28 Mart 2009 01:00

Toplumun egemen sınıflarının faşist/baskıcı/otoriter bir rejime ihtiyaç duydukları zaman, ister seçim yoluyla, ister darbeyle, ister iç savaşla, isterse başka herhangi bir yolla olsun, ancak bizzat kendi isimleriyle değil de adında "millet, milliyetçi, faşist" vb. adlar geçmeyen, hatta parti olarak kendilerini de dışarıda bırakırmış gibi görünen örgütlerle/partilerle/hareketlerle iktidara gelmiş olmaları, sadece devlet ile rejim arasındaki ayrımı görünmez kılmamakla kalmaz, aynı zamanda faşist bir yönetimin varlığını/iktidarda olduğunu da gözden kaçırmamıza neden olur. Şöyle ki, adında "adalet", ya da olmadı "halk" kavramları geçen partilerin iktidara gelmesi, olsa olsa faşizmin görünmemesini sağlar, yoksa, faşizan bir rejimin olmadığının kanıtı değildir. Buradan yola çıkarak söylenebilecek şey, Türkiye'nin şimdilerde faşizan bir rejimle yönetildiği değil, fakat egemen sınıflar faşizan bir yönetime ihtiyaç duyduğunda hali hazırda iktidar olan partinin buna çok uygun olduğudur. Dolayısıyla özellikle önümüzdeki yıllarda var olan iktidardan az ya da çok, şöyle ya da böyle "burjuva demokratik" bir yönetim beklemek, Yahudi aşığı bir Nazi ne kadar mümkünse o kadar olanaklı olacaktır.
Şöyle ki, birbirlerini darbecilikle ya da şeriatçılıkla suçlayanlar, aslında siyasal iktidarda egemen sınıfın hangi fraksiyonunun hegemonik bir güç olacağı kavgasının üstünü örtmekten başka bir şey yapmamaktadır. Yani şimdiki gerginlik, siyasal bir bunalımın varlığından, devlet yönetiminde egemen sınıfların hangi kanadının baskın olacağı kavgasından kaynaklanmaktadır. Ve eğer bu siyasal bunalım egemen sınıfların birbirleriyle anlaşarak bir ittifak kurması aracılığıyla oluşturulacak bir iktidar bloku ile çözülemezse, -ki şimdilik böyle bir blok kurulamamış gözüküyor-, bu durum faşizan bir yönetimin oluşmasının kapılarını aralayacaktır/aralamaktadır. Tam da burada Poulantzas'a kulak verecek olursak "Faşist devlet, siyasal bir bunalıma denk düşen kritik bir devlet ve rejim biçimini" oluşturmaktadır. Faşizmin ortaya çıkışı, "Egemen sınıflar ve bunların fraksiyonları arasındaki iç çelişkilerin derinleşme ve keskinleşme durumuna tekabül eder." Böylesi bir faşizan yönetimin ise, sanıldığı gibi her zaman darbe yoluyla değil de, başka bir biçimde, AKP'nin faşistleşmesi yoluyla olma olasılığı çok yüksektir, zira AKP'nin şu anki politikalarına bakılırsa gerek siyasal hayatta gerekse toplumsal yaşamda giderek daha fazla baskıcı bir yönetim oluşturma yönelimine girdiğinin epeyce bir göstergesi vardır. Kaldı ki faşizm, güneşli bir havada aniden çakan şimşek gibi gelmez, gelişine ilişkin önceden görülebilecek göstergeleri vardır.
İşte tam da bu noktada, aslında "burjuva liberal demokrasisinin" kurulması açısından önemli bir işlevi olabilecek olan önümüzdeki "yerel seçimler"in özellikle iktidar, doğrusunu söylemek gerekirse onların sponsorluğunu yapan ve kendi egemenliğinin sürekliliğini iktidarın zor kullanmasına bağlayan egemen burjuvazi tarafından ne demeye "genel seçimlere" dönüştürüldüğü daha bir anlam kazanır. Zira bu seçimde elde edilecek sonuçlar, muhtemelen daha faşizan, otoriter, olmadı şu an var olandan daha baskıcı bir siyasal rejimin de habercisi olacaktır. Lafı dolandırmadan söyleyecek olursak, iktidar partisinin alacağı oyların oranının yüksekliği ya da düşüklüğü, bu ülkede faşist bir yönetimin ayak seslerinin de habercisidir. Bir ülkedeki rejime faşist diyebilmek için illaki milliyetçi partilerin iktidara gelmesini, olmadı ortalıkta SS subaylarının dolaşmasını bekleyenler daha çok bekleyecek demektir. Tersine, halihazırdaki hükümet, "liberal-muhafazakar demokrat" söylemi ardında faşist bir yönetimin ülkeye yerleşmesinin baş tetikçisi olma yolundadır.
İşin daha da önemli yanı, küresel bir krizin varlığı ve muhtemelen kolay kolay bitmeyeceği gerçeğidir ve bundan dolayı da önümüzdeki süreçte özellikle de bizim gibi ülkelerde egemen sınıfların baskıcı ve faşizan yönetimlere ihtiyaç duyacağıdır. Zira krizin seyri, tek tek ülkeleri kendi ulusal sermayelerini koruyucu ekonomik önlemler almaya yöneltmektedir ki, bu türden uygulamalar hem siyasal rejim değişikliğini hem de ideolojik bir manipülasyonu gerektirir.
İnsanın aklına ister istemez Roland Barthes'ın sözü geliyor: "Faşizm, konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir." Seçimler oy kullanma yoluyla halkın doğrudan "konuşamadığı" ama bir şey "söylediği" araçlardan biridir, ve seçim aracılığıyla bir şey değişecek olsa elbette ki yasaklanırdı.
MUSTAFA KEMAL COŞKUN - DTCF SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ

Evrensel'i Takip Et