18 Ekim 2015 02:27
/
Güncelleme: 11:23

7 Haziran’dan beri “400 vekil verseydiniz böyle olmazdı” diyen Cumhurbaşkanı’nın tehditleri, sokağa çıkma yasakları, kent ablukaları, tutuklamalar, yayın yasakları, bombalı saldırılar, tanklar, toplar, keskin nişancılar... Ülkeye tam anlamıyla savaş havası çöktü. Diyarbakır, Suruç, Cizre katliamlarında kaybedilenlerin acısı soğumamışken yaşandı Ankara Katliamı...
“Suruç’taki saldırı aydınlatılsın” diye kadınlar sokağa çıktı günlerce. Çünkü bu katliamlar aydınlatılmazsa bir başkasını yaşamanın sürpriz olmadığını biliyorlardı. Nitekim 10 Ekim’de Ankara’ya “Barış ve Demokrasi” talebiyle giden onbinlerce insan hedef alındı bu kez. Sonuç: 97 kişi katledildi, yüzlercesi yaralandı ve onlarcasının durumu hala kritik...
Tüm bunlar yaşanırken birbirinden güç almayı bilen, her katliamda acısını barış özlemiyle sağaltan kadınların ise kuşkusu yok ki, barış umudu çoğaltacak, barış kazanacak...
Barış umudunun ‘sıradaki patlama nerede olacak’ endişesine dönüşmemesi için bu katliamların aydınlatılmasını talep eden farklı kesimlerden kadınlar, bunun nasıl mümkün olabileceğini anlatıyor.


BARIŞTA ISRAR, ÖZGÜRLÜKTE ISRAR OLMAK ZORUNDA

Ayşe BERKTAY
HDP İstanbul
3. Bölge Milletvekili Adayı

7 HAZİRAN’dan bu yana seçimlerin hemen ertesi günü “kaosu seçtiniz” tehditleriyle başlayan, kentlerin kuşatılması, sokağa çıkma yasakları; ormanların, köylerin yakılması, tanklar, toplar, keskin nişancılarla mahallelerin, halkın hedef alınması, yaygın tutuklamalar ve bombalı katliamlarla devam eden ağır bir savaş havası ülkeye çöktü.
Kadınlar olarak bu ortama ilk tepki veren bizler olduk; kuşatılan Kürdistan kentlerine heyetler yolladık, otobüslere dolup dayanışmaya, paylaşmaya gittik, neler yaşandığını kadınlardan dinledik. Kadınlar yaşamın içinden konuşuyor, koca koca kentlerin toplu cezalandırılmasının, vahşetin ve direnişin siyaset dilinin soğuk kalıplarını aşan hakikatinin hikâyesini anlatıyordu.
İnadına “barış” demeye devam ediyoruz ama mutlaka “İnadına özgürlük” sözünü de yanına katarak. Mücadele bir araya gelmeyi, paylaşmayı, birbirimizden güç almayı, ortak akıl üretmeyi olanaklı kılacak birliktelikleri büyütmeyi gerektiriyor. Birbirimizden güç destek alarak, birbirimize cesaret vererek sokakları terk etmemek, bulunduğumuz her yerde yaşamı, yaşam alanlarımızı koruma yol ve yöntemleri geliştirmek, kadınların öncelikle evlerinde ve mahallelerinde kendilerini güvende hissetmesini sağlamanın çarelerini hep birlikte bulmak, ilişki ağlarını kurmak durumundayız. Kuşatılmış kentlerin kadınlarından biz bunları dinledik ve öğrendik. Barış umudu böyle bir özgüven temeli üzerinde çoğalacak.    
Bizleri savaşı, ölümü konuşmaya mahkûm etmeye çalışanlara karşı biz kadınlar özgürlük sözlerimize sahip çıkacak, nasıl bir barış, nasıl bir yaşam istediğimizi ortaya koymaktan hiç geri durmayacağız. Kelimenin tam anlamıyla IŞİD’leşmiş bu erkek egemen sistemin savaş politikalarının karşısında soyut barış sözleriyle değil, yaşamımızı ve özgürlüğümüzü savunmanın ve kazanmanın kararlılığıyla durarak, yaşama ve birbirimize mütevazi bir şekilde sahip çıkarak ve her koşulda sahip çıkacağımızın güvenini birbirimize ve çevremizdeki herkese vererek gerçek bir barış umudunu çoğaltacak, barışı kazanacağız.
Barışı yaşamın her hücresinde didinen, emek veren kadınlar kazanacak. Buna hiç kuşku yok.


