08 Ekim 2015 15:49

Dinlen abla kulağımız sende

Paylaş

Çağdaş Günerbüyük

Kültür sanat gazeteciliğinde ölümün hep özel bir yeri vardır. Bizim yaşadığımız memleket, ölümün haberden ve şiirden eksik olmadığı bir yerdir zaten. Devlet kurşunuyla, topuyla, ablukasıyla katledilen ya da iş cinayetinde öldürülenler, her yerde değilse de, en azından Evrensel sayfalarında sıkça haber olur, maalesef. Kültür sayfasının konusu, daha çok doğal ölümlerdendir. Yıllarını sanata vermiş isimler hayatlarını kaybederse, o andan itibaren gazetenin ilgi alanına birden tüm gövdesiyle girer. Doğal yolla ölenler, başka sayfalarda bu kadar sık haber olmaz, çünkü kültür sayfasındaki bir ölüm haberi, giderek azaldığımızı hatırlatır bize. “O güzel atlara” binip giden “o güzel insanlar”ın ardından el sallayabiliriz ancak, dünya üstünde daha da yalnız hissederek. 

Cenaze izlenmeli, başka törenler yapılıyorsa onlar takip edilmeli, yakınları aranmalı, dünyadan göçeni güzelce anlattırmalıdır. Sosyal medya yokken, oradan alıp koymak mümkün değilken de. Böyle bir durumda aranacak ilk isim, çoğunlukla Sennur Sezer olur. Olurdu. Eğer önce o aramazsa. İster yazar olsun, ister oyuncu, ressam, sinemacı ya da heykeltıraş, Sennur Abla ya onu tanır, ya onu tanıyanı tanır, o kaybı en iyi kimin anlatacağını bilir, böylece kıymet bilen, hakkını veren haberler, yazılarla öleni anmayı mümkün kılar. Kılardı. 

EDEBİYAT NELER BİRİKTİRMİŞSE ONLAR SENNUR ABLA’NIN HEYBESİNDEYDİ

Bu kez Sennur Sezer’i arayamadı kimse, “Abla, başın sağ olsun” diye başlayan bir telefonla. O da gitti. Kanser tedavisini geliştiren doktorlara Nobel ödülünün verildiği, bizde en çok o doktorlardan Mardinli olanının milliyetinin tartışıldığı gün, nefes almamaya başladı. Çok sevdiği dostu Yaşar Kemal’den birkaç ay, onun doğum gününden bir gün sonra, gitti. Fikret Otyam’dan kısa süre, Tevfik Fikret’ten yüz yıl sonra. Onun için Evrensel Kültür’ün bu ayki sayısında Otyam’ın resimlerini, Fikret’in şiirlerini yazmış olması. Selim İleri’nin onun için neden “edebiyatımızın koruyucusu” dediğini sadece buna bakarak bile anlayabiliriz. Edebiyat ona kadar neler biriktirmişse, onlar Sennur Abla’nın heybesindeydi çünkü. Kendine saklamak için değil asla, her an onu paylaşmak için. 

Koruyuculuğunu edebiyatla sınırlamak ona haksızlık olur, Aydın Çubukçu’nun dediği gibi: “Hangi işi yaparsa yapsın kişi, hangi hünerin erbabı olursa olsun, ressam, tiyatrocu, sinemacı, şair, romancı ya da kalaycı, makinist, çömlekçi, terzi, ana ya da baba, Sennur’dan öğreneceği bir şey vardır.”

O bir işçiydi çünkü önce. Hakikaten, önce işçiydi, tersaneden ayrıldı ve hep öyle kaldı. Her fırsatını çalışmak için değerlendiren, başka bir yazar değil, başka bir insan zor bulunur. Tanıyabileceğiniz en üretken insanlardan biriydi. İşçiliğini, emekçi kadınlığını, sınıfsız, sömürüsüz bir dünyaya inancını, onun kavgası içinde, örgütlü geçen ömrünü, şiirinde de, sohbetinde de en kapalı gözler bile görebilir. Onun gidişinin ardından, belki günlük dilinde “sınıf” kelimesini epeydir kullanmayan kişilerin dahi, Sennur Abla’yı “İşçi sınıfının şairi” diye tanımlamaları, bundandır. Sadece ezilenlerin, mağdurların, kimliklerin, yoksulların şairi demedi kimse, her cins ve milliyetten işçilerin, işçi kadınların şairi, “işçi şair” dedi herkes, ömrünü adadığı mücadelesine selam ederek.

Epeydir sağlık sorunları olduğunu bilirdi çevresindekiler. Yazıyı, yemeği, hayatı olduğu gibi hastaneleri de iyi bilir, arada anlatırdı. Ama bu işçi kadının üretmeyeceği günün geleceği yine de kimsenin aklına düşmemişti. Daha dinlemek istediğimiz çok şey var madem, o bize seslenmenin yolunu bulur, yeter ki dinleyen olsun. Dinlenmeyi en çok o hak etti.

ÖNCEKİ HABER

Sennur’un ardından

SONRAKİ HABER

Ankara Barış Bloku 10 Ekim Mitingine çağrı bildirisi dağıttı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa