11 Eylül 2009 01:00
Bir utancın yıl dönümü: 6-7 Eylül olayları
GÜNÜN YAZILARI
6 Eylül 1955 Salı günü saat 13.00te TRT haberlerinde geçen ve aynı günkü Ekspres gazetesinde yer alan Atamızın evi bombalandı haberinin hemen arkasından başlar olaylar; gazete öğleden sonra iki ayrı baskı ile duyurur olayları kamuoyuna. Aynı gün, ilerleyen saatlerde, bazı öğrenci birlikleri ve Kıbrıs Türktür Cemiyetinin çağrısıyla Taksim Meydanında bir miting düzenlenmesine karar verilir. Mitingin ardından, İstiklal Caddesindeki gayrimüslimlere ait işyerleri talan edilir. Olaylar kısa sürede Beyoğlu, Şişli, Kurtuluş, Nişantaşı gibi semtlere, ardından da İzmir ve Ankara gibi başka illere de sıçrar. Protestocuların ellerinde Türk bayrakları, Atatürk ve Celal Bayar posterleri vardır. Komünistlerin tertipledikleri bu menfur olaylar, 7 Eylül Çarşamba günü de devam eder; olaylarda birçok işyeri tahrip olur.
Gerçek hiç de böyle değildir. Olayların başlamasından birkaç hafta önce ilgili mahallelerin muhtarlarından, gayrimüslimlerin yaşadıkları ev ve işyerlerinin adresleri istenmiştir. Fransız Konsolosluğunun bir raporuna göre ise daha İkinci Dünya Savaşı sırasında, özel bir birlik tarafından herhangi bir çatışma durumunda, daha kolay nötralize edilmelerini sağlamak amacıyla, gayrimüslim azınlıkların adresleri kaydedilmiştir.
Demek ki olaylar, Atatürkün evinin bombalanmasının kitlede yarattığı infial ile pek de alakalı değil. Alıntılara devam edelim: Yüksek kaldırımda bir Yahudi, o kargaşada kendi tabelasını bir Türk dükkanının tabelasıyla değiştirdi. Yahudinin dükkanına hiçbir şey olmadı ama Türkünki yağmalanmıştı. Sonra komşusuna Ne yapalım, bunu senin insanların yaptılar dedi. Garip hatalar oluyordu. Bir doktor arkadaşım vardı. Muayenehanesinin üzerinde Doçent Dr. diye tabelası bulunuyordu. Doçent kelimesini gayrimüslim zannedip, muayenehanesini tahrip etmişler.
Olaylar çığırından çıkmış, 5 bin 317 (aralarında 214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile fabrika, otel, bar gibi yerlerin de bulunduğu 5 bin 317) binaya saldırılmış, olaylar bir kin ve nefret histerisine bürünmüş, azınlıklara yönelik faşist/milliyetçi nefret gerçek yüzünü göstermiştir; öyle ki, Şişli Rum mezarlığındaki bir Rum yurttaşın tabutu açılarak cenazenin bıçaklanmasına, gayrimüslim kadınlara tecavüze -olaylardan sonra 60 kadın Balıklı Hastanesinde tedavi görmüştür- kadar varmıştır olaylar.
Kapitalist üretim ilişkilerinin yeni yeni nüfuz etmeye başladığı Osmanlı devletinin son dönemine kadar ticaret, ağırlıklı olarak gayrimüslim tebaanın eliyle yürüyordu. Bu olgu, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında da varlığını sürdürecekti. Yeni gelişmekte olan Türk burjuvazisi, Lozan Konferansıyla azınlık statüsü verilen Rumlara ve diğer gayrimüslimlere, bir taraftan gıpta, diğer taraftan da açgözlü bir kinle bakıyordu. Bu azınlıkların burjuva kesimlerinin sahip olduğu servet ve mülkiyete çeşitli biçimlerde el koyma girişimleri, en açık ifadesini aslında daha II. Dünya Savaşı sırasında yürürlüğe konulan Varlık Vergisi ile bulmuştu, diyor Marksist Tutumdaki bir yazısında Cem Keskin. Oldukça haklı ama eksik. Bence, bu gıpta ve açgözlü kin tanımını Tanzimat sonrasına kadar götürmeliyiz; nitekim, kendisini milli burjuvazi yaratma politikası olarak gösteren, gayrimüslim sermayeden nefret etme düşüncesinin kökenlerini, İttihat ve Terakki Cemiyetinin son döneminde, Cumhuriyet yönetiminde -hatta Milli Demokratik Devrim düşüncesinde- Nüfus Mübadelesi uygulamasında, Varlık Vergisinde ve hatta 1934teki Trakya olaylarında da takip etmek mümkündür. Başı, Tanzimat sonrası muhalefet hareketlerine kadar götürülebilecek bu olgunun sonunu çizmek de zor değil: Tam da bugün. Avrupa Birliği Savunma Bakanları Troykası toplantısı için Brüksele gittiği tarihte, Türkiye Büyükelçiliğinde düzenlenen Atatürkü anma töreninde bir konuşma yapan Vecdi Gönülün, Ulus yaratmak için padişahlık ve halifeliği kaldıran Atatürkün, bugün fazla hatırlanmayan, ama çok önemli bir diğer adımının, Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi olduğunu belirterek, Bugün eğer Egede Rumlar devam etseydi ve Türkiyenin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum, ama eski dengelere bakarsanız, bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır sözlerini de bu kapsam içerisinde değerlendirmek çok doğru olacaktır; hem de Vecdi Gönülün, yabancı sermayenin ülkede yatırım yapması için çalışan bir hükümetin bakanı olduğunu bile bile ve bunun onun/onların zihninde bir çelişki yaratmadığını göre göre: Şöyle ki, yabancı (foreigns/ecnebi) sermayenin yatırım yapması iyi bir şeydir; ama (ülke içerisindeki) yabancı (Others/Zımmî ) sermayenin yatırım yapması iyi bir şey değildir, onlara/Türk sağına göre. Sanki kapitalistin dini imanı etnisitesini tartışmanın ne anlamı varsa?
