övünen ama din işleri için ayrı bir bakanlığa sahip olan Türkiyede din ile devlet işlerinin sadece sözde ayrı olduğu aşikar. Türkiyede 1970lerden itibaren Necmettin Erbakan liderliğindeki Milli Nizam Partisi (MNP), Milli Selamet Partisi (MSP) ve ardından Refah Partisi, kemalist devlet siyasetini doğrudan ve açıktan hedef alan partilerdi. Erbakan geçmişten bugüne, yani Saadet Partisine kadar gelenekçi tavrını korurken Tayyip Erdoğan MSP ve RP döneminden itibaren yenilikçiler kanadını temsil ediyor. Yenilikçiler pragmatik teori ve eylemleriyle gelenekçilerden ayrılıyorlar. Geçmişi köktendinci İslamcı hareketlere dayanan siyasetçilerin başını çektiği AKP bugün İslami motiflerin ara sıra belirdiği, ama ağırlıklı olarak serbest piyasa ekonomisine uygun politika üreten ve ABD-AB emperyalist projelerine el uzatan bir parti. Sonuç olarak Türkiyede İslam, İslami değerler, İslam siyaseti gibi olgular AKPnin politik pragmatizmi sonucu geri plana düşmüş durumda. Emperyalizm ideologları T.C.yi Mısıra model olarak gösterirken bu tip bir formülü esas alıyorlar. Yani olay devleti ve dini arka plana çekmek ve serbest piyasayı güçlendirmek.
Mısırdaki ayaklanmaların ardından Türk ve Arap medyasında adı defalarca telaffuz edilen Tarık Ramazan bu suni İslam-demokrasi tartışmasını belki en can alıcı şekilde yaşayanlardan. Çünkü Ramazan bu olguyla bir de Avrupadaki bir göçmen müslüman olarak yüzleşiyor. İsviçredeki felsefe eğitimi sırasında Batılı akılcılık, aydınlanma ve modernlik olguları üzerine çalışan Ramazan bugün kendisine özgün bir İslam politik felsefesi şekillendirmiş. Ramazana göre El Kaide, Taliban gibi örgütler gerçekleştirdikleri silahlı eylemleri İslam adına gerçekleştiriyorlar. İslamda bu tür eylemlerin teşvik edilmemesi ama siyasi örgütlerin eylemlerini İslam adına yapmaları Ramazana göre Batıda ve Müslüman kamuoyunda büyük bir kafa karışıklığına sebep oluyor. İslam gericilik, medenileşme ve demokratikleşme karşıtlığı ile özdeşleştiriliyor.
Tarık Ramazan Avrupada, Amerikada ve dünyanın diğer yerlerinde İslamın farklılık göstermediğini ve tek bir İslamın olduğunu savunuyor. Problem İslamda veya Kuranda değil, onun yorumlanma biçiminde. Ramazan, müslümanların içinde yaşadıkları koşulların nesnel, gerçekçi, eleştirel ve özeleştirel bir şekilde kavranmasını istiyor. Kuranın sağlıklı yorumlanması da yine nesnel, eleştirel toplumsal analiz sayesinde gerçekleşebilir. Buradan hareketle Ramazan demokrasinin İslam içinde değil, mevcut koşullar içinde aranması ve yaratılması gerektiğine inanıyor.
Lakin tüm bu çabalarına rağmen Radikal Reform veya Batılı Müslümanlar ve İslamın Geleceği kitaplarında Ramazan çözümü sosyal piyasa ekonomisinde, piyasa tabanlı sosyal adalet ideolojisinde buluyor. Mesele Ramazana göre emek-sermaye çeliskisinde ve kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizmde değil. Bunun yerine Kuranın keyfi ve akıl dışı yorumlarından kaçınılmalı ve sosyal adalet, insan hakları, demokrasi vs. gibi olguları dikkate alan kapitalist sistemin oluşturulmasına çaba harcanmalı.
Emek ve demokrasi güçlerinin Tarık Ramazanın reformizmini reddedeceği ve antikapitalist devrim alternatifini ortaya koyması gerektiği açık. Keza gerek Avrupada gerekse Ortadoğu ve Kuzey Afrikada müslüman örgütlerle karşılaştıkları ve aşmak zorunda oldukları bir İslamcılık gerçeği de var. Eğer emek ve demokrasi güçleri devrim için kitleleri örgütlemek istiyorlarsa müslüman kimliğini ön plana çıkartan emekçileri kendi saflarına nasıl kazanabilecekleri konusunda dine yönelik net bir tavır belirlemesi gerekmektedir. Tarık Ramazan gibi AKPyi başarılı bir İslam-demokrasi sentezi olarak gösterenler için Mısırdaki ayaklanmalar uzun vadede işin içinden çıkılmaz bir hal alacaktır. Şayet olay Ramazanın dediği gibi Kuran ve İslamın kendisini değil de, onun yanlış yorumlarını ve piyasa ekonomisini eleştirmek ve değiştirmek ise reformistlere karşı sosyalist devrim bir alternatif olarak belirebilir. İçinde yaşadığımız koşullarda inancı ve dini sorgulamak devrimcilerin değil, inananların kendi yükümlülügünde olmalı. Devrimci emek ve demokrasi güçlerinin bu aşamadaki esas görevi işçinin, emekçinin, gencin, genel olarak halkın kendi devrimci kaderini kendisinin tayin edebileceği koşulları yaratmak.
KAAN KANGAL
Evrensel'i Takip Et