Kürkçüler'den Pozantı'ya: Duyulmayan Çığlık
Pozantı Cezaevi'nde yaşananlar, Ömer Çakır'ın imzası ile 'Kürkçüler'den Pozantı'ya: Duyulmayan Çığlık' adı ile kitaplaştı.
Müge TUZCUOĞLU
İlk Çocukluğu yetişkinlikten ayıran, çocuk dünyasını yetişkin dünyasından ayıran en önemli şeylerden biridir herhalde ilk’lerin yaşanması… Göbeğinin düştüğü ilk tarih. İlk saç kesimi. İlk tırnak kesimi. İlk memeden kesilişi. İlk adımı. İlk sözcüğü…
Hepimiz, her birimizin dini, ideolojisi, inanışı ve hatta keyfi, isteği, isteksizliği, morali, moralsizliği ayrı bir çocukluk yaratır. Farklı çocukluklar ve farklı çocuklar! Kimisi Hıristiyan olur sonra, kimisi sosyalist, kimisi dinsiz, kimisi faşist… “Bir bebekten” bir sürü şey yaratır dünyamız.
Kimisi için tarladaki küçük ebattaki işçidir. Kimisi için “el bebek gül bebek”. Kimisi pamuklara sarar, çamaşır suyuyla izole eder, kimisi tamirciye çırak yaptırır. Kimisi ister ki dünyayı görsün, kimisi dünyanın tam içindedir zaten…
Nihayetinde hepsi çocuktur. İlk oyuncağı olur şanslılarının, ilk bisikletinden ilk düşüşü bazen de… Bazen de ilk sevdiği olur çocukların, genelde kavuşamadıkları. İlk kez dondurma yemek, ilk kez çikolata yemek, ilk kez et yemek de nasipsizliktendir. İlk kez denizi görmek, ilk kez arabaya binmek hep ama hep şanstır. Bir gurbetçi amcanın, teyzenin ısmarlamasıdır bütün bunlar.
Ve ilk’ler belirler, çocukluk ile yetişkinlik farkını. İlk kez yaşamış olmak bile başlı başına çocukluktur. Ve bu an’ın heyecanı, toyluğu, acemiliği, dünyayı yeniden keşfedişliği hep ama hep çocuğun payınadır.
Bu yüzden de dokunulmamıştır, ve bozulmamıştır ve henüz ihanet edilmemiştir ve henüz dayak atmamıştır, henüz kimseyi öldürmemiş, henüz kimseye işkence etmemiş, henüz kimseyi dışlamamış, ayrımcılık yapmamıştır. Bütün bunlarla birlikte tertemiz, saf, düzgün, “iyi”, ve yine temiz’dir.
BU DÜNYADA TUTUNULABİLECEK EN ONURLU ŞEY O ÇOCUKLUK!
Edip Cansever’in maviliğe dayanak ederek “çocukluk gibi unutulmayacak hiç” ama aslında daha çok özlediğimiz o şey işte çocukluk! Can Yücel’in “yapraklar ve şarabi eşkiyalar” ile çocukları eşlik ettirerek, “Onlar da olmasalar benim gayri kimim var” dediği bir de tabi! Bu dünyada belki de tutunulabilecek en onurlu şey o çocukluk! O çocukluğun yarattığı değerler! Boşuna demezdi yoksa Ahmet Telli “Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil” diye. Zaten en büyük tehdidi de susan bir çocuk olarak almıyor muydu?
Ama susmadılar çocuklar!
“Otur, sus” deyince susmayan çocuklar oldular! Evet, Kürt çocukları. Dönemlerinin yarattığı bütün değerleri, geçmişlerinde kalan bütün kayıpları sırtlarına bindirerek, sokaklara çıktılar. Kocaman kocaman ilk’ler yarattılar. İlk kez bir şehir üç gün boyunca çocukların kontrolüne geçti. 28 Mart olaylarında, Diyarbakır’da, çocuklar, bir gidişata dur dediler. Dur dedikleri, kuşkusuz önce siyasi gidişattı. Bununla da birlikte, geleceksizliğe, ekonomik sıkıntılara ve ayrımcılığa karşı çıktılar. Ellerinden ne geliyorsa -ve ilk gelen taş’tı- onu yaptılar. Fiziksel olarak güçsüzlüğe, yetişkinlerin yaşamındaki konumsuzluklarına, eğitim-din-siyaset içinde hâlâ şekillenecek olmalarına rağmen, bütün bunlara rağmen çırpına çırpına çırpı bedenlerini koydular ortaya. Bu bir milattı Kürt çocukları ve çocuklar için.
Sonrası malum. Sokak gösterileri, çocukların ağırlığında gitmeye başladı.
