25 Temmuz 2010 01:00

Yeşil alanda top peşinde koşuştururken şeytan adı takılan ve tüm uğraşına karşın çayır çimen üzerinde topla kalamayınca ayaktopunun topsuz alanında iş tutarak yorumcu ve yazıcı kılığına bürünen Rıdvan Dilmen, olağan koşullarda günde üç öğün yemek yenildiği, beş vakit namaz kılındığı bir ülkede, Dünya Kupası’nın da katkısıyla neredeyse her gün beş öğün yorum yapar oldu.
Şeytan adamın şeytanlığından mı, yoksa “Şeytandır ne yapsa yakışır” düşüncesiyle ona yapıştırıldığından mıdır nedir, telefon dinlettirme gibi yasaklı işlere, şike benzeri olaylara karıştığı bile iddia edilmişti. Birileri şeytana pabucu ters giydirmek istiyor sanki.
Ben Şeytan Rıdvan’ın böyle bir şey yapıp yapmadığını tartışacak değilim. Yapmıştır da demiyorum. Ne olur ne olmaz, durduk yerde yargı yoluna düşmeyeyim. Siyasal erkin baskısı altında olan ve üstüne üstlük aynı erkçe siyasallaştığı söylenen bağımsız yargı bu konuyu çözecektir. Tıpkı Hrant Dink olayında olduğu gibi… Tıpkı Engin Ceber olayında olduğu gibi… Benim amacım yargıyı yargılamak, kim kimin kuşatması altındadır bunu çözmek de değil.
Benim derdim tümden başka. Topsuz alanda söz dolandıranların konuşamamaları öyle bir bağımlılık oldu ki ben de yazmadan duramıyorum. Şeytan’ı gündeme taşımam da ondan. Yoksa eskimiş bir konuyu eşelemek değil amacım. Üstelik, kendi demokrasisinde Güler Zere, Engin Ceber, Hrant Dink ve yüzlerce gencin ölümüne değil de, 30 yıl önceki askeri yönetimde asılan gençlere gözyaşı dökmeye çalışan Başbakanın duygusallığı duygularımı hoplatmışken başka şey yazayım istedim. Onun için Şeytan’a sarıldım.
Şeytan Rıdvan, olayın çıktığı günlerde, sinirden Şansal Büyüka’nın deyimiyle köpüklü ayran gibi köpürmüş soluk bile alamadan kendini savunurken ben onun söyleyemediklerine takılıyordum. O, söylediği her şeyin ayırdında değildi belki; ama ben en ince ayrıntısına dek ayırdına varıyordum sözlerinin. Örneğin çeşitli örneklerle kendini savunurken ulusal takımda oynadığından söz ediyordu coşkuyla. “Ben bu vatan için canını ortaya koymuş adamım. Böyle bir şey yapar mıyım” yiğitliği çıkarılabilecek sözünden, şeytan mı dürttü, yoksa şeytanın şeytanlığı mı tuttu ne, “Milli takımda oynamak suç işlemeye engel değil” açıklamasıyla çıkıvermişti. Yeşil alanda topla yaptığı gibi ters bir çalımla sıyrıldı işin içinden. Ama bir başka sözü var ki…
Karşı kalenin önünde topsuz olarak kaleciyle karşı karşıya kalmış gibiydi. Dedi ki o köpüklü ayran durumuyla; “Hiç kimseye muhtaç olmadan haram yemedim.” “Kimseye muhtaç olmadım. Haram yemedim” diyecekti kuşkusuz. Yoksa “Muhtaç olsam yerdim”, “Muhtaçtım. Yedim” gibi anlamlar çıkarılamaz bu sözlerden. Ne var ki bu sözdeki haram sözcüğü aldı götürdü beni. Nedir bu haram, niye yenir, gibisinden sorular eşliğinde...
Din kurallarına aykırı olan, dince yasak olan her bir şeymiş haram. Bu durumda haram yiyenlerin dinsiz olması gerekiyor. Ama görüyoruz, duyuyoruz, okuyoruz ki haram yiyenler daha çok dinsel kesimden. Ülkenin siyasal geçmişine bir baksanıza… Dinci partiye yapılan devlet yardımı dindar başkanca iç edildiği için mahkum edilmedi mi?.. Hükümlü başkan, dönem arkadaşınca da bağışlanmadı mı?..
Çeşitli dinlerden din adamları uluslararası toplantıda bir araya gelmişken toplanan bağış paralarının nasıl kullanıldığı konusunu da konuşmuşlar. Haham, “Paraları beş metre öteye çizilmiş çizgiye atarız, çizgiyi geçenleri hak yolunda, geçmeyenleri kendi yolumuzda kullanırız” demiş. Papaz “ Biz beş metre uzağa bir kavanoz koyarız, paraları atarız. Girenleri hak yolunda, girmeyenleri kendi yolumuzda kullanırız” demiş. İmam “Paraları havaya atarız, Tanrı aldığını alır, alamadığı bize kalır. Kalanları, hak böyle istedi diye kendi yolumuzda kullanırız” demiş.
Haramı helal yapmanın yolu bu belki de. Demek ki yenmesinin nedeni de böyle bir şey. Yani böyle yiyince haram helaldir. Hem de helal-i hoştur, gerisi de boştur.
Şeytan Rıdvan’ın kendi kanalındaki izlencesinde içini dökmesinin Serhat Ulueren’in izlencesinde kimilerince başlar önde dinlenmesi başka anlamlar çağrıştırsa da, başlar yukarı kalktığında bitirici söz Ulueren’den geldi. “Suç kesinleşene, sabit olana kadar kimseye iftira atamazsınız” diyordu ve iftira atmanın zamanını da belirliyordu en bilgiç duruşuyla. Böyle durumlarda, genellikle “Suçu kanıtlanana dek, herkes suçsuzdur” gibisinden bir şey söylenirdi. Ama sunucu kılığındaki adamın söylediği öylesine başkaydı ki…
Kerem Öncel’in bir karşılaşmanın sonucuyla ilgili olarak “Çok açık olmasa da büyük fark” demesiyle ancak anlatılabilecek başkalıkta bir sözdü Ulueren’inki de.
Şeytan her yerde iş üstünde mi ne!..
Üstün Yıldırım

Evrensel'i Takip Et