Evrensel için yeni bir dönem
14 Haziran 2016 01:50

Emeğin yazarları ‘şiirin annesi’nden güç aldı

Sevda AYDIN
İstanbul

Bir Kavel işçisi kürsüde anlatıyor; “Sennur Sezer bizim direnişe geldi, saatlerce bizimle sohbet etti. O kadar çok şey konuşmuştuk ki biz yorulduk anlatmaktan, o da sordu: Karar ver konuşmak mı, çay mı?” 

Yıllar önce yapılan bu konuşma şimdi Sennur ablanın doğum gününde, ondan çok uzakta bize anlatılıyordu. Ardından genç bir işçiyken tanıştığı ve şimdi saçlarına aklar düşmüş Kavel işçisi başlıyor elinde kitabı aralamaya ve ki Sennur Sezer’in Kahvaltı şiirini okuyor; “Karar ver konuşmak mı kahvaltı mı”... 

Yaşamı boyunca sadece dizeleriyle, yazılarıyla değil işçilerin mücadelesine aktif olarak katılan Sennur Sezer, en çok da işçilerin hayatının yazılmasını isterdi. Sennur Sezer, bu isteğini, yazdığı bir yazıda, “Sabah sokakları saran ekmek kokusunun mayalanışındaki uykusuzluk payı yazılmalı...” sözüyle net bir şekilde dile getirmişti. 

Şimdi işte duvarlara asılmış grevlerden, direnişlerden, eylemlerden, mitinglerden çekilmiş Sennur Sezer fotoğraflarının arasında işçiler, emek ve direniş öykülerini, şiirlerini yazmış, ödüllerini almış olmanın gururunu paylaşıyordu bizimle. 

Öykü dalında birincilik ödülünü kazanan Hüseyin Bul’un yazdığı Gelinlik, genç bir tekstil işçisi olan Simge’nin gözünden hakkını arayan, patronun baskılarına karşı kendini ezdirmeyen sendikalı Sevda Abla’yı ve Gelinlik fuarına malları yetiştirmeye çalışan atölye çalışanlarını anlatıyor. 

ÇIMA YA DA NEDEN?

Gelinlik’in yazarı Hüseyin Bul’un Berfin Bahar, Güney, Mahsus Mahal, Damar, İnsancıl, Evrensel Kültür, Bireylikler, Yaba Öykü, Duvar gibi dergilerde yazıları yayımlanıyor. “Sekiz çocuklu ailede annemin bile tam olarak ne zaman doğurduğunu unuttuğu 1971 yılında eklenmişim bu gezegene. Okul yılları dâhil çalışarak geçtiği için ne zaman Atatürk Üniversitesi’ne başladım ne zaman bitti anlamadım. Bir çok işte çalıştığım halde gün geçtikçe hızlanan bu hayatı ancak edebiyatla, öyküyle yavaşlatabileceğimi Özgür Üniversite’ye başladıktan sonra anladım” diyor kendi yazdığı yaşam öyküsünde. 

Çıma isimli öyküsüyle Ümit Yiğit yarışmanın ikincisi. Çocukluğu tatillerde tekstil atölyesinde geçen Yiğit, hikayesini kendi tanıklıklarından yola çıkarak yazdı. Çıma, tekstil atölyesinde kullanılan dikiş makinelerine takılan, dikişin tamamlanmasını sağlayan bir parça. Kürtçe’de ise “Neden?” anlamına geliyor. Öykünün kahramanı ortacı Muhip, Ağrılı bir Kürt genci. 

‘BU ÖDÜL BENİ CESARETLENDİRDİ’

Ödül töreninde genç işçi yazarların heyecanı her hallerinden belliydi. Çıma’nın yazarı Ümit Yiğit de heyecanını saklamıyordu. “Bu benim ilk ödülüm. Bu ilk ödülü Sennur Sezer gibi usta bir yazar-şair adına düzenlenmiş bir yarışmada almış olmak büyük bir sevinç kaynağı” derken yaşadığı sevinci yüzündeki gülümsemeden, gözlerinden çok net görebiliyorduk. Ama daha da önemlisi Yiğit’in, bu ödülün bundan sonraki yazın yaşamı açısından yüreklendirici olduğunu söylemesiydi: “Emek ve direniş gibi iki kutsal kavram çerçevesinde gerçekleştirilmiş olması da işin ayrı bir güzelliği. Ben bu zamana kadar daha çok kendime yazıyordum. Yazdıklarımın böyle bir kabul görmesi, derece alması beni daha fazla teşvik edecektir.”

‘ŞİİRİMİN ANNESİ SENNUR SEZER’

Şiir dalında ise ‘Annem ve Cumartesi’ şiiriyle Deniz Göktepe birinciliğe layık görüldü. İsminden de anlaşılacağı gibi Cumartesi Anneleri için yazılmış; 

“...böylece karanlık 
kanlı ellerinden de geçiyordum senin
bazı tekinsiz romanlardaki cesetleri
ve faili devlet olan meçhulleri gömüyordum
(anne beni bekleme cumartesileri)” 
Deniz Göktepe ödülünü Cumartesi Annelerine, annesine ve “şiirimin annesi” dediği Sennur Sezer’e armağan etti.  

