18 Nisan 2009 01:00

2009 1 Mayıs’ına günler kala alan tartışmaları yine bütün sorunların önüne geçti. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB gibi emek ve meslek örgütleri Taksim Alanı’nda 1 Mayıs kutlamaları için bir araya gelmiş durumdalar. Türk-İş yaptığı açıklamayla Taksim için başvuru yapacağını, izin verilmediği koşullarda başka bir alanda kutlama yapacağını söylüyor. Hak-İş her zaman olduğu gibi, başka bir noktada duruyor. Üç yıldır Taksim kutlamalarında ısrar eden sendikal anlayış, bütün meseleleri getirip burada düğümlemektedir.
Baştan şunu belirtmek gerekiyor. İşçi sınıfının örgütlenmesi ve mücadelesinin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Tüm meydanlar işçilerin özgürce kullanacakları alanlar olmalıdır. Bunları savunmak, bunlar için mücadele etmek başka bir şeydir, sorunu her şeyden koparıp getirmek ve Taksim düğümüne bağlamak başka bir şeydir. Yaşanan gelişmeler sadece Taksim meselesiyle sınırlandırılmış bir mesele olmaktan çıkmıştır.
DİSK ve KESK, örgütlerine gönderdiği yazıda, hiçbir yerde 1 Mayıs tertip komitelerine girmemeyi zorlamakta (KESK bunu daha yumuşak bir biçimde, ikinci bir duyuruya kadar diye sınırlıyor), girenlerin çıkmasını önermekte, bunun için tüm örgütlerini uyarmaktadır. Yapılan uyarı niyetinden bağımsız olarak şuna yol açacaktır: Parçalı ve zayıf olan sendikal hareketin giderek silikleşmesi ve bölünmesi... Bu da 1 Mayıs 2009’un yaygın ve kitlesel kutlanmasının önünde engel olmaktır. Zaten konfederasyonlar arasındaki zayıf olan, aşağıda her an bölünmelere ve parçalanmalara sebep olacak eğilimlerin gelişmesi demektir. Ve yaşanan gelişmeler bir kez daha sermayenin kendi politikalarını hayata geçirecek zemini ortaya çıkacağı koşulları olgunlaştırmaktır.
Kim ne derse desin, ortaya çıkan gelişmeler ve yaşanan süreç buraya hizmet etmektedir. Lafızda birlikten yana, mücadeleden yana olanlar söz konusu birliğin ve mücadelenin gelişeceği dönemde birliğin önünü tıkayacak politikalarda ısrar etmektedir. Ortaya çıkan bu yanlış tutum değişmeli ve birliğe hizmet etmelidir. Sendikaların ve sendikacıların görevi ayrışmak değil, birlikten ve mücadeleden yana olmalıdır.
Tarihsel koşulları gözeterek, dönemi gözeterek en geniş işçi ve emekçi birliğini sağlayacak bir mücadele hattını savunmak varken, marjinal, dar kalıplar arasına girerek bir yere varılmayacağını görmek gerekiyor. Yüz binlerce işçinin işinden olduğu ve yüz binlercesinin işten atılma tehdidiyle karşı karşıya kaldığı, yoksulluk sınırının altında yaşayanların ülke nüfusunun dörtte üçünü oluşturduğu bir dönemden geçmekteyiz. Ücretsiz izin uygulamaları işçilerin ana gövdesini tehdit ediyor. Yine asgari ücret açlık sınırının altındaki ücretin yarısına kadar düşmüş durumda. Sendikal harekete dönük saldırılar, sendikasızlaştırma, özelleştirme sürüp gidiyor. Pazar artıklarından çöp toplayanlar her gün biraz daha çoğalıyor. Kredi kartı borcunu ödemeyen insanlar intihar ediyor. Üretici köylüler borçlarından dolayı hapse giriyor. Üniversiteler ve okullar bilim yuvası olmaktan çıkarılıyor. Sendikal hak ve özgürlüklerin de AB ve TİSK isteklerine kurban edildiği bir sürecin arifesindeyiz.