YENİDEN AYAĞA KALKACAĞIZ

Mehveş EVİN
Gazeteci

Ankara Katliamı, hepimizin bu ülkeye dair ümitsizliğinin, çaresizliğinin ve güvensizliğinin doruk noktası oldu... Korktuk, çok korktuk. Ölmekten, sevdiklerimizi kaybetmekten çok, bundan sonra olabilecekler adına çok korktuk. Çocuklarımız ve geleceğimiz adına korktuk.
Barıştan, huzurdan uzak, bu kadar rahat yalan söyleyebilen bir zihniyetin nelere muktedir olabileceğini iyice anladık.
“Bundan ötesi var mı? Olabilir mi?” derken, şiddet çıtası yükseldikçe yükseliyor. Kötülük, şiddet, yalan o kadar sıradanlaştı, o kadar aleni hale geldi ki acılarımızı nereye koyacağımızı şaşırdık.
“Unutursak kalbimiz kurusun” dediğimiz nice kaybı, acıyı, zamanla kanıksadığımız gibi, Ankara katliamının korkunç acısına zamanla, istemesek bile alışacağız.
Ancak bu, illa duyarsızlaştığımız, unutacağımız ya da bu ülkede barış içinde yaşama yeteneğimizi kaybedeceğimiz anlamına gelmiyor. Aksine... Hayatta kalmamız lazım, hayatta kalabilmek için daha güçlü olmamız lazım.
Sadece 7 Haziran sonrasında olanları gözünüzün önünden geçirin:
Tayyip Erdoğan’ın barış sürecini çöpe atması, Suruç katliamı, derken ateşkesin sona ermesi... Kürdistan’da ilçe ilçe uygulanan “sokağa çıkma yasakları ve özel timlerin “operasyon”ları, HDP binalarına saldırılar... Basına artan baskı ve şiddet olayları...
Güneydoğu ve Doğu’daki böylesine tırmandırılan şiddet ortamının, ülkenin batısına bulaşmaması düşünülemezdi. Büyükşehirlerde IŞİD ve bağlantılı cihatçıların, yahut “karanlık” güçlerin eylem yapacağı sır değildi. Hala da bu ihtimal sürüyor...
Herşeye rağmen kimse, başkentin merkezinde düzenlenecek barış mitinginin hedef alınabileceğini öngöremedi.
Hala safça, “Bu kadar kör gözüm parmağına olamaz” diye düşündüğümüzden belki... Zaten gergin olan ülkeyi adım adım uçuruma sürüklemesini izlemek, yeterince azap vericiyken daha fazla, daha fazlasına maruz kalmaktan bitap düştük.
Şiddet sarmalından medet umanların tek çaresi, sistematik olarak gücümüzü kırmak, ayrıştırmak, bizleri şiddeten başka bir şeyden konuşamaz hale getirmek...
Acının yerine öfkeyi körüklemek, kalan son ümit kırıntılarının üzerinde tepinmek.
Savaş dilini, şiddeti kanıksatmak için, çocukların bile güldüğü saçma sapan senaryolar üretiyorlar.
Ne yaparlarsa yapsınlar, özgür iradeyi, barış ve huzurlu yaşama arzusunu kıramayacaklarının farkındalar.
Gazeteleri, televizyonları istedikleri kadar savaş diline boyansınlar... İstedikleri kadar haberleşmeyi engellemeye, habercilere baskı kurmaya, gerçekleri çarpıtmaya çalışsınlar...
Bizler, istediğimizde her şeyden haberdar olabildiğimiz bir dünyada yaşadığımızı biliyoruz.Bir tıkla dünyanın öbür ucuyla iletişim kurduğumuz bir çağdayız. Salt bu bilgi bile yeter.

