O ‘Ses’i arayacağız
Mustafa KARA
“bir ses arıyorum / yeni bir şiire başlamak için /.../ çünkü yüreklerimiz / acılarla şişe şişe nasırlaştı”.
Sözcüklerin “işçi kadını”nın arkasından ne söylenir ki? Nasıl söylenir?
Ne çok emek, ne çok eser, ne çok insan...
Ama şairliği en başta... Yok yok; işçiliğidir her şeyin üstünde olan. İlk gençlik yıllarında Haliç’in tersanelerindeki işçilik günleri... Koca bir ömür vazgeçmediği işçilik... Tersane işçiliği, ev işçiliği, sözcük işçiliği, insan işçiliği... Ne insana değmiştir eli, sözü...
Evet, kimileyin çok da sert; ama hep sevgiyle.
İşçilik günlerinde daktiloyla çoğaltılmış illegal Nâzım dizeleriyle tanıştığı işçi davası... Umut davası...
“Kızgın demirlere değen ellerimiz / Su toplayıp kabarır, nasırlaşır / Ateşe ve demire dayanır”. “Bir Ses Arıyorum” şiirinden bu dize... Sennur Sezer’in ömrünün, şiirinin, mücadelesinin en arı, en duru özeti. Sadece ellerin değil, yüreklerin de nasırlaştığı günlerde yazılmış bir gelecek şiiri, bir umut şiiri... “çünkü umutsuzluk yasaktır”.
Doğum çığlığıyla, bir çocuğun ilk ağlayışıyla başlayan bir “ses”.
Sesler bir araya gelir sözcükler olur, şiir olur, slogan olur, ağıt olur.
Urfa’nın ücra bir köyünde Türkçe bilmeyen kadınlarla ve Fadime Göktepe’yle Kürtçe ağıtlara eşlik eden Sennur Sezer geliyor gözümün önüne. Grev çadırında şiir okurken... Nuh Nebi’den kalma ses kayıt cihazıyla İstanbul’un kuytusunda işçi röportajları yaparken... Yakasında karanfil kortejde yürürken; yanı başında “sırtını dayadığı koca çınar”ıyla... Sonra “Evladım...” diye başlayan o uzun sohbetler... Hayatın ve kavganın orta yerinde bir şair.
Çiçeğin binbir türünü bilen, anlatan, öğreten şair. Yemeğin binbir çeşidini. (Sahi, patlıcandan kaç çeşit yemek olur Sennur abla?) Gördüğü her nesnede insanı, insan emeğini görmeyi; dahası anlatmayı bilen kadın. Şiirinde, hayatında, her anında...
“Don vuran ağaç sürgün verecek, / Kaya çatlayacak, tohum yeşerecektir. / Ama susmaktan sesimi yitirdim / Nasırlaştı dilim.”
Ses ve susmak... Susmaya mecbur kalmak. Fenası bile isteye susmak.
Susmadı. En zor sayılan günlerde bile.
“Babaların bazen dönemediği günler”de de...
Dün de, bugün de.
Şiire başladığı ilk günlerde duyduğu “Şiirde neyi eksik gördün de başladın?” sorusuna verdiği yanıttır Sennur Sezer’in tüm yazıp, söyledikleri... Kendi namına eksiği doldurmuştur, ama eksik bir değil ki!
Biz de o ‘ses’i arayacağız.
Sesini duyuramayanların sesi. Dudağını ısırarak acısını bastıranın sesi. “Ateşten sıcak bir tencereyi yanmadan alabilen”lerin sesi. Kadının sesi. Ve elbet işçinin sesi. “Eli ateşten korkmayanlar”ın sesi. Duyulamamış o sesi!
Ve elbette, bir ömür yaşattığı sevdasından süzüp anlattığı, o büyük sevdaların sesi...
Ah! Şair öldü.
Sesin sesimizdir.
Sesin sesimizde.
Ve sesini özleyeceğiz.
Rahat uyu.
Ve artık dinlen biraz.