5 Mart 2007 01:00

sunu
Son yıllarda “Emekçi” vurgusu daha bir “atlanan” ve “Dünya Kadınlar Günü”ne indirgenen 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü 150 yaşında. Bu günü yaratan New York’lu dokuma işçisi kadınların eşit işe eşit ücret ve çalışma saatlerinin düşürülmesi talepleri ise, en az 150 yıl önceki kadar yakıcı. Dahası, 150 yıl sonrasının “modern” hayatı ile kıyaslandığında dünyada ve Türkiye’de emekçi kadınlar cephesinden yaşanan tablo, 150 yıl öncesini bile aratır nitelikte.
Zira emekçi kadınlar 150 yıl sonra da, savaşın ve inkarın en acı sonuçlarını yaşamaya mahkum edilirken; işsizlik ve yoksulluktan en fazla etkilenen kesim olmayı sürdürüyorlar. “En ucuz emek” nitelemesinden çıkamayan emekçi kadınlar; her türden şiddeti, günlük hayatın her alanında yaşamaya devam ediyorlar.
Ve emekçi kadınlar günde beş milyona 10 saat çalıştırılırken de, kanalizasyon çukurlarında çocuklarını yitirdiklerinde de, ne ülkenin Başbakanın umrunda oluyorlar, ne de ‘Türk oğlu Türk’ olanların.
Dosyamıza, Irak işgalinin ağır bilançosundan Akyıl işçilerine, kadın istihdamı sorunundan töre cinayetlerine, emekçi kadınları kuşatan sorunlardan bazı başlıkları taşımak istedik.
8 Mart, bütün emekçi kadınlara kutlu olsun!
‘Tek bildiğimiz aç olduğumuz’
Derya Karaçoban
Kamyon şoförü Halil Ete, Ceylanpınar’da, 7 Şubat’ta TİGEM’in süt sağım işçilerini taşıyan kamyonun dereye yuvarlanması sonucu hayatını yitiren11 kişinin arasındaydı. Ete, geride iki eş ve 15 çocuk bıraktı. Eşlerinin ölümünün ardından iki kadının yaşadıkları, aslında binlerce hemcinsinin sorunlarına ayna tutar nitelikte...
Fadime Ete (47), Halil Ete’nin resmi nikahlı eşi... 8 çocuğu var... Fatma Balık (34) ise, Fadime’nin kuması ve onun da 7 çocuğu var... Çocukların hiçbiri okumamış... Oturdukları iki göz dam, yıkılmaya yüz tutmuş... Çoluk çocuk, kapı önünde oturmuş, acılarına çare arıyorlar. Eşlerinin ölüme gitmesinin ardından akıllarında sürekli aynı cümleler; “Kadın başımıza kaldık. 17 nüfus nasıl doyacak, nasıl yaşayacağız?”
Biri evde, biri işte...
Kaza olana kadar Fadime çalışıyor, Fatma ise çocuklara bakıp, ev işleriyle ilgileniyormuş. Her ne kadar “başlarında erkek olmadan başka illere gidip çalışmaları” engel gibi dursa da, bu işbölümü devam ediyor. Zaten kazanın olduğu gün Fatma Ete ve 6 çocuğu da, o kamyondaymış. Canlarını zor kurtarmışlar... Halen aileden 7 kişi süt sağım işinde çalışmaya devam ediyor. Belli bir maaşları yok; ne kadar çok süt sağarlarsa, o kadar çok ücret alacaklar...
Ekmek bile yok!
Ancak aldıkları para, ekmek almalarına bile yetmiyor... Günde 20 ekmek alabilseler bile, 17 kişinin karnını doyurmuyor. Halil Ete öldükten sonra bakkal borçları 750 YTL’ye ulaşmış. Ailenin çalışan üyeleri, sabahın 5’inde, zifiri karanlıkta iş hazırlıklarına koyuluyorlar. Yemeklerini evden götürüyor ve hayvanların içinde karınlarını doyuruyorlar. Fadime Ete, eşinin ölümü karşısında isyan ediyor tek bildiği dil olan Arapçası ile: “Eve geldiğimizde yorgunluktan bitmiş oluyoruz. O haldeyken kim yemeği düşünür! Evde artık ne varsa o katık oluyor ertesi günkü yemeğimize.” Kuması destek çıkıyor Fadime’nin söylediklerine ve ekliyor: “Hükümet yardım etmeli bize.”
‘8 Mart da ne?’
Söz 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne geliyor... “Bilmeyiz biz 8 Mart’ı. Nedir o?” diye soruyor Fadime Ete... “Bizim bildiğimiz tek şey, aç olduğumuz. Bu kadar çocuğun aç ve sefil kaldığı... Kocasız kaldığımız...” derken isyanı artıyor. Fatma Balık ise müteahhitlere kızıyor: “Yazın çapaya gidiyoruz, saatlerce güneşin altında çalışıyoruz, 5 lira veriyorlar. 5 lira bir günlük boğaz paranı çıkarmıyor. Bir torba şeker, iki gün dayanmıyor bu eve. İşçilerin emeğini, hakkını müteahhit yiyor. ”
Halil Ete’nin yeğenleri de sohbetimize katılıyor... Songül Ete, daha 14’ünde... İlkokul 3. sınıfa kadar okumuş. 10 yaşından beri de ya pamuğa, fındığa gidiyor ya da koyun sağıyor... 16 yaşındaki Hatun Ete de, 6 yıldır çalışıyor. Okuma-yazması yok... Kamyon üzerinde, insanlık dışı koşullarda taşındıklarını biliyor Hatun... “Hiç sesimizi etmedik. Çünkü çalışmaya mecburduk” diye de ekliyor son söz olarak... (Ceylanpınar/EVRENSEL)
Töreyi doğru yerden tartışmak...
Aylin Akçay
(Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Öğrencisi)
Son yıllarda, töre ve namus cinayetleri bir çok şekilde gündeme geldi. Tartışma programları, belgesel, gazete haberlerinin yanında, her türlü dizide, filmde de çok daha yaygın bir biçimde karşılaşır olduk töre ve namus cinayetleriyle. Ancak, soruna yaklaşım ve ele alış biçimleri çözüme giden yolları da her zaman etkilemiştir. Tam da bu nedenle, töre ve namus cinayetlerinin nasıl sunulduğuna ve bu sunuluş biçimlerinin ne gibi algılara yol açabileceğine değinmek bir ihtiyaç olarak görünüyor.
Niye öldürüyorlar?
Konunun yaygın olarak töre ve namus cinayetleri olarak adlandırılması da bir biçimiyle bunun bir parçasıdır. Elbette ki, tüm ölümler hepimizi yaralıyor ve canımızı yakıyor. Ne var ki, ölümler yaşanmadığı durumda da, kadınlar her gün aynı sebeplerle toplumsal baskıya ya da farklı şiddet biçimlerine maruz kalıyorlar. Bu toplamı ve bunun altındaki sebepleri görmek, ölümlere giden yolu da anlamak açısından önemli görünüyor.
Benzer şekilde, konu tek başına bir cinayet bile olsa, öldürülen kadın üzerinden bir sınırlama yapıldığını söyleyebiliriz. Bu, hem haberlerin gündeme gelişinde, hem de sorunun tarif edilişinde karşımıza çıkıyor. Peki, ölümleri uygulayan erkekler (ki bunu yapan her zaman sadece erkek özneler olmuyor), hangi toplumsal baskıları yaşayarak bu noktaya geliyorlar? İnsanları yakınlarını öldürmeye iten sebebin toplumsal nedenlerinin sorgulanması, yine bütün tablonun anlaşılması için önemli bir yerde görünüyor. Bu bağlamda da, mesele tek başına bir kadın sorunu olmaktan çıkıyor, daha genel ve toplumsal bir sorun haline geliyor.
Töre, Kürtlerin sorunu mu?
Haberlerde, cinayetler “vahşet”,”barbarlık”, “gerilik” olarak sunuluyor, ölenler “kurban”, öldürenler ise “cani” ve “aşağılık”. Ancak, yaşananların altında yatan toplumsal ve ekonomik baskı mekanizmalarından ve devletin, hükümetin sorumluluklarından bahsedilmeden bu şekilde verilen haberler, tahmin edilenden farklı bir sonuç çıkartıyor ortaya. Kurbanlar ya da canilerin, geri kalanların gözünde yabancılaştırılması, ötekileştirilmesi. Bunu yapanlar ya da yaşayanlar, bizden çok uzak, bize çok yabancı, geri ve anlam veremediğimiz bir dünyaya ait algısı yaratılıyor. Biz ise moderniz. Bu ise, yaşananı bir bütün olarak hepimizin sorunu olarak görmemizi engelliyor. Bu ötekileştirme, ülkenin siyasal gündemi ile de bağlantılı olarak, bir de Kürtler üzerinden yapılıyor. Töre cinayetleri bütünüyle Kürtlere indirgeniyor ve Kürt sorunu olarak gösteriliyor.
Aylardır bu toplumsal soruna farklı yaklaşım biçimleri, bir yandan da çözüm yolları tartışılıyor, raporlar hazırlanıyor, kampanyalar düzenleniyor. Bir yandan özellikle bölgedeki kadın kuruluşları devlet kurumlarının tüm ilgisizliğine rağmen canhıraş kadınların hayatını kurtarmaya çalışırken bakanlık, devlet, medya ve kimi “sivil toplum” erkanının hâlâ meselenin etrafından dolanma, kapitalizmin ve ataerkil sistemin payını gizleyen, devletin değil ‘öteki’nin (kadınlar, hatta sadece öldürülen kadınlar ya da Kürtlerin) sorunu ve ya bir kısım cani insanın işi gibi gösterme çabası ciddi çözüm adımlarının da önünü tıkıyor.
Bizim sorunumuz
Bu durumu değiştirecek olan kardeşlerinin cenazesine binlerle sahip çıkan kadınların elleridir. Aramızdan kimileri yaşama şansını kaybettikten sonra gündeme alınabildi, kimileri de ölüme beş kala kadın kuruluşlarının çabasıyla kurtarıldı. Ama içimizden çok daha fazlası bu ölümü her gün ve her gün yaşamak zorunda bırakılıyor. Türkiye’nin istisnasız her bölgesinde boğuşmak zorunda olduğumuz bu kuşatılmışlığın hakkından gelecek olan, hükümeti, devletin kurumlarını somut adım atmaya zorlayacak olan da biziz. Sorunun bizden kilometrelerce uzaktaki kadının değil, bizim sorunumuz olduğunu kavrayarak yola çıktığımızda onu komisyonların, kampanyaların tozlu raflarından kurtarıp, namus ve töre kavramlarının ağırlığının altında ezilmeyi reddettiğimiz, ekonomik, sosyal, demokratik haklarımızı elde ettiğimiz, kardeşlerimiz ölmeden önce yaşamlarını değiştirebildiğimiz bir mücadele alanına dönüştürebiliriz.
YARIN: Kadınlara 8 Mart’ı ve şiddeti ve töreyi sorduk. Partiler 2006’yı kadın cephesinden değerlendirdi

Evrensel'i Takip Et