6 Eylül akşamı trenle Ankaraya hareket etmek üzere İstanbuldan yola çıkan Cumhurbaşkanı Celal Bayar, olaylar konusunda bilgilendirilir; ardından da Örfi İdare, sıkıyönetim ilan edilir. Örfi İdare Mecliste de tartışılır. Başbakan Yardımcısı Fuat Köprülü, Mecliste yaptığı konuşmada, olaylarla ilgili olarak komünistleri suçlar ve konuşmasını Saldırının şekli ve hedefleri incelenirse, burada söz konusu olanın yalnızca komünist bir komplo olduğu görülecektir diye bitirir. Oysa 6-7 Eylül olayları sırasında Seferberlik Tetkik Kurumunda görevli olan Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, Gazeteci Fatih Güllapoğlu ile yaptığı röportajda, olayları şu şekilde tanımlıyordu: 6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına ulaştı.
Köprülü, ne MAH ajanı Hikmet Bilden, ne onun Menderesten aldığı paralardan, ne Mithat Perinden, ne Menderese telgraf çekerek Londra Konferansı görüşmeleri sırasında Artık dizginlenemeyen bir kamuoyundan bahsederek Kıbrıs konusunda bir hamle yapmak istediğini belirten Fatin Rüştüden, ne devlet tarafından finanse edilen Kıbrıs Türktür Cemiyetinden, ne de Oktay Enginin olaylardaki rolünden söz eder konuşmasında. Suçlular bulunmuştur. Aziz Nesin, Kemal Tahir ve Asım Bezirci gibi isimlerin de aralarında bulunduğu 48 sosyalist. Dönemin sıkıyönetim komutanı Nurettin Aknoz -Başbakan Yardımcısı Fuat Köprülüden aldığı gazla olacak- tutuklanan solcular için İstanbulu yaktıran o heriflerdir. Hepsine müstahak oldukları cezayı verdireceğim. 10-15ini sallandıracağım, geri kalanını da 25er, 30ar yılla zindanda çürüteceğim diyerek, zihniyetini ve tıynetini ortaya koyar.
Hangi olay olursa olsun, istenmeyen bir olay varsa, onu komünistlerin çıkardığı iddiası Türk sağının sık sık başvurduğu en sığ yalanlarından, saçmalıklardan birisidir. Sadece 1955 yılında Fuat Köprülü değil, 1993 yılında Madımak Otelinde insanlar yakılırken de -tıpkı 1955te olduğu gibi- tahrikçiler, komünistler Aziz Nesindi. Zamanın kültür ve turizm bakanı yaptırılan Atilla Koç da 2007 yılında yaptığı bir açıklamada, 1970 yılında Atatürk Kültür Merkezini Burjuvalar burada eğleniyor diyen komünistlerin yaktığını söylüyordu.
6-7 Eylül olaylarının etnik temizliğin bir parçası olduğu, olayların nüfus mübadelesinden tutun da Sivas olayları ile ilgisi, ilişkisine dair birçok yazı okumuşsunuzdur. Ben sadece olayların bir yönüne, çok da fazla ön plana çıkarılmayan bir yönüne değinmek istedim. Türk sağının, her sıkıştığında komünizm tehdidinden medet ummasıyla, 6-7 Eylül olayları arasındaki ilişkiyi vurgulamaya çalıştım. Bir ayrıntıdır deyip geçmeyin. Liberal teoriyle uzaktan yakından alakası olmayan Türk sağını var eden bir şey varsa, bu, realpolitikte, ABD taraftarlığı ile komünizm aleyhtarlığıdır.
6-7 Eylül olaylarından çıkartmamız gereken bir diğer ders de şudur bence: Marxın dediği gibi Görünen gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı...
METE K. KAYNAR
Evrensel'i Takip Et