YENİ BİR DÜNYA VE GELECEK

Görmüyor musunuz, çok zavallılar!
İstedikleri kadar bizi eğip bükmeye çalışsınlar... Sokakta, onların kurduğu dünyaya uyanlardan çok, uymayanlar dolaşıyor.
Kadını ve erkeğiyle, farklı hikayeleriyle, farklı siyasi yönelimiyle; yeni bir dünya ve gelecek ümidini hala taşıyan, kendi için olmasa bile çocukları için farklı bir Türkiye tahayyülü olan bir insan topluluğu...
Bunu unutmamak lazım. Şiddetten başka bir yol bilmeyenin, elinden herşeyi alınmış, başka çaresi kalmamış varlıklar olduğunu,eninde sonunda duvara toslayacaklarının bilgisini kendimize tekrarlamamız lazım. Şiddetten uzak, ezber bozacak, düşündürecek, belki de hala güldürebilecek eylemlere her zamankinden fazla ihtiyaç var. Böyle zamanlarda, Gezi’yi düşünmek, Gezi’nin bu ülkedeki dönüşümünü hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var.
Hayır, o çocuklar ellerine silah almayacak. Hayır, o çocuklar sizin gibi aptal savaş oyunlarına kanmayacak. Hayır, o çocukları ezmeye çalışsanız, gözünüzü oysanız, sevdiklerini elinden alsanız da sizin gibi olmayacaklar. Dünyalı olmayı seçecekler.
Bilgileriyle, beyinleriyle, hayata bakışlarıyla kendini yönetenlerden yüz yıl ilerideler. Kaç tane canlı bomba, kaç yerde “sokağa çıkma” yasağı, kaç katliam onları yok edebilir ki?
Bugün düşer ağlarız, yarın ayağa kalkarız. Yarın yine düşürürsünüz, ama yeniden ayağa kalkacağız.
Eninde sonunda silahla, baskıyla, işkenceyle, yalanla, dolanla iktidarını sağlama almaya çalışanlar kaybedecek.


SESİMİZ KISILANA DEK: 'TÜRKİYE ADALET ARIYOR'

Tilbe SARAN
Oyuncu

Elini tutmalıyız en uzak sandığımız ananın,
Hıçkırıklarını dinlemeliyiz bağrına
dayayıp başımızı kuyu gözlü çocukların,
Altında oturmalıyız yıldızların,
Tohumlar ekmeliyiz birlikte, çift sürmeli türkülerle,
Ve avuç avuç gülmeli gökyüzüne,
Koşmaca oynamalı bir de yağmurlar dinince...
Susmalıyız sessizce.
Bir masal fısıldamalı, yün eğirmeli, yoğurt çalmalı birlikte, rengarenk boyalar karmalı ilmek ilmek dokumak için çiçekleri, uçan ceylanları. Ve susmalı
Uzunca susmalı

Usul usul anlatmalı .
Belki de
Çok ağlamalıyız önce
Tehcir’e, Dersim’e, 6-7 Eylüle,
Gözlerimizden acı akıncaya dek,
Madımak,
Roboski, Reyhanlı, Cizre, Diyarbakır, Ankara
Utançtan başımız önümüzde dinlemeli el ele.
Acıyı, öfkeyi, yoksayılmışlığı, yalnızlığı, açlığı, yurtsuzluğu, çaresizliği,
Buzlukta saklanan bebeleri,
Beyaz bayrakla çıkılan sokakları.
Ve sesimiz kısılana dek ulumalıyız;
Türkiye adalet arıyor diye...
Hep birlikte.


YÜREĞİMİZE SÖZ GEÇİRME ZAMANINDAYIZ

S. Nazik IŞIK

10 Ekim’de bir felaket yaşadık!
Bu ilk değildi. 1 Mayıs 1977’de çok gençtim. Taksim meydanındaydım. O gün,
hayatım boyunca daha büyük bir felakete tanıklık edemem sandım. Yanılmışım.
7 Haziran Genel Seçimlerinden bu yana adeta dizi halinde üst üste gelen, durmak
bilmeyen felaketlerle yaşıyoruz. 10 Ekim de bu özel dönemin simgesi.
10 Ekim’de Ankara’da toplantı, gösteri ve fikir özgürlüğü hakkını kullanmak, ‘’barış’’ istediğini söylemek için bir araya gelen yurttaşlardan yüzden fazlası öldü, yüzlercesi yaralandı. Ağır yaralılar nedeniyle sayının nereye tırmanacağı da henüz belli değil.
 Yaşama hakkı meseleyse, başka haklarımızı, ihtiyaçlarımızı konuşmak zordur.
Şimdi bütün toplum bunu öğrendi. Şimdi her şeyden önce ve acil olan hepimizin yaşama hakkını güvenceye almak. Kötülük, 7 Haziran Genel Seçimlerinden sonra ‘’Eh, istediğimiz eşit temsil olmasa, hatta en az üçte birlik temsilden bile epeyce uzak kalmış olsak da kadın vekil oranı bir parça ilerledi’’ demeye bile fırsat kalmadan bastırdı.
Biliyorduk; çürümeye başlamış, yolsuzluğa batık ve diktatörlüğe geçiş yapmaya çalışan otoriter bir iktidarla yaşıyoruz. Çok başlı, hukuksuzluklarla dolu, günden güne yoğunlaşan sağlıksız bir yönetim gelişmekte. Orta Doğu’nun acı ve çatışmalı sorunlarını içimize taşıyan yanlış kararları, hırsları, beceriksizlikleri görüyorduk. Ama bilmiyoruz, hangi karanlık eller topraklarımızın neresini karıştırıyor. Şimdi zemberek kırıldı. ‘Suriyeli mülteciler bir an önce Avrupa’ya geçmeye çalışıyor. Ekonomimizin kırılganlığı artıyor. Çoğunluk için zaten çok da iyi şartlarda olmayan geçim büsbütün kırılganlaşıyor.
Türkiye olarak kaybettiklerimizin acısını birlikte hissettik mi? emin değilim.
Öylesine kutuplaşmışız. (‘’Yüzde 50’mi evde zor tutuyorum’’, ‘’Dindar ve kindar gençlik istiyorum’’dan geçip dost bahçesi gülleri açmak mümkün müydü?)