Çocuktan almış haberi Hasan Hüseyin ve “Koştuk direndik yorulduk/ Düştük anılar ırmağına ey çocuk/ Bak işte kan içinde yumruğumuz/ Belki senin hakkındır mutluluk” demiş demesine ancak biz o mutluluğu getiremedikçe sabırsızlanmış çocuk. Bu süre içinde onlarca eylem oldu Kürt illerinde, ve Türkiye metropollerinde. İlk sıralarda hep çocuklar! O mutluluğun peşinde. Ve karşılığında, yetişkinlere ne yapılıyorsa onlar da başladı. Bu da Can Yücel’in dizesinden çünkü o onlara verebileceği en güzel şeyin onları dinlemek olduğunu söylemişti ama biz dinlemedik susmayan çocukları. Konuşmalarını dinleyemedik.
Gözaltına alındılar. İşkence gördüler. Yetişkinlerin yargılandığı TMK’dan ve Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılandılar. Tutuklandılar. Hapiste işkence devam etti.
Diyarbakır, Mardin, Midyat, Batman, Van, Malatya, Elazığ, Mersin, Adana, İstanbul’daki hapishaneler çocuklarla doldu taştı. Büyük çoğunluğu taş atmaktan veya sadece ve sadece Kürt olmaktan kaynaklı cezaevlerine doldurulmuştu. Birçok cezaevinde çocuk koğuşu olmamasına rağmen veya çok kötü koşullardaki koğuşlarda, hücrelerde kaldılar.
Daha da kötüsü vardı; Pozantı. 2011 yılında Pozantı Cezaevinde çocuk tutuklulara tecavüz ve cinsel taciz olayları gündeme geldi. İddialar yasal olarak hâlâ kanıtlanmamış ve cezalandırılmamış olsa bile, çocuklar böyle anlatmıyorlardı.
İLK ANNESİZ GECENİN, İLK DİRENİŞİN HİKAYESİ...
Bu ateş büyüdükçe büyüdü. Olayı haberleştiren DİHA Muhabiri Zeynep Kuriş tutuklandı. Çukurova bölgesindeki çocukların avukatlığını üstlenen Tugay Bek ve Sevil Aracı avukatlık mesleğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Yine de Türkiye gündeminde, çocukların cezaevlerinden tahliye olması için kampanyalar genişletildi ve 2011’de TMK’da yapılan değişikliğin ardından çocuklar bir bir cezaevinden çıktı, dosyaları çocuk mahkemesinde görülmeye başladı.
Ludwig Wittgenstein ikinci dünya savaşına dair şunları söylemişti: “Hiçbir işkence çığlığı tek bir insanın çığlığı kadar büyük olamaz. Daha doğrusu, hiçbir işkence tek bir insanın katlanabileceği işkenceden daha büyük olamaz. Bütün gezegen tek bir candan daha fazla ıstırap çekemez”.
O tek bir insanın çığlığı, tek bir insanın katlanabileceği ve tek bir can’ın ıstırabı işte elinizdeki bu kitap! İlk sakal tıraşı, ilk kar görmenin, ilk annesiz gecenin, ilk işkencenin, ilk taş atmanın, ilk eylem gecesinin, ilk direnişin de hikayesi aynı zamanda.
Bakın bütün alıntıladığımız şiirlerde, şairler, yani büyük adamlar çocukları yazıyorlardı. Ve bakın şimdi çocuklar yazıyorlar. Yazmaya başlıyorlar.
Diyarbakırlı bir çocuk bunları yazan. Köyleri boşaltılınca metropole göçüp, yaşam mücadelesi veren. Yaşam mücadelesini insanlık mücadelesine çevirip varolmaya çalışan. Ve kazanan! İlk tanıştığım Diyarbakırlı çocuklardan öğrenmiştim ben de “kazandıklarını kaybettiklerinden daha fazla kılma” mücadelesini. Kaybettiği çok şey vardı. E siz bir de kazandıklarını düşünün!
Biz hâlâ geçmişimize bakamazken hem de…
Bu çocuklar ilk’leri yaşadılar, erkenden. İlk’leri yaşattılar erkenden!
Yüzleşmelerini de erken başlattı bu çocuklar. İlk yüzleşmelerini yapıyorlar işte. Bir belgesel tadında. Bir hesaplaşma havasında. Bir cenk cevabında.
Kimileri cenkte yaptı bunu evet. Ve kimileri kalemle yapıyor şimdi…
Ve işte yine çocukluklarını yaptılar. İlk kitaplarını da yazdılar…
Edip Cansever ne demişti:
“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor.”
Gökyüzünü daralttılar cezaevlerinde çocuklara. Çocukluklarını almak istediler. Ama işte gitmedi; ne gökyüzü, ne çocukluk…