14 Kasım 2015 01:53
/
Güncelleme: 13:41

Bu hafta Avrupa Gündemi’nin ana konusu hafta sonu Antalya’da başlayacak G20 Zirvesi. Zirvenin önemli konularının Suriye krizi ve sığınmacıların Avrupa’ya geçmesinin engellenmesi olacağı bilindiğinden ev sahibi Türkiye’nin özellikle de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın masaya iyi kartlarla oturduğuna kesin gözüyle bakılıyor. Ancak Suriye krizinin çözümü konusunda mutabakata varılması imkansız görülüyor. 

Fransız Humanite Dimanche gazetesi, Zirve’ye birçok bölgesel gücün ve Suriyeli grupların  katılmamasını eleştiriyor ve bu koşullarda “siyasi çözüm veya ateşkese varılması mümkün mü?” diye soruyor. Almanya’dan Der Tagesspiegel de Türkiye’nin sığınmacı sorununa çözüm karşılığında alacağı para yanında Suriye sınırında uçuş yasaklı ekonomik ve askeri bir tampon bölge talebine verilecek cevabın ne olacağı sorusunu soruyor. 

İngiltere ise G20 Zirvesi öncesi Hindistan başbakanı Modi’yi ağırladı. Britanya bu aralar sermayenin çıkarı için insan haklarını görmezden gelen bir ülke olmakla anılıyor. Bu hafta İngiltere’den çevirdiğimiz yazı Hindistan Başbakanı Modi’nin ziyaretini ele alıyor ve baskıcı yönetimini eleştiriyor. 


G20 NE İŞE YARAR?

Vadim KAMENKA
Humanite Dimanche 

Türkiye’de bir araya gelecek G20’lerin toplantısında ABD, Rusya, Fransa, Türkiye, Almanya, İngiltere ve Suudi Arabistan arasında tartışılacak temel gündemlerden birisi Suriye olacak. Askeri olarak IŞİD’e karşı savaşın tarafları olan Rus ve ABD başkanlarının bizzat katılmaları, Ekim sonunda Viyana’da başlayan müzakerelerin devam etmesine neden olacaktır. Barack Obama ile Vladimir Putin sürdürdükleri operasyonlara dair bir tartışma yürüteceklerdir, zira ABD başkanının bombalamaları daha da arttıracağı söyleniyor. Aralarında Kanada ve İngiltere’nin de olduğu diğer müttefikler ise koalisyondan çekilmek istiyorlar. Peki, 4 yıldır süren bir Suriye savaşı ile ilgili böyle bir tartışma ortamında siyasi bir çözüm ve ateşkese ulaşmak mümkün mü? 

Paradoksal olarak bir ay önce Rusya’nın başlattığı askeri operasyon bu soruna diplomatik bir çözümün bulunması gerektiği fikrinin tekrar canlanmasına neden oldu. Vladimir Putin, Beşar  Esad’ın yıkılmasına engel olmak için Suriye’de müdahalede bulunarak, Rusya’nın yeni askeri gücünü ve bu krizden çıkmada Rusya’nın kaçınılmaz olduğunu herkese göstermek istiyor. Savaşın diğer aktörlerine, ABD, Avrupa, Türkiye ve Suudi Arabistan’a açık bir sinyal gönderdi. “Çoğu sivil olmak üzere yüzbinlerce Suriyelinin ölmesi bizin bilincimizin açılmasına neden olmazken, Rusya iğnesi ve mülteciler dalgasının altında boğulma korkusu durumu değiştirecek mi?” diye sorguluyordu les Echos gazetesinden Dominique Moisi.  

TÜRKİYE TOPRAKLARININ TERCİH EDİLMESİ

Avusturya’nın başkentinde düzenlenen 30 Ekim toplantısının tersine bu G20’ler toplantısına İran, Mısır, Irak ve Lübnan gibi birçok bölgesel güç ve Suriyeli gruplar bulunmayacak. Bunlarsız ve özellikle de Türkiye topraklarında düzenlenen  zirvede bir kararın alınması zor gibi görünüyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, IŞİD ve diğer İslamcı güçlere yönelik ikili oynayarak Suriye lideri Beşar  Asad’ı devirmek istiyordu. Seçimlerde partisi AKP’nin zaferle çıkmasından sonra Erdoğan, bu stratejiyi değiştirmeye hazır değil gibi görünüyor.  

