11 Haziran 2016 01:57

Fransa’da 3 aydır süren iş yasasına karşı mücadele Euro 2016 başlamasına karşın hala tüm güncelliğiyle devam ediyor. Son yılların en kitlesel ve en uzun mücadelesi olarak şimdiden tarihsel yerini çoktan hak etti. Uzun dönem bunların kısa bir süre içerisinde biteceği bekleniyordu ama hareket farklı iş sektörlerini içine çekerek güçlendi ve hükümeti sıkıştırdı. Fransa’dan çevirdiğimiz yazı hareketin dinamiklerine ve hükümetin farklı manevralarına dikkat çekerek 14 Haziran’da büyük işçi ve emekçi yürüyüşünün olacağını ifade ederek bitiriyor. Almanya’dan çevirdiğimiz yazıda ise Fransız işçi emekçilerin mücadelesinin farklı Avrupa sermayesini de korkuttuğunu ve gerek CGT sendikasının gerekse de mücadeleyi karalama kampanyasının Hollande/Valls hükümetinin ağzıyla yürütüldüğüne vurgu yapıyor. 

İngiltere’de gündem 23 Haziran’da gerçekleşecek AB referandumu olmaya devam ediyor. Yurttaşların sandık başına gitmesine iki haftadan az bir süre kaldı ve süreç ilerledikçe iktidarda bulunan Muhafazakâr parti içinde ciddi ayrışmalar yaşanıyor. Referandum sonrası sonuç ne olursa olsun sorunlar dinmeyecek gibi görünüyor. Son bir haftadır AB’den çıkalım diyenlerin sayısının arttığı söyleniyor ve AB içinde kalma yanlısı seçmenleri harekete geçirmenin de bir yöntemi olarak görülebilir. 



MÜCADELE EDEN İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN BİRLİĞİ
La Forge dergisi 
Başyazı

Bütçe bakanı Michel Sapin için ‘iyi bir yasa’ olarak adlandırdığı tasarıya karşı ‘ekonomik kalkınmayı durdurma zamanı değil’. Aynı kişi daha birkaç gün önce sendikalarla müzakerelerin başlaması, hatta ikinci maddenin bile tekrar yazılabileceğini ifade ediyordu. Başbakan Valls için ise Devlet Demir yollarındaki (SNCF) grev ‘tamamen anlamsız’ ve grevi ‘derhal durdurmak’ gerekiyormuş. Aynı Valls, SNCF’nin yönetiminden habersiz olarak Taşıma Bakanını grevi durdurmaya yönelik müzakereler yürütmekten görevlendirdi. Çalışma Bakanı El Khomri ise ‘CGT’nin önerilerini’ bekliyormuş. Bu söze yorum yapmaya bile gerek yok. Bu demeçler grev alanları ve işçi toplantılarında tartışılacak ve umulanın tam tersi bir etki yaratacaktır. Yine (MEDEF  Başkanı) Gattaz’ın CGT’ye terörist diye hakaret etmesi gibi, bir yandan CGT’nin iç birliğini pekiştirdi, diğer yandan ise mücadeleye atılmış diğer sendikaların CGT ile dayanışma içerisinde olmalarına neden oldu. 

El Khomri iş yasasına karşı mücadele yüzbinlerin sokaklara indirdi. Aylardır bu hareketin başını mücadeleci sendikacılar, onların sendikaları, yerel ve bölgesel şubeleri çekiyor. Bu sendikal mücadelede bugüne kadar iz bırakmış tüm önceki mücadelelerin (Goodyear, Air France, Macron yasasına karşı ticaret işçileri vs…) güçlendirdiği ‘her birlikte mücadele’ eğilimi damgasını vurdu. Tüm bu mücadeleler CGT’nin son kongresinde daha da güçlendi. Damlayı taşıran en son işçi düşmanı yasa olarak El Khomri yasası ise kitlesel ve birlik içinde olan (hareketi başlatan 7 sendika hala bir aradalar) toplum içerinde ve işyerlerinde durumu şimdiden değiştiren bir hareketin doğmasına neden oldu. Bu hareket biriken taleplerin hayat bulması için büyük ve orta büyüklükte işyerlerinde kitlesel bir mücadelenin başlamasının vesilesi oldu. Bu hareketin toplum içinde bulduğu destek de hiç azalmadı. (…)

Sosyalist Partinin yöneticileri art arda alınan seçim yenilgileri ve gelecek seçimler için kamuoyu yoklamalarında sürekli düşen oylar karşısında büyük bir tedirginlik duyan seçilmişler içerisinde safları sıklaştırmakla uğraşıyorlar. CFDT sendikası yöneticisi Laurent Berger’de bunlara argümanlar sunarak akıl veriyor, ama böylelikle sadece patronların istekleri reformlara eşlik eden bir sendikal anlayışı değil, aynı sırada bu reformlara öncülük eden bir sendikacılık anlayışını savunuyor. 

Hollande Japonya gezisi esnasında bu yasayı çekmeyeceğini bir kez daha ilan etti. Ama yanı sıra bakanlarına da hareketi yalnızlaştırmak için ücret artışı sözü verme (öğretmenlere), vaatler verme (bilimsel araştırma bütçe kesintisini yapmama ya da yerel yönetim ayrılan bütçe kesintisinden tekrar vaz geçme gibi). Sosyal barışı satın almaya yönelik izlenilen bu politika bir yandan değişik iş sektörlerinin taleplerini ortaya koymasına neden olurken diğer yandan ise toplum içinde hareketinin zayıflamasına neden olmadı. Ama sinsi ve her yola başvurmaya hazır olan bir Cumhurbaşkanı görüntüsünü güçlendirdi. (…) Aynı Cumhurbaşkanı göstericilerin üzerine sürekli polis gönderiyor ve baskı ve açılan davalar açısından Sarkozy’nin kara bilançosunu çoktan geçti. 

Bu hükümet bugüne kadar kemer sıkmacı iktidar olarak anılıyordu, artık coplayan, gazlayan ve ceza veren hükümet olarak da anılıyor. Programının merkezine gençliği koyduğunu ilan eden Cumhurbaşkanı artık sosyal garantisizliğin, kitlesel işsizliğin, gençlere karşı polis saldırılarının iktidarı olarak anılıyor. (…)

14 Haziran Ulusal düzeyde çok önemli bir buluşma olacak. Bir güç gösterisi, işçi sınıfının, mücadele eden sendikal hareketin, işçilerle mücadele eden gençliğin, mücadeleyle dayanışma içerisinde olan halkımızın kadın ve erkeklerinin güç gösterisi olacak. Sınıflar mücadelesi ülkenin siyasi ve sosyal temposunu belirliyor. İşçi sınıfının, emekçi kitlelerin ve gençlerin önümüzdeki dönem daha birçok buluşması da olacaktır. 
(Çeviren: Deniz Uztopal)


TOPLUMSAL ROMANTİZM FALAN DEĞİL
Rudolf WALTHER
TAZ

Almanya’da, Fransa’da iş piyasası reformlarına karşı verilen kararlı mücadele küçümsenmeye çalışılıyor. Frankfurter Allgemeine Zeitung’un Fransa muhabiri, protestoların egemenleri hiç de korkutmadığını göstermek için baş sayfasına ‘protestoların şerefine’ başlığıyla Hollande ve Alain Juppe’nin neşe içinde şarap kadehlerini tokuşturdukları bir fotoğraf koymuş. Resmin Juppe’nin Belediye Başkanı olduğu Bordo’daki şarap festivalinin açılışı sırasında çekildiğinden söz edilmemiş. Die Welt gazetesinde de CGT ve FO sendikalarının ideolojik bir tiyatro oynayarak Fransa’nın dünya çapındaki rolünü gömmek, Avrupa Kupası’nı da berbat etmek istediğinden söz etmiş. 

Bu gazetelerde grevlerin, protestoların, barikatların nedenlerinden söz edilmiyor. İşçi haklarına azgın saldırılardan, örgütlenme oranı düşük ama mücadele gücü yüksek olan sendikaların tümüyle yok edilmek istendiğinden söz eden yok.  CGT ve FO’nun eylemlerinin halkın yüzde 70’inin desteğini aldığından da... Fransız egemenleri gibi onlar da patron örgütü MEDEF ve toplumsal uzlaşmacı sendika CFDT’nin sözleriyle haber yapıyorlar. 