Bütün bu gelişmeler, buraya sığmayacak kadar sorunların ve saldırıların yaşandığı bir dönemde “Ben yaptım oldu”, “Benim kıblem Taksim” anlayışı ne kadar doğrudur. Ne kadar birleştiricidir, ne kadar kapsayıcıdır bunu yeniden düşünmek ve tartışmak zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Yaşanan 1 Mayıs süreci sadece Taksim meselesi olarak ele alındığı koşullarda, marjinal, dar ve bir işçi sendikasına yakışmayacak hale gelmektedir. Diğer bütün meselelerin önüne geçmekte ve gözlerimi kapatarak, alan fetişizmine kadar götürmektedir. Hiç kimse; “İşyerinden işçiler alanlara nasıl gelecek; işyerinde hangi talepler etrafında bir çalışma yürütecek”, diye konuşmuyor. Hiç kimse; nüfusu 12 milyon nüfuslu kent olan İstanbul’da, “Neden yüz binleri alana getirmek için gayret etmiyor ve çalışmıyoruz” diye tartışmıyor. Genç, yaşlı, kadın ve erkek işçi ve emekçilerin kendi talepleriyle alanlara akacağı, sermaye ve onların hükümeti olan AKP’ye tokat atacağı, yüz binlerin kendisini her renkte ifade edeceği 1 Mayıs dönemi varken, bunun tersine çalışmak hangi akla hizmet anlamına gelir?
DİSK, tarihinde hep, işçilerin ve emekçilerin birleşmesi ilkesinden hareket etmiştir. Fakat bu gün gelinen noktada dar, sekter ve marjinal bir anlayışın etkisinde ve onun esiri olmaya doğru gitmektedir. Sadece 1 Mayıs meselesinde değil, bir çok meselede kendi içine dönen, dönemin koşullarını gözetmeyen, küçük olsun benim olsun mantığıyla hareket eden bir noktaya doğru savrulmaktadır.
2009 1 Mayıs’ı bu kritik virajda DİSK ve örgütleri açısından yeni bir dönemin adımlarını atacaktır. Ya bildiği dar ve genel olarak işçi ve emekçi hareketinin çıkarlarını gözetmeyen bir noktadan devem edecek, giderek darlaşacaktır. Ya da yeni bir hamle yaparak en geniş işçi ve emekçilerin birliğini sağlamak için taktik platformunu değiştirecektir. DİSK ve onunla aynı anlayışta duran örgütler açısından böyledir. Taksim’de 1 Mayıs kutlansa iyi olur ama “Kutlanmadığı koşullarda her şeyin sonudur” mantığı doğru değildir.
Kaldı ki kafalarda şöyle bir anlayış bulunmaktadır. “Taksim’e çıkıldığında her şey değişecektir”, “Tüm saldırılar önlenecektir”, “Bugüne kadar irtifa kaybeden sendikal hareket bir anda yükselişe geçecektir”, “Kaybettiğimiz tüm haklar geri gelecektir” beklentisi içinde olanların sınıf hareketinden ve halk hareketinden bir şey öğrenmedikleri açıktır.
AKP Hükümeti, karşısında böyle parçalı bir sendikal hareket gördüğü sürece, yapacağı saldırıları geciktirmeden hayata geçirecektir. Şu bile, dönem açısından en çabuk üzerinde birleşilecek ve üzerinde mücadeleyi yükseltilecek olanağı sunmaktadır. Hükümetin 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yapmak istediği ve AB uyum paketi çerçevesinde hazırladığı yasa tasarısı, DİSK, Türk-İş ve Hak-İş tarafından eleştirilmektedir. Ama sadece eleştirilmektedir. 1 Mayıs öncesi lokavtsız, yasaksız bir sendikal hak ve özgürlükler yasası için birleşme olanağı varken, bunun karşısında milyonlarca işçi ve emekçiyi birleştirme, harekete geçirme olanağı varken bu yapılmıyor. Yapılan ne? Alan tartışması! Taksim gösterilere açılsın, açılmazsa diğer bütün meseleler çözülmez anlayışı ile hareket edilmekte ve diğer bütün çıkış yolları kapatılmaktadır.
Dünyanın çeşitli ülkelerinden sendikacılar 1 Mayıs’ta Taksim’i açmak için geliyorlar. Enternasyonal dayanışma elbet olmalı. Ama önce kendi işimize ve gücümüze bakmak doğru olandır. Yüz binlerce işçi ve emekçinin Taksim kapılarına dayandığı koşullarda zaten Taksim açılsın, açılmasın tartışmasını bitirecektir. Fakat görülmek istenmeyen tam da budur. Bütün sorunları kitlesel ve örgütlü işçi gücüyle çözmek istemeyen ve bunun dışına düşen anlayışın Taksim ısrarından başka yapacağı bir şey kalmamıştır. Yaşanan sürecin ve gelişmelerin sağlıklı değerlendirilmesi, bir kez daha en geniş işçi ve emekçi mücadelesinin örgütlenmesinin olanakları vardır, bunun görülmesi gerekiyor.
ALİ ÇETİN - Yazar

Evrensel'i Takip Et