28 Ağustos 2016 01:30

Tencere kapak olmayalım, barışa ortak olalım

TÜRKİYE’nin farklı illerinde çalışmalar yürüten kadın barış grupları ‘Barış nasıl mümkün olacak? sorusuna yanıt verdi.

Tencere kapak olmayalım, barışa ortak olalım

Ortadoğu’da ve Türkiye’de devam eden savaşın; barış mitinglerinde, düğünlerde patlatılan bombaların, darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL’in gölgesinde karşılıyoruz 2016 1 Eylülü’nü. 
Olağanüstü hal koşullarında olağanlaşan katliamların, insanların birbirine güvensizliğinin, artan şiddetin ve evlerin içine sinen korkunun karşısında kadınlar “Barışın nasıl mümkün olacağını” tartışmakta ısrar ediyor. Bu tartışmada cevap aranan soruların başında şu geliyor: Savaşın en büyük bedelini ödeyen kadınlar barış sözünde nasıl bir özne olacak? Gerçekten geniş kadın kesimlerinin birlikte kurduğu, ortak bir barış sözü nasıl mümkün olacak? Türkiye’nin pek çok farklı ilinde kadınların kurduğu ve birlikte çalışmalar yürüten kadın barış grupları var. Bu hafta İstanbul Barış İçin Kadın Girişiminden Sevda Çetinkaya, Ankara Kadın Platformu bileşenlerinin yürüttüğü Kadınlar1 Arada Kampanyası’ndan Derman Gülmez, Eğitim Sen İzmir 1 No’lu Şube Kadın Sekreteri Ayşegül Kocaarslan ile bu sorulara yanıt arıyoruz.  

HAKİKAT VE BARIŞ HAKKIMIZDAN VAZGEÇMEYECEĞİZ

Sevda ÇETİNKAYA 
(Barış İçin Kadın Girişimi Aktivisti)

“BİRİSİ barışı başlatmalı, tıpkı birilerinin savaşı başlattığı gibi!” 
Ama nasıl, nereden başlamalı? 
Bizim bulabildiğimiz birinci en iyi cevap:
Hakikati sorarak... 
Peki ama hakikatin yalan, yalanın da hakikat olduğu, herkesin her şeye inandığı kimsenin hiçbir şeye inanmadığı bu zamanda nasıl olacak bu?
Yıkımları, bombaları, mezarsız ölüleri, bodrumlarda yakılanları, kayıpları, yersiz yurtsuz kalmış insanları seyretmişken nasıl olacak? 
Ve bu seyir farkında olanın da olmayanın da ruhunda kara delikler açmışken, bu kadar tahribat yapmışken nasıl olacak?  
Bize ne oldu, ne oluyor? Neler yaşanıyor? Kim yapıyor? 
Fail kim diye sormadan bize ne oldu diye sormak failin yüzünü silikleştiriyor. Failin yüzü ne kadar silik olursa yüzleşme de o kadar imkansızlaşıyor. 
Tıpkı mağdurun dilini kullanmanın ve mağduriyeti yüceltmenin aslında faili yüceltmesi gibi. “Zaten kötülük dediğin, aşırıya kaçmış iyilik değil de ne ki? (Woody Allen)”
Mutabakat, tencere, kapak...
Şimdi mutabakat zamanı deniyor ve herkes mutabık olmaya çağrılıyor (Siz zorlanıyor diye de okuyabilirsiniz) 
Mutabakat Arapça tbk kökünden geliyor, aynı anlama gelen tibak sözcüğü ile eş kökenli. Bir şeyi tam olarak örten kapak, tencere kapağı demek. 
Mutabık olmak tencereye kapak olmak gibi. O kadar uyumlu bir şey yani. 
O zaman sormadan edemiyoruz: Kimle nasıl hangi tencereye kapak olacağız? İçinde ne var?

‘HAKİKATİ BİLMEK HAKKIMIZ’

Çok somut, çok maddi, basbayağı politik bir şey istiyoruz. 
Barış isteyen barışa ihtiyacı olan kadınlarla buradan başlamak istiyoruz. Buna mecburuz. Çünkü, barış hakkımız! (Bulabildiğimiz ikinci en iyi cevabımız) 
Stefan Zweig “Birisi barışı başlatmalı” demiş; biz de “Kadınlar hakikatleri sormaya başlamalı” diyoruz. 
Mesela Aslı Erdoğan’ı parmaklıklar ardına koyan asli fail kim, bundaki saik ne? 
Mesela ölenlerin büyük çoğunluğunun çocuk olduğu Antep’teki canlı bomba saldırısının haberini veren bazı medya organları, niye ilk olarak “PKK gösterilerinin yapıldığı yer olarak bilinen mahalle” gibi bir vurgu yapma ihtiyacı duyuyor? 
Mesela 15 Temmuz’dan sonra “kandırıldık” özrü niye sadece bir zümre için geçerli ve yeterli bir af argümanı olabiliyor? ( Bu arada kandırılmak bir hak değildir ama hakikati bilmek ve barış talebi bir haktır.)
Mesela tankların üstüne çıkıp kahramanlık yapmaya mecbur bırakılmak değil barış koşullarında yaşamak istediğini söylemek niye suçlu ve vatan haini muamelesi görmeye yetiyor?
Mesela insanları tankların önüne yatmak zorunda bırakan sürece nasıl gelindi? 
Mesela Cizre’de, Sur’da, Silopi’de, İdil’de, Yüksekova’da, Silvan’da, Lice’de, Şırnak’ta, Nusaybin’de sivil insanlar, kadınlar, çocuklar neden öldürüldü?
Mesela çatışma ve savaş bölgelerinde kadınlara savaş ganimeti gibi tecavüz edilmesi, edilmese bile tecavüzle korkutulması, küfür ve hakaretlere maruz kalması neden kanıksanıyor neden cezalandırılmıyor?
Mesela içimize bir nebze su serpen ve bu topraklarda barış ihtimalini umut etmemize neden olan müzakere süreci niye sona erdi? 
Hakiki cevaplar istiyoruz ama. Hakikatin yerine geçmiş yalanlar değil.
Gündelik hayatınızdaki yalan ahlaki bir mesele olabilir, ama kamusal alana söylenen yalan asla. Ahlakınızla ilgilenmiyoruz ama hakikati istiyoruz.
Halimiz ne kadar olağanüstü olursa olsun, ne hakikat hakkımızdan ne de barış hakkımızdan vazgeçmeye niyetimiz yok. 

TEK ÇIKAR YOL: AYRIM YAPMADAN ORTAK MÜCADELE 

Ayşegül KOCAASLAN
(Eğitim Sen İzmir 1 Nolu Şube
Kadın Sekreteri)

1 EYLÜL Dünya Barış Günü’ne içeride ve dışarıda yaşanan savaş ortamında giriyoruz. Barış ülkemiz ve dünya için en yakıcı, en acil talep olarak önümüzde duruyor.
7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana ülkede yaşanan savaş ortamı başta Kürt halkı olmak üzere tüm muhaliflere hayatı dar etmiş durumda. Doğu ve Güneydoğu’da şehirler yakılıp yıkılmış, günlerce sokağa çıkma yasakları uygulanarak insanlar en temel insan hakkı olan yaşam haklarından mahrum bırakılmıştır. Süregelen bu savaş ortamından en çok kadınlar ve çocuklar etkilenmiş, kadınlar hayatlarını kaybederken, geride kalanlar da her gün çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin ölümlerini izlemek durumunda kalmıştır. Sürdürülen bu savaş politikaları zorunlu göçe neden olmuş, insanlar yaşadığı topraklardan koparılmış, gittikleri ülkelerde ve şehirlerde işsizlik ya da ucuz iş gücü olarak çalıştırılmış; açlık ve yoksullukla yüz yüze bırakılmıştır. Pek çok kadın ya ikinci, üçüncü eş olarak satılmış ya da fuhuşa zorlanmıştır. Daha birkaç gün önce Gaziantep’te yaşanan canlı bomba saldırısında 33’ü çocuk olmak  üzere 57 insan hayatını kaybetti. Maalesef bu Türkiye’de ilk yaşanan patlama değildi. 2015 yılından bu yana bu ülkede defalarca canlı bomba saldırıları yaşandı ve yüzlerce insan hayatını kaybetti. Sadece 5 Haziran 2015 tarihinden bu yana 48’i bombalı saldırılarda olmak üzere 136 çocuk yaşamını kaybetti.

SAVAŞIN ŞİDDETİ İÇİNDE GÖRÜNMEZLEŞEN ŞİDDET

Kadınların yaşadığı olumsuzluklar bu kadar da değil maalesef. Bu ülkede  kadınlar her gün en yakınları tarafından “eş, sevgili, eski  kocası ya da ailesi” öldürülüyor, şiddete maruz bırakılıyor, diğer yandan yaşanan nefret cinayetleri had safhaya ulaşmış durumda, kısa bir süre önce Trans kadın Hande Kader’in tıpkı Özgecan Aslan gibi tecavüze uğrayıp ardından yakılarak öldürülmesi, ardından Azize’nin toplum baskısı nedeniyle intihar etmesi yaşanan örneklerden birkaçıydı sadece. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerde erkekler adeta yargı ve devlet tarafından ödüllendiriliyor, iyi hal indirimleri alarak, kısa sürede tekrar toplum içerisine karışıp yeni şiddet ve cinayetlere neden oluyor ne yazık ki.
Dahası 15 Temmuz darbe girişimini fırsata çeviren sermaye ve iktidar bir süredir kadınlar için uygulamaya koyduğu muhafazakar, gerici politikalar, öte yandan esnek çalışma “müjde”siyle kadınları hem sermayeye ucuz iş gücü olarak sunan, daha kolay kontrol etmek adına toplum içerisinde kadını sadece anne ve eş olarak kutsayarak eve hapseden politikalarına daha da rahat uygulayacağı bir ortam yaratmaya çalışmaktadır. Tüm bunlar bu ülkede ne kadınların özgür olduğunun, ne toplumsal barışın, ne halkların barışının, ne de komşularımızla barışın sağlanamadığı dahası ülkeyi yönetenlerin hiç de böyle bir derdi olmadığını gösteriyor. 
Peki böyle bir ortamda kadınlar ne yapacak?
Bence bu süreçte kadınların en öncelikli işi toplumun tüm kesimlerinden kadınlar ve ötekileştirilmiş bireyleriyle tüm yapay ayrımları bir kenara bırakarak, artık zorunlu olan ortak mücadeleyi örmek ve tıpkı 25 Kasım’larda, 8 Mart’larda olduğu gibi hep bir ağızdan, en güçlü şekilde bugünün en acil ve öncelikli ihtiyaçları olan iş, barış, yaşam ve özgürlük hakkı taleplerini olabildiğince yüksek sesle haykırmak olmalı.
Yaşasın iş, barış, yaşam, özgürlük mücadelemiz!
Yaşasın kadın dayanışması! 