‘ÇOK BİRİKTİRMİŞTİM, HEMEN YAZMAK İSTEDİM’

Seçici kurulun ödüle layık gördüğü üçüncü öykü Tabakhane Türkan Çelik imzasını taşıyor. 

İşçi emeklisi Çelik, TEKEL özelleştikten sonra farklı bir kamu alanında çalışmaya başlamış. İşçilik hayatı boyunca yaşadığı onca sorunu, kadın olarak yaşadığı onca meseleyi yazabileceği bu yarışmayı ilk duyduğunda çok heyecanlandığını söylüyor; “Bunca yıl çok şey biriktirmiştim. İşçilik yaşamımla ilgili anlatacaklarım vardı, onları yazmak istedim hemen. Böyle bir alanın olması biz işçiler için çok önemliydi.”

Sennur Sezer’in anneler üzerine, kadınlar üzerine, işçi kadınlar üzerine yazdığı pek çok şiirini daha önce okuduğunu, hepsinin kendisini çok etkilediğini söyleyen Çelik, “Sennur Sezer’i şiirlerinden, kitaplarından ve Hayat TV’deki ‘Maksat Muhabbet’ programından takip ediyordum. Bu sırada ne kadar bizden biri olduğunu fark ettim. Mücadelenin içindeydi, işçilerin arasındaydı, bizlerin çektiklerine, meselelerine dair anlattıkları ilgi çekiciydi” diyor.

Daha önce Sennur Sezer’in de bulunduğu birkaç edebiyat yarışmasına öykülerini gönderen ama şimdiye kadar herhangi bir dereceye giremeyen Engin Yıldırım da, “Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü ve Şiir Ödülleri” yarışmasına öykülerini değil de şiirlerini göndermeye karar vermiş. Karanlık isimli şiiri ödüle layık görülen Yıldırım, “Bu benim için edebi yaşamımda bir işaret olabilir” diyor gülerek. 

SENNUR İÇİN HAYATA EMEK, VİCDAN VE  ŞİİR İLE BAKMAK GEREKLİ

Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı Mustafa Köz, Gıda-İş’in edebiyatı sahiplenmesi ve işçi edebiyatının da var olduğunu göstermesinin anlamlı olduğunu söyleyerek, sendikaların işçi edebiyat dergileri çıkarmalarının önemli olacağını vurguladı: Edebiyatın hayattan uzak olduğuna dair işlenen bir algı yılladır var. Edebiyat sanki gökten inme ve içinde insan olmayan bir alan gibi gösteriliyor. Özellikle bu ‘80 darbesiyle birlikte yaşatılan bir yalnızlaşma, yabancılaşma. Oysa edebiyat tamamen hayatın içinde bir yerde çünkü zemini o. Bu zemini oluşturacak önemli kurumlar var. Bu kurumlardan biri de edebiyat dergileri. Ama bunların arasında işçi sınıfını ele alan bir edebiyat dergisi çok da fazla yok. İşte Evrensel Kültür’ü biliyoruz, 90’lardan sonra İnsancıl var; sosyalist edebiyatı gündemde turtan, işçilerin emekçilerin hayatına bakan. Bu tarz dergiler yaygınlaşamadı bunun nedeni başta da söylediğim gibi edebiyatı hayatın dışında gösterme algısı. Bu anlamda Gıda-İş’in edebiyatı sahiplenmesi ve işçi edebiyatının da var olduğunu göstermesi anlamlı. Ancak bu tür çalışmaların ve ödüllerin yürüyebilmesi de önemli. Bunun için de zemini çoğaltmak gerekli. Bir işçi edebiyat dergisi de Gıda-İş çıkarabilir mesela ya da DİSK sanata ve edebiyata değer verdiğini çıkaracağı bir edebiyat dergisiyle gösterebilir. 

Sadece bu Sennur Sezer ödülüyle kalırsa işlevini çok da yerine getirebileceğine ben inanmıyorum. Sürekliliği olmalı her şeyden önce. Edebiyatın hayatın tüm alanlarına yayılabileceğini sendikalar göstermeli. Gıda-İş de bu anlamda güzel bir misyon üstlendi. Sennur Sezer de bunu isterdi. Çünkü o emeğin sadece bugün değil yarın da önemli olduğunu düşünürdü. İşçilerin hayatında bir estetik algı oluşmasını hep istedi. Şiirlerini de bu vicdanla yazdı. İnsana böyle baktı. Sennur Sezer’i yaşatmak için hayata böyle bakmak gerekli; Emek, vicdan, şiir ve öykü...

Evrensel'i Takip Et