Aman Ali Rıza Bey tadımız kaçmasın!
Evin kızı Sıdıka, erkek egemen aile yapısını içeriden, mizahıyla boşa düşüren bir görev üstleniyor. Bazense annenin replikleri abeslikleriyle kendi içerisinde yeterli oluyor: “Kız Sıdıka, intihar edersen baban seni öldürür.”
Cansu ÖZYAPICIEL
Liseli beş kadın hafta sonu hadi dışarı çıkalım deyip bir kafede buluşurlar; aileden izin alma faslı olmayacak kadar doğal bir süreçtir bu. Garson olan genç adam arkadaşlarıdır ve hep birlikte muhabbet eder, şakalaşırlar. Son 10 yıldır Türkiye’de yayımlanan dizilerde neredeyse görmediğimiz bu sahne, yakında 20 yılı geride bırakacak olan Çılgın Bediş dizisinden.
Çok uzun zamandır dizilerde kadınları kendi kararlarını veren, bağımsız, aşkını yaşayan, hayatını idame ettiren bireyler olarak görmüyoruz. Rolü gereği ya kendini çocuklarına adamış bir kadın, ya sevdiği için her şeyi göze alan bir aşık ya da başına gelen onca kötü şeyin ortasında iyilik timsali olarak kalmaya çalışan pasif bir kadın...
Bu yazıda elimden geldiğince 90’lar dizileriyle günümüz dizilerini karşılaştırmaya çalışacağım. Artık televizyon izlemek istemeyen biri olarak size de kendime de rahat nefes alabileceğimiz birkaç dakikalık bir pencere açmayı umuyorum.
SIDIKA'DAN ÖĞRENDİKLERİMİZ
Ayrı olarak ele almak istediğim tek dizi Sıdıka. Kadın filmleriyle sinemamızda önemli bir yeri dolduran Atıf Yılmaz’ın yapımcısı ve yönetmeni olduğu dizi, televizyonda da çok farklı bir yerde duruyor. Bildiğimiz üzere başkarakterimiz, evin kızı Sıdıka, erkek egemen aile yapısını içeriden, mizahıyla boşa düşüren bir görev üstleniyor. Annesinin, ağabeyinin kadın benliğini kısıtlayan, aşağılayan hatta saldıran söylemlerine ve davranışlarına verdiği dalga geçen eleştiren cevaplar dizinin karakterini oluşturuyor. Bazense cevap verilmesine bile gerek kalmadan annenin replikleri abeslikleriyle kendi içerisinde yeterli oluyor: “Kız Sıdıka, intihar edersen baban seni öldürür.”
MUHAFAZAKARLAŞAN AİLE
Günümüz dizilerinde karakterlerimiz feodal aile içinde toplumsal rollerle belirlenmiş tiplemeler olarak ortaya çıkıyor. Örneğin klasikleşmiş bir “aile dizisi” olan Yaprak Dökümü’nde evde anne ve kızların babanın ağzından çıkana baktığı, sürekli olarak da onu hoş tutmaya çalıştığı bir tablo görüyoruz: “Aman Ali Rıza Bey tadımız kaçmasın.”
90’ların televizyonunda ise bu rollerin o kadar belirgin olmadığı, şimdiye nazaran daha dayanışma halinde, karar mekanizmasını daha eşit yürüten ailelerle karşılaşıyoruz. Şaşırtıcı şekilde bir adamın 3 karısıyla ve 36 çocuğuyla şehre göçmesini anlatan Kaygısızlar dizisinde bile bu durumu gözlemleyebiliyoruz. Memnun Kaygısız şehre göçmeye bir çocuğuyla konuşurken karar veriyor, akşam bütün aileyle meseleyi tartışıp şehirdeki asker arkadaşına mektup yazmaya karar veriyorlar. Yedi Numara dizisinde ise birbiriyle akraba olmayan üniversiteli kadınlar ve erkekler bir ailenin evinde birlikte kalıyorlar ve bu durum dizideki kimse tarafından ahlaki açıdan bir problem olarak görülmüyor.
KADININ DAİMİ KURTARICISI ERKEK!
Kadını merkeze alan dizilerde görülen ortak sıkıntı ise erkek karakterlere bağlanan kurgular. Örneğin Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinde ana karakterimiz kocasından ayrılmış, çocuklarıyla tek başına ayakta kalmaya çalışan Cemile çıkmaza girdiğinde Balıkçı, kızı Aylin’e aşık olan Soner vb. devreye giriyor. “Yardımcı”, “gizli bir el” görüyoruz ve bu bir erkek eli oluyor. Fatmagül’ün Suçu Ne ve Hanımın Çiftliği örnek verebileceğimiz diğer diziler. Kara Melek, Yeditepe İstanbul gibi 90’lar dizilerinde ise bu atmosferi bu kadar net hissetmiyoruz.
Elbette 90’lardan örnek verdiğim dizilerin tamamen ataerkiden yalıtılmış olmadığı biraz irdelenirse görülecektir. Fakat burada parmak basmak istediğim nokta toplumun muhafazakârlaştırılmasının, “ileri demokratikleşme” hamlelerinin bir aygıtı olarak TV dizilerinin kullanılması. Ama bilmeliler ki biz kadınları yaşama dair taleplerimizin aksine ikna etmeye hiç bir aygıtları yetmez.