Suriye dosyasından farklı olarak Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande için bu G20, dünyanın en büyüklerinin iklim değişikliğine dair angajman üstlenmeleri konusuna değinmesinin vesilesi olacak.  
Paris’te 30 Kasımda toplanacak iklim zirvesi COP21’den önce Fransa Cumhurbaşkanı iklime dair var olan farklılıkları en asgariye indirerek dünya çapında bir anlaşmaya varmak istiyor: Kuzey ülkelerinin güney ülkelerine mali yardımda bulunması, uzun süreli hedeflerin öne konulması, hava ısınmasına karşı mücadelenin yükünü gelişmiş, gelişmekte olan ve yoksul ülkelere göre paylaştırma, sera gazının azalmasına dair alınan sorumlulukların daha da artırılması… Yalnız, hiçbir devlet başkanı hava ısınmasının 2 derecenin altında kalması için bir anlaşmanın altına imza atmayı ciddi olarak düşünmüyor.   

KRİZİN SORUMLULARI

Tartışmaların ritmini belirleyecek en önemli konu ise mülteciler konusu olacak. Avrupa komisyonu başkanı Jean-Claude Juncker ve Avrupa Konseyi başkanı Donald Tusk ortak bir mektup yayınladılar. “Suriye ve diğer çatışmaların neden olduğu mülteci” krizine uluslararası bir cevabın verilmesini talep ediyorlar. Onlara göre, G20 “krizin dünya çapında  ve ekonomik sonuçlarının olduğunu kabul etmeli, koordineli ve yeni bir cevap bulmalı, ve mültecilerin korunması için uluslararası dayanışmayı desteklemelidir”. BM’nin Mülteciler Yüksek Komiseri Portekizli Antonio Outerres ise zengin ülkelerin sorumluluklarına vurgu yaparken daha da eleştiren bir pozisyonda. Kasım başında Berlin’e geldiğinde “uluslararası örgütlerin insani yardımlara desteği azaltarak mültecilerin daha fazla göç etmesine neden olmaya katkıda” bulunduklarından dolayı “gelişmiş ülkelerin bilinçsizliğini” teşhir ediyordu. Daha fazla bir mali yardımın olmadığı koşullarda bu kış “ insani bir felaketin” olacağına dikkat çekiyordu.  

Tartışılacak diğer konulardan birisi ise vergi kaçaklığı ve çok uluslu şirketlerin vergilerinin optimizasyonu. OECD’nin hazırladığı bir mücadele planı G20’nin anlaşması için sunuldu. 15 aksiyonlu ve BEPS olarak adlandırılan bu plan uluslararası vergi sistemini kısmen tekrar nitelendiriyor ama gelişmekte olan G24 ülkelerinin kaygılarını dikkate almıyor. Bu ülkeler, özellikle de çok uluslu şirketlerin vergi kaçaklığının, başta Afrika ülkeleri olmak üzere, ülkelere zarar vermesinden kaygılı olduklarının altını çiziyorlar.  
(Çeviren: Deniz Uztopal)


TÜRKİYE’DEN SURİYE’Yİ İŞGAL TEHDİTİ​

Thomas SEIBERT
Der Tagesspiegel

G20 zirvesinde dünyanın en büyük politikacıları Suriye krizi üzerine görüş alışverişinde bulunacaklar. Ev sahibi Recep Tayyip Erdoğan ise  zirve öncesi pozisyonunu açıklayarak ordusunun Suriye’ye gireceği tehditini savurdu. 

Yaklaşık 12 bin polis, savaş uçakları, herhangi bir gelişmeye karşı tetikte bekleyen güvenlik güçleri ve İslamcıların tutuklanması... Türkiye gelecek haftasonu Antalya’da yapılacak G20 zirvesinin ev sahibi olarak alınabilecek her türlü tedbiri alıyor. Barack Obama, Vladimir Putin ve Angela Merkel gibi dünyanın en büyük politikacıları Akdeniz sahilindeki kuşatılmış bir tatil beldesinde Suriye krizini görüşecekler.  Türk güvenlik güçleri aşırı uçların zirveye yönelik bir saldırıda bulunabileceklerini tahmin ediyorlar. Bu nedenle Antalya’da 20 IŞİD militanı gözaltına alındı.

Antalya’ya oldukça  yakın sürmekte olan Suriye savaşı ve ondan kaynaklanan sığınmacı krizi zirvenin ana konularını oluşturuyor. Zirvenin tüm katılımcıları savaşı en kısa zamanda bitirmek ve IŞİD terör milislerine karşı ortak mücadele etmek hedefinde mutabık olsalar da aktörlerin pozisyonları farklı farklı olduğu için barış konusunda bir sonuca varılması beklenmiyor. 

ABD, Avrupalılar ve Türkiye, Esad’ın iktidarına son verilmesini isterken Rusya Şam hükümetini politik ve askeri olarak destekliyor. Ev sahibi Recep Tayyip Erdoğan ise zirve öncesi sesini yükselterek, ordusunun Suriye'ye gireceği tehditini savurdu. 