SAVAŞA VE ŞİDDETE KARŞI KADINLAR1ARADA

Derman GÜLMEZ
(Kadınlar1Arada Kampanya Grubu Üyesi)

BARIŞ Parkı’nın yanı burası. Zaten burda nerdeyse her yerin adı barış’la başlıyor. Barış Otomotiv, Barış Eczanesi. Yeşil, sarı, kırmızı boncuklar, çakmaklar, bileklikler. Bayraklarla “işgal edilen” yerlerin üzerindeki tek bayrak ise kırmızı beyaz. Şurası Rojava işte, karşıdaki sınır. Şurası Suriye. Bak şurada renkli ışıklar, sabah sarı, yeşil, kırmızı bayrakları göreceksiniz. Ama şimdi Barış Parkı’nın yanındayız. Bir kadın kooperatifi. Ama yıkılmış, basılmış, mermilenmiş ve yeniden yapılmış. Şehrin her yeri basılmış, binalarla kavga edilmiş. Fakat burada ayrıca kadınlarla da kavga edilmiş. Taciz edilmiş kadınlar. “Burası bizim. Yaşasın Şanlı Türk Ordusu”. Fırat mahallesi, Musa Anter Parkı -18 yıllık park- ağaçlar, duvarlar, oyuncaklar... Hepsiyle kavga edilmiş. 
Aylar önce Ankara’dan Cizre’ye, Nusaybin’e, Sur’a kız kardeşlik köprüsü kuracağımız ve henüz adını koymadığımız bir kampanya başlatmak için ilk toplantıyı aldık. Kız kardeşlik köprüsü kurmak istediğimiz yerler çoktu; biz azdık. Çoğaldık ama zamanla, kampanyayı yaşatmaya ve sonunda da sağlayabildiğimiz maddi manevi destekle bölgeye gidişleri planlamaya başladık. 
Kampanyayı ilk olarak 16 Mayıs’ta basın açıklamasıyla duyurduk. Abluka altındaki şehirlerdeki kadınlarla dayanışma amacıyla “Barışı biz inşa edeceğiz” diyerek yola çıktık.  İktidarın militarist politikalarının çıplak kadın bedenlerinin teşhiri ve duvar yazıları üzerinden devletin erkek egemen ve işgalci zihniyetini kabul etmediğimizi söyledik, yazdık, duyurduk. AKP hükümeti savaş politikalarıyla bir yandan Kürt halkını imha etmeye çalışırken diğer yandan da işçi ve emekçileri köleleştiren yasalar ile sermayenin taleplerini yerine getiririyor. İktidar, kendinden olmayanı sürekli öldürüyor. Biz kadınlar buradayız, burada olmaya, ses çıkarmaya devam edeceğiz. Kampanya içeriğinde etkinlik olarak 2 kadın forumu, dayanışma çayları, film gösterimi, kermes gerçekleştirdik. Kadın dayanışmasına vurgu yapan rozetler bastık. Beyaz tülbentlere barış sözlerimizi yazdık. Ankara’da sokaklarda, parklarda, caddelerde avaz avaz bağırdık: Bu insan kıyımı dursun! Müzakereler yeniden başlasın! Kadınların sesine kulak verin! Jin jiyan azadi. 
Kampanyanın bitişini 1 Eylül olarak planladık. Öncelikle bölgeye gelip burada insan gücüne çok fazla ihtiyaç duyulan mahallelerde, şehrin her yerinde, gittikçe küçülen ve kapatılan 6 mahallesiyle Nusaybin’de şehrin yeniden kurulumu için burada olmalıydık. Bugün buradan çağrımızdır: Biz küçük bir kampanya düzenledik ve aylarca devletin bütün tacizlerine, engellerine, darbelerine, yasaklarına rağmen kampanyayı tamamlayarak kadınlar olarak buraya geldik. İnsanlar buraya gelsin, ablukalar kalksın, kardeş aile kampanyasına destek olmak için seferber olsun. Şehrin ortasındaki teller kalksın, artık kendi topraklarında yaşamak isteyen kadınlar, erkekler, çocuklar yaşamak için ölmesinler. Çocuklar oyuncak sanıp da ellerine bomba almasın; patlamasınlar! Halklar yaşasın! 

Evrensel'i Takip Et