Figaro gibi gazeteler, ‘ya hep ya hiç’ mantığıyla hareket eden CGT ve FO’yu hedefe koymuş durumda. MEDEF başkanı Pierre Gataz, sendika yöneticilerini teröristlerle karşılaştırarak ‘haydutlar’ olarak niteledi. Sendika yöneticileri mücadelede ısrar ediyor ama birilerinin oyununu bozmayı da ihmal etmiyor. CGT’den Philippe Martinez gibi reformun sektörel sözleşmeler yerine işyeri sözleşmelerinin geçirilmesi içerikli 2. maddesinin geçirilmesini talep ederek, hiçbir ön koşul getirmeden görüşme talep ettiklerini ama üç aydır herhangi bir cevap alamadıklarını bildirdi. 

Ya hep ya da hiç diyenler patronlar. MEDEF adına yapılan açıklamada reformun ikinci maddesinin çekilmesi halinde tüm yasanın geri çekilmesinin isteneceği belirtilerek hedefini gösterdi. Aynı şekilde Başbakan Valls, sorumluluğunun geri çekilmemek olduğunu bildirdi. Hollande ise; ‘Nasıl bir sendika istiyoruz; protesto sendikası mı sorumluluk taşıyan bir  sendika mı? Bunun açıklığa kavuşması gerekiyor’ dedi.  Sorun buysa ve alternatif aranıyorsa Fransa’yı sıcak bir yazın beklendiği bilinmeli.

Çeviren: Semra Çelik


BRİTANYA’DA AB REFERANDUMU MUHAFAZAKÂRLARI BÖLDÜ
Kate ALLEN 
George PARKER 
The Financial Times

            
(…) İNGİLTERE başbakanı, David Cameron AB üyeliği üzerine referandum sözü verirken Avrupa Birliği karşıtı Muhafazakâr milletvekillerini yatıştırmayı amaçlamıştı. Fakat Muhafazakâr parti içindeki çatışma, 23 Haziran’da gerçekleşecek referandumdan bir kaç gün sonra Cameron’ın siyasi kariyerine son verebilir ve muhafazakâr partiyi yıllarca zehirleyebilir. Bu kadar bölünmüş bir hükümet, geriye kalan 4 yıllık iktidar sürecinde ülkeyi yönetmekte zorlanabilir. Halkın büyük bir kısmı eğer AB’den ayrılmaktan yana oy kullanırsa Cameron’un istifa edeceği düşünülüyor. AB’de kalmaktan yana karar çıksa bile, Londra’nın eski Büyükşehir Belediye Başkanı ve AB’den ayrılmak için en büyük kampanya yürütenler arasında olan Boris Johnson parti liderliği için aday olabilir ve bu yarışı kazanabilir. Daha bir sene önce ünlü bir seçim kampanyası ile iktidara gelen parti şimdi bir iç savaş yaşıyor. 