‘KORKMADAN YAŞAYABİLMEK İSTİYORUZ’
7 Haziran’dan sonra kadın kuruluşlarının açıklamaları, çeşitli yerlerde kadınlar
tarafından yapılan konuşmalar, yazılanlar, böyle yaşamaya devam etmek istemediğimizi zaten söylüyordu. Son haftada yapılan açıklamalar yüksek sesle söylüyor: Kadınlar, toplumun bütün dinamik kesimleri gibi, barış, huzur, kardeşlik/dayanışma ve refah istiyoruz.  Sokakta çocukların başını okşayarak geçebilmek, komşularımıza, hatta tanımadıklarımıza bile gülümseyebilmek, selamlaşabilmek, korkmadan yaşayabilmek istiyoruz. Elbette unutmayacağız; Ankara’da katledilenleri; kızlarını okutmak için çalışan kamu görevlisinin geride bıraktığı kızlarının acısını; Suruç’ta çocuklara oyuncak götürmenin heyecanı içindeyken parçalanan gencecik bedenleri; üç yaşında anne kucağında ölen bebemizi... Ve daha bir çok şeyi. Bu kinle yaşamak ya da intikam almak için değil, bunlar bir daha yaşanmasın diye aklımızdan çıkarmamak için, unutmayacağız! Yeni, insanca bir dünya kurmak için unutmayacağız! Elbette eşit ve adil, hakkaniyete dayanan, yani kurallı bir ülke ve dünya için! Savaşsız, terörsüz bir  ülke ve dünya için.Çünkü; kendimiz ve çocuklarımız için, hepimiz için iyi bir gelecek, mutlu bir hayat istiyoruz. ‘’Normal’’ bir ülkede, ‘’demokratik’’ ve ‘’laik’’ bir yönetimle yaşamak istiyoruz. Çağdaş imkanlardan yararlanmak, hayata ve karar almaya katılarak, Avrupa Birliği standartlarında iyi yaşamak, iyi yaşatmak istiyoruz. Çünkü biliyoruz, kadınların ayrımcılıktan kaynaklanan sorunları ancak böyle Daha da önemlisi, kadınız, insanız, vatandaşız, sorumlu yetişkinleriz. Bu ülkenin her meselesini konuşabilir, uzlaşabilir, her meseleye çözüm üretebilir, bunları hayata geçirmek için çalışabiliriz.
Çünkü bizim bu gidişattan bir faydamız, bir çıkarımız yok! Aksine, acı bize, nimetler başka yere düştüğünden dertliyiz. Şimdi söz yüreğine söz geçiren kadınlarda!
Başlayabiliriz! 1 Kasım’ı normalleşmenin başlangıcı yapabiliriz. u seçimi yaptıracağız. Hem de güvenilir kılarak. Yine zor, ama anlamlı bir yolun başlangıcında kocaman bir merhaba!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Padişah yetkisi

Padişah yetkisi

Devlet Denetleme Kuruluna verilen sınırsız kayyım yetkisiyle Cumhurbaşkanı, bir talimat vererek kamu kuruluşlarından belediyelere, sendikalardan meslek odalarına ve barolara kadar tüm kurumların yönetimlerini, yargı kararına gerek olmadan görevden alabilecek. Prof. Dr. Metin Günday “Bu bir kayyım yetkisi. Anayasa’ya aykırı” dedi.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Kara Harp Okulu mezuniyet törenindeki kılıçlı yemin nedeniyle 5 teğmen ordudan ihraç edildi.

Evrensel'i Takip Et