Erdoğan yandaşı günlük gazete Daily Sabah yazarı Emre Gönen, “G20 devletleri şimdiye kadar olduğu gibi bu konuda anlaşamayacaklar” diye yazdı. Ama bu durum katılımcıların zirve öncesi, kendi düşüncelerini içeren mesajlar vermesini engellemiyordu. Örneğin Erdoğan Suriye Kürtlerine, etki alanlarını Türkiye sınırına doğru genişletmemeleri uyarısını yaptı; “Fırat’ın batısına geçilmesine izin verilemez!” dedi. Gazete ve televizyon haberlerine göre Türkiye sınırda konuşlandırdığı 11 bin askeri haftaya Suriye’ye göndermeyi planlıyor. 

Türkiye, Türk-Kürt PKK gerillaları ile işbirliği içinde olan PYD’nin Kürt devleti kurma girişiminde bulunabileceği endişesini taşıyor.  ABD’nin Kuzey Irak’ta IŞİD’le sürdürülen mücadelede PYD’yi etkili bir müttefik olarak görmesi ve desteklemesi, geçen haftalarda Ankara ile Washington arasında gerilime yol açmıştı. Bunun üzerine ABD hükümet temsilcileri, Suriyeli Kürtlere artık silah vermeyeceklerini garanti ettiler. 

AKP’nin 1 Kasım seçimlerindeki başarısı sonrası Erdoğan’ın Suriye konusunda daha saldırgan bir politika izleyeceği kesin. Erdoğan, seçim sonuçlarının Ortadoğu’da güçlü adımlar atılmasına izin verdiğini söyledi zaten. Obama ve Merkel’in  hukuk devleti konusundaki eksiklikler ve basına yönelik saldırılar konusunda Türkiye’ye baskı yapmayacağı da meydanda. Çünkü Erdoğan’ın ülkesi, Suriye krizi konusunda Batı için vazgeçilmez bir partner.

Antalya’daki G 20 zirvesinde Erdoğan nasıl Türkiye’nin Suriye’deki çıkarlarını savunacak ve dayatacaksa, Merkel ve diğer Avrupalı temsilciler de sığınmacı krizine karşı ortak tavır konusunda ısrarlı olacaklar. Türkiye’den ülkede yaşamakta olan Suriyeli sığınmacıların Avrupa’ya geçememesi için daha fazla çaba harcaması istenecek. 

Erdoğan, Avrupalıların endişelerini çok iyi biliyor ve zirvede onları sığınmacı akımını engellemek için sınırda askeri bir tampon bölge kurulması planına ikna etmeyi  hedefleyecek. Avrupa’ya yönelik olarak “'Bize sınırda terörü engelleyecek ve uçuş yasağı getirilecek bir tampon bölge kurma izni verin, sığınmacıların Avrupa’ya geçmesini engelleyelim” diyor.
(Çeviren: Semra Çelik)


HİNDİSTAN TALİBAN TARAFINDAN YÖNETİLİYOR

Anish KAPOOR
​The Guardian

Hindu tanrı Vişnu’nun bir çok şekli vardır, bunların bazıları insan. En son şekli Narendra Modi (Hindistan’ın başbakanı). Hindistan’da her yerde bu adamın resimleri var, varlığın verdiği iyimserlikle selamlıyor. Fakat bu güçlü ama ilerici adam görüntüsünün ardında Hindistanı gittikçe dahada Hindu dini ile domine eden Modi’nin korkutucu ve keskin bir gerçekliği var.

Ülkenin sosyal ve dini azınlıklara karşı açık fikirlikliği (halkın 500 milyondan fazlası) ve mevcut bölgesel farklılıklar ciddi tehlike altında. Son zamanlar Modi’nin rejimi dini disiplini denetleyen ve şiddet kullanarak bir çok uygulamalar gerçekleştiriyor. Mesela dana eti yediğinden şüphe ettiklerini, kast kurallarına aykırı davrananları veya “Hindu vatanına” ihanet edenleri cezalandıran Hindu aktivistlere göz yumuyor, hatta destek veriyor.

İngiltere’de insanlar Hindistan’ın kriketdeki başarısından, Kaşmir’deki kıyımlardan veya içler acısı tecavüz vakkalarından haberi vardır. Fakat bunun ötesini çoğumuz bilmek istemiyoruz. Hindistan’ın dünya çapındaki imajı Çin’e benziyor; çekici ticaret ve yatırım fırsatları sunan ve büyüyen bir ekonomik güç. Sonuç olarak ticari çıkarlar insan haklarından önce geliyor ve bu koşulda gittikçe yaygınlaşan Hindu zorbalığı hiç umursanmıyor, özelliklede David Cameron’nun hükümeti tarafından.

Bunların hepsi bugün (Perşembe günü) Londra’ya uçan Başbakan Modi için iyi haber. Çünkü insan hakları ihlaleri ve sistematik bir şekilde yürüttüğü haydutluğu hakkında kendisinden ciddi bir hesap sorulmayacak. Son bir buçuk senedir iktidar olan bu adamın en belirgin yönü ise eleştiriye ve incelenmeye sıcak bakmıyor olması. Hatta, İngiltere’nin Hindistan’ın insan hakları ihlalerine göz yumasının sebebi olan ekonomik gündemi, Modi’nin de Hindistan’da muhalefeti susturmak için kullanabiliyor.

Modi’nin en son hamlesi Hindistan’da Greenpeace’i susturmak oldu, geçtiğimiz Cuma günü kurumun çalışma lisansı elinden alındı. İnsan hakları ve çevreci kurumlara karşı olan tavrı bir ülkenin çoğu kez demokratik karnesini oluşturuyor. Modi son bir senedir “yabancı ülkelerden fon” alan tüm yardım kurumlarına karşı baskı yapıyor. “Hintliliğe aykırı” aktivitelerin ve çevreci kısıtlamaların ulusal ekonomik çıkarları tehlike altına attığını söylemesi de endişe verici bir durum. Sivil Toplum Kuruluşlarını problemli veya yabancı düşman olarak gösteriyor. Şu ana kadar dokuz bin Sivil Toplum Kuruluşunun kayıtlarını iptal etti.
Son zamanlar bir çok Hindistanlı gazeteci ve insan hakları aktivisti tartaklandı ve halkı kışkırtma suçlamalarıyla tehdit edildi: bunun bir örneği, Teesta Setalvad. Modi ülkenin yetkili bakanı iken, 2002’de Gujarat’da toplumsal şiddet görenler için halen adalet arayışında. Ve Santosh Yadav, Eylül’de Chhattişgarh’da tutuklanmıştı. Uluslararası Af Örgütü gazetecinin yerli halkın (Adivasisin) polis tarafından insan dışı muamelle gördüğünü açıklayan yazıları ile bağlantılı bir uydurma suçlamalar olduğu kanısında. Bir kaç hafta önce devlet yöneticisi olan Tamil Nadu ve alkol satışları ile ilgili alaycı bir şarkı söylediği için bir müzisyene “hintliliğe aykırı” davrandığı için dava açılmıştı.

Demokraside bu kaygı verici erozyon tehlikeli bir yol ve sonucunda sadece etnik azınlıklar ve “dişlanmış” insanlar değil, muhalefet olan herkesi hedefleyebiliyor. Benim gördüğüm korkunun yaygınlaştığı, ve bu tehdit aktivistleri, sanatçıları ve entellektüelleri susturabilir. Daha önce hiç böyle olmamıştı.
Hintlilere, Taliban kendini dayatıyor ve ülkeyi tehdit ediyor diye anlatılıyor. Arkadaşım bana farklı olan herkese büyük bir baskı olduğunu söylüyor. Geçen hafta onlarca Hintli yazar, Müslümanlara ve aydınlara yapılan toplu saldırıları kınamak amaçlı edebiyat ödüllerini iade ettiler.

Hindistan 1.25 milyar nüfuslu bir ülke, ve içinde 925 milyon Hindulu ve 170 milyon Müslüman bulunuyor. Uzun zamandır farklılıkları tolere eden geleneğimiz var, ve farklılıklarımıza rağmen bütün olmayı sağlıyabildik. Ama hükümetin Hinduizm militanlığı diğer inançları marjinalleştiriyor ve ülkenin bütünlüğünü parçalıyor. Bir çoğumuz olacaklardan endişeliyiz.

Bizler Britanya’da daha fazla sessiz kalamayız ve sesimizi duyurmak gibi bir sorumluluğumuz var. İki konuda daha fazla çaba göstermemiz gerek. Birincisi Cameron yapacağı iş anlaşmaları insan haklarını çiğneyerek yaılmamalı ve Hindistan hükümetin içler acısı insan haklar durumu hakkında cevap vermesi için Modi’ye baskı kurulmalı. Bunun yanı sıra David Cameron büyüyen Hindu fanatizme ve devlet baskısına karşı direnen Hindistanlı vatandaşları, gazetecileri ve diğer örgütleri tanımalı ve desteklemeli.
Downing Street’in önündeki protestoya bende bugün (Perşembe günü) katılacağım. Hindistan’daki muhalif gurupların öncülüğünde, Modi tarafından susturulanlara karşı sorumluluğumuz var ve onların sesi olmalıyız çünkü bunu Britanya’da yapabilecek özgürlüğümüz var.
(Çeviren: Çınar Altun)

Evrensel'i Takip Et