Sunday Time Gazetesine AB’den ayrılmaktan yana olan bir Milletvekili, “Başbakanı yenilmesini istiyorum çünkü yüzündeki ifadeyi görmek istiyorum” dedi. Bir diğer tecrübeli milletvekili, muhafazakâr iş arkadaşları için “Başbakanın yapması gereken kendisine karşı gelen bir kaç milletvekiline haddini bildirmeli” dedi. AB’den çıkma yanlısı Muhafazakârlar  sayın Cameron’nun AB içinde kalma kampanyasına ve AB’den çıkarsak yaşanacak sorunlar için yaptığı büyük uyarılar konusunda çok kızgınlar. Bazıları açıkça siyasi başarısını ve samimiyetini sorguluyor. Milletvekili Nadine Dorris AB’den çıkmanın getireceği sonuçlarla ilgili sayın Cameron’nun büyük yalanlar söylediğini söylüyor. (…) Muhafazakar partisi uzun süredir Birleştik Kraliyetin doğal iktidarı ve ekonomiye en iyi yöneten olmakla hep övünürdü. Ama son 30 yıldır Avrupa’ya uyum meselesi konusunda parçalandı çünkü Muhafazakârların ülke bağımsızlığı ve milliyet görüşüne ters. Sayın John Major’ın (Eski Muhafazakâr lideri ve ülke başbakanı) yaşadığı sancı öncesi, Margaret Thatcher yardımcılarıyla AB’nin parasal birliği konusunda yaşadığı sorunlar sonucu 1990’da gücünü kayıp etti. Birçok muhafazakârlar o zamandan beri Brüksel’i Britanya’nın serbest piyasa geleneği ve parlamento bağımsızlığına tehdit olarak görüyor.  Fakat 1990’lardan, yani John Major’ın başbakan olduğu dönemden beri, Muhafazakâr parti neredeyse topyekûn AB’ye şüpheyle bakmaya başladı. Bugün ki tartışmalar AB karşıtlığının biçimiyle ilgili – kalıp AB’yi değiştirelim mi yoksa çıkalım tartışması. (…)

Cameron 2020’deki seçimlerden önce başbakanlıktan istifa edeceğini söylemişti ve AB üyeliği tartışmaları yeni adaylara siyaset yapma platformu yarattı – özelliklede Boris Johnson AB’den ayrılmaktan yana kampanyanın yıldızı oldu. Johnson’un günlük yorumları bazen hükümetin programına alternatif sunuyor gibi. Muhafazakâr partinin parlamentoda sadece 17 milletvekili çoğunluğu var ve Cameron’a karşı çıkan milletvekilleri onun iradesini rehin alabilir durumda. Referandum da AB içinde kalmaktan yana sonuç çıkarsa muhafazakâr parti içinde bu başkaldırı susmayacaktır.

(Çeviren: Çağdaş Canbolat )



ŞİDDET EKEN...
Frank NORDHAUSEN
Kölner Stadtanzeiger

İstanbul’da yine bir terör saldırısı oldu, çok sayıda ölü ve yaralı var. Saldırılar günden güne artıyor, kaçıncı saldırı olduğunu bilmek neredeyse imkansız hale geldi. Bu sefer Doğu Avrupalı ve Arap ülkelerinden gelen turistlerin çok sevdiği bir semtte polisleri taşıyan bir otobüs hedef alınarak ikili vuruldu. Turistlerin çoğu  taslarını taraklarını toplayıp otellerini kaçarcasına terk ettiler.  

Türk turizmi açısından yeni bir felaket haberi. Bu yılın başından bu yana otel rezervasyonlarında yüzde 30’luk bir düşüş yaşandı. Çok sayıda otel kapılarını kapatmak zorunda kaldı, birçok turizm işletmesi de sinek avlıyor. Otel sahiplerinin hayali Ramazan ayında terör saldırılarının duracağı ve açıklarını kapatabilecekleriydi. Artık en kötüsüne, yaz aylarındaki büyük kayıplara ve kaybedilmiş bir yaza hazırlanıyorlar. Türkiye’nin ikinci büyük gelir kaynağı olan turizmin çökmesiyle çok sayıda insanın işsiz kalacak olması da cabası...

Ancak terör durduğu yerde ülkeyi sarmadı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep tayyip Erdoğan ve ona kayıtsz şartsız biat eden hükümetin Kürtlerle başlatılan barış sürecini sorumsuzca bitirmesi ve aynı dereecde gizemli ve tehlikeli Suriye politikası bu konuda büyük ölçüde suçlu.  İncil’de ‘Rüzgar eken fırtına biçer!’ diye bir laf vardır. Kürt şehirlerini yakıp yıkanlar bunun sonuçlarına katlanmak zorundadırlar. Türkiye’nin nasıl bir kaosa sürüklendiğini görmek acı verici. Ancak şiddet politikası değişmediği sürece herşeye rağmen Türkiye’de tatil yapanlara veya yapmak isteyenlere söylenecek şey hayatınızı tehlikeye atan kendinizsiniz. 

(Çeviren: Semra Çelik)

Evrensel'i Takip Et