09 Şubat 2009 00:00
Türk Dış Politikası ve Olası Eksen Kayması: Uygarlıklar Çatışması ve Uygarlıklar İttifakı
Son aylarda Avrupa Birliği çevrelerinde ve hatta Türkiyede sıkça sorulan bir soru var: Türkiye dış siyasetinde bir eksen kayması mı yaşanmaktadır?
Son aylarda Avrupa Birliği çevrelerinde ve hatta Türkiyede sıkça sorulan bir soru var: Türkiye dış siyasetinde bir eksen kayması mı yaşanmaktadır? Bu sorunun farklı yanıtları olabilir. Ama görünen o ki, Türkiye komşularıyla ve özellikle Ortadoğulu komşularıyla tarihinde hiç olmadığı kadar sıcak ve dostane ilişkiler geliştirmiştir. AKPnin iktidara geldiği ilk günden bu yana sürdürdüğü tutarlı anlayış neticesinde ve biraz da konjonktürün yardımıyla bu noktaya gelindiği düşünülebilir. Bu açıdan bakıldığında belki de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez gerçek anlamda bölgesel bir güç haline gelmeyi başarmıştır. Kafkaslarda, Ortadoğuda ve Kuzey Afrikada izlenen etkin dış politika açılımları sonucunda olsa gerek ki, Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmeyi başarabilmiştir. Bütün bu olumlu gelişmeler yabana atılır cinsten değildir. Hatta, AB entegrasyon süreci düşünüldüğünde bölgesel bir güç haline gelen Türkiyenin AB için daha cazip bir hal alacağı da düşünülebilir. Ancak, şu ana kadar beliren resimde Türk dış politikasını yönlendiren aktörlerin denklemin bir tarafına fazlasıyla ağırlık verirken diğer tarafını ihmal ettikleri ve yeterince dikkatli davranmadıkları gözlenmektedir. Denklemin öte yanındaki AB ve Obamanın Amerikası, Türkiyenin hızla bir eksen kayması yaşadığı ve giderek Müslüman-Arap dünyasına doğru yaklaştığı ve belki de Bushun dünyasında İspanya ile birlikte kendisine atfedilen uygarlıklar İttifakı inisiyatifindeki aktif rolü fazlasıyla ciddiye alıp İslam Uygarlığının temsilcisi olduğu yönünde Türkiyeye eleştiriler yönlendirmektedirler. Sanıyorum Türkiye siyasal eliti de bölgesel bir güç olmanın verdiği sarhoşluk duygusuyla rolünü abartıp bilerek ya da bilmeyerek söz konusu eksen kayması sürecinde belirleyici bir rol oynamaktadırlar. Ancak, unutulan asıl nokta Batı ile kriz yaşayan Türkiyenin bölgesel bir güç olmasının fazla bir anlam ifade etmeyeceği gerçeğidir. Diğer bir deyişle, bölgesel bir güç olmak, günümüz dünya düzeninde AB ve Obamanın ABDsi ile iyi ilişkiler geliştirmek ve AB çıpasını korumakla anlam kazanabilir. Hamasın yanında olmak veya bölgede Türkiyeyi bugüne değin en iyi anlayan ülke konumundaki İsrail ile köprüleri tamamen atmak orta ve uzun vadede Türkiyeye çok pahalıya malolabilir.
Son dönemde Türkiyenin AB ile olan ilişkileri bağlamında daima altını çizdiği ve ülkemize uygarlıklar arasında bir köprü olma işlevi yükleyen uygarlıklar ittifakı tezine farklı bir perspektiften yaklaşmanın zamanı gelmiştir. Uygarlıklar İttifakı tezinin antropolojik açıdan bakıldığında aslında Uygarlıklar Çatışması tezinden pek de farklı olmadığı görülmektedir. Bunun nedeni, her iki tezin de aslında benzer dünya algılarından kaynaklanıyor olmasıdır. Kültürleri ve uygarlıkları sınırları belli olan sabit yapılar olarak gören, diğer kültürler ve uygarlıklarla etkileşim sırasında kendi kimliğini kaybetmeme varsayımıyla hareket eden, kültürel alışverişi bozulma, yozlaşma ve kimlik kaybı olarak nitelendiren ve kültürleri asla değişmeyen birer bütün olarak algılayan her iki anlayış da bütünselci kültür nosyonu dediğimiz yaklaşımın ürünüdür. Her iki yaklaşımın da dünyayı dinsel ve kültürel referanslarla tanımladığına dikkat çekmek gerekir. Sözgelimi George Bush, Angela Merkel, Nicolas Sarkozy ve Recep Tayyip Erdoğanın bu açıdan bakıldığında pek çok ortak yanını bulmak mümkündür. Başbakanımızın Davostaki olaylı Gazze Panelinde Şimon Perezi eleştirirken kullandığı Tevrat referansı buna bir örnek teşkil edebilir. Günümüzün siyasal liderlerinin neredeyse tamamı dünyayı dinsel referanslarla okumaktadırlar.
Eğer günümüzdeki gelişmeleri Uygarlıklar Çatışması ve Uygarlıklar İttifakı paradigmaları üzerinden değerlendirirsek, maddi zenginliği elinde bulunduran ülkelerin zenginliği gelişmekte olan ülkelerle paylaşmamak için Uygarlıklar Çatışması tezine daha fazla vurgu yaptıklarını, öte yandan gelişmekte olan ülkelerin de maddi zenginliği elinde bulunduran ülkelerle aynı hatta yer alabilmek için Uygarlıklar İttifakı tezine vurgu yaptıklarını söylemek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında her iki düşüncenin de sorunlu olduğu görülmektedir. Türkiye gibi toplumların bu tür kültürelist ve dinsel paradigmalara sığınmak yerine, çıkışı siyasal ve seküler paradigmalarda aramasında fayda olduğu kanısındayım. Son bir kaç yılda, Uygarlıklar ittifakı tezine karşı Türkiyedeki bazı çevrelerden bazı muhalif seslerin yükseldiği görülmektedir. Bu tür eleştirel sesler, haklı olarak, İslam dünyasının ve hatta neredeyse Arap dünyasının hamiliğine soyunan Türkiye Cumhuriyetini bugüne değin Batı uygarlığının bir parçası olarak kurgulayan modernist anlatının giderek aşındırıldığını dile getirmektedirler. Diğer yandan unutulmamalıdır ki, dinsel perspektif Bushun dünyasında geçerliydi. Obamanın dünya düzeninde dinselliğe yer olduğunu pek düşünmüyorum. Bu nedenle, Bush rejimi tarafından Türkiyeye giydirilen ılımlı Müslüman ülke kimliğinin artık anlamını yitirdiği görülmektedir. Dinsellikten uzak sosyo-ekonomik parametrelerle dünyaya bakan bir anlayışa geri dönmek durumunda olduğumuzu düşünüyorum.
Prof. Dr. Ayhan Kaya (Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi)