Bekir Yıldız’ın uzun röportajı
Adnan Özyalçıner, işçi yazarlarımızdan Bekir Yıldız'ı yazdı.
Adnan ÖZYALÇINER
İşçi yazarlarımızdan Bekir Yıldız, 8 Ağustos 1998’de İstanbul’da 65 yaşında öldü. Ardında 12 öykü kitabı, 5 roman, 2 röportaj, yazılarıyla konuşmalarının yer aldığı bir kitap, 3 de çocuk kitabı bıraktı.
Matbaacılık Okulu’nun Dizgi bölümünü bitirişinin ardından dizgici olarak hayata atıldı. 1962’de Almanya’ya işçi olarak gitti. Ordaki fabrikalarda düz işçi olarak çalıştıktan sonra mesleğini ilgilendiren dallarda montörlük, mürettiplik gibi işlerde çalıştı. Biriktirdiği parayla satın aldığı dizgi makinesiyle yurda döndü. İstanbul’da kendisinin işçi olarak çalıştığı küçük bir matbaa olan Asya Matbaasını kurdu.
Yurda döner dönmez Almanya’da görüp yaşadıklarını anlatan bir roman yazdı. Dizgisini, baskısını kendisinin yaptığı “Türkler Almanya’da” adlı romanı 1966’da basıldı.
Umduğu ilgiyi çekmeyen bu kitabı için “Yeni a Dergisi”nin Eylül 1972 tarihli sayısında yer alan röportajında, bu kitabı için şunları söylemiş:
“Gördüklerimi, bildiklerimi yazarsam çok şeyi kurtarabileceğimi sanmıştım bu kitabımla. Ama kökü, gövdesi kapitalizmin eline geçen bir ağacın salt dalını, yaprağını anlatmanın önemli bir şey olmadığını anlıyorum bugün.”
ÖYKÜ COĞRAFYASINI İLK GÖZAĞRISI ACILI GÜNEYDOĞU’YLA AÇTI
1970’lerde bu bilince ulaşan Bekir Yıldız, toplumcu gerçekçi sanat anlayışına dayalı Urfa ve yöresini, insanlarını, sorunlarıyla birlikte anlattığı öyküleriyle edebiyatımıza Güneydoğu coğrafyasıyla insanından yepyeni –duyulmadık, bilinmedik diyebileceğimiz- açılımlar getirecekti.
Güneydoğu’nun gelenek ve görenekleriyle ağa-ırgat çelişkisinin, baskının, sömürünün anlatıldığı bu öyküler, art arda şu üç kitapta toplanır: Reşo Ağa (1968), Kara Vagon (1969), Kaçakçı Şahan (1970)
Bu öykülerde insan, toplum ilişkileriyle olaylar, gözleme dayanan betimlemeci bir anlatımla çarpıcı bir biçimde verilir. Anlatımdaki bu çarpıcılık abartılı gibi görünse de bunun gerçeklerin keskinliğiyle katılığına dayandığı kesindir. Bekir’in toplumsal çelişkileri ortaya koyuşundaki bu tutumu, onun kendine özgü bir anlatım biçimi oluşturmasının yolunu açmıştır.
Öykü coğrafyasını ilk gözağrısı, acılı Güneydoğu’yla, Güneydoğu insanıyla açmış olsa da işçi göçünün yaşandığı ağrılı Almanya’yı da unutmaz. Almanya öykülerini, kapitalizmin işçiyi sömürüşündeki genel sorunsalın bilincinde olarak ele alır. Almanya’daki işçimizin yaşamsal sorunlarıyla iş-işçi, fabrika-patron ilişkileriyle çelişkilerinin anlatıldığı bu öyküler Beyaz Türkü (1973), Alman Ekmeği (1974), Dünyadan Bir Atlı Geçti (1975), İnsan Posası (1976), Demir Bebek (1977) adlı kitaplarda yer alır.
O İŞÇİ PASAPORTLU BİR YAZARDI
Almanya öyküleri konusunda “Yeni a Dergisi”ndeki konuşmasında şunları söylüyor:
“İster Türkiye’de, ister Almanya’da olsun, işçilerin paylaştıkları kader, aynıydı: Sömürülmek. Geri bırakılmış toplumlarda sömürü, en doğal yaşama biçiminin elde edilemeyişiyle daha somut görülebilir. Almanya’ya çalışmaya gidiliyorsa, her işçi, sınıfının dramını da beraberinde götürüyor demektir. Çünkü gittiği ülkenin işçileri de sömürülmektedir. Önemli ayrım, kazancının geri bırakılmış ülkelerin uğradığı haksızlıklar adına arttığını hesap edemeyecek kadar lüks tüketimin sonu gelmez oyunlarına yenik düşürülmüş olmasıdır.
Kendi işçilerini sömürdüğü yetmiyormuş gibi, şimdi de geri bırakılmış ülkelere kol atmıştır emperyalizm. Uzanan bu kol, bir kanat germe biçiminde yorumlanmaktadır yıllardan beri. (...)
Almanya ile ilgili hikâyelerimde sorunlara özellikle bu açıdan yaklaşmak istedim.”
Bunun dışında romanlarında toplumsal düzensizliğin, siyasal çelişkilerin aile ilişkilerini nasıl etkilediğini de anlattı. O, insanın ezilişini, sömürülüşünü yalnız romanlarıyla öyküleriyle değil röportajlarıyla da pekiştirdi. Harran’da Urfa’daki topraksız köylünün çileli yaşamı anlatılırken Yaman Göç’te Almanya’daki işçinin yazgısını bir kez daha gözler önüne serer.
Bekir Yıldız, bütün yazdıklarında toplumsal yaşamdaki keskin çelikileri resimlercesine kaleme alır. Akılda kalması, belleklerden silinmemesi için.
Onun, yarı yaşı kadar yazarlık yaşamı oldu. 32 yıl içinde 23 kitap üretti. Yaşasaydı daha da üretecekti.
O işçi pasaportlu bir yazardı. İşçileri, köylüleri yazdı. Bizi yazdı. Bu, onun da yaşam serüveniydi.
Bence o, 23 kitabıyla uzun bir röportaj sundu bize. Bitmeyen bir röportaj. Okundukça sürecek olan bir röportaj.