24 Haziran 2012 11:41
Larry Everest

“Kamu parası halkın eğitimine ve istihdam yaratılmasına harcanmalı. Savaşa ve başka ülkelerin işgaline değil.”

ABD’de meydanlara çıkan birçok toplumsal hareket tarafından seslendirilen bu slogan emperyalizmin ve savaş olgularının bilimsel anlayışı açısından son derece yanlış ve zararlıdır. Ancak, ahlaki açıdan, bu sloganın dile gelmesi insanlığın yararınadır.
Savaş karşıtı taleplerin seslendirilmesinde ilk ve en önemli odaklanma neden Amerikan vatandaşları ve sürdürmekte oldukları yaşam üzerine olup, ABD saldırganlığının kurbanları üzerine yapılmamaktadır?  Pakistanlılar havadan yapılan saldırılar sonucunda ölüyorr. ABD güçleri Iraklıların etrafını kuşattı ve onlara zulüm etti. Afganlılara gece baskınları düzenlenip, dehşet verici olaylar yaşatılıyor. Ve başka yerlerde de meydana gelen sayısız olayları daha ilave edebiliriz. Bu insanların hayatının her bir kesitinin, Amerikan vatandaşlarının sürdürdüğü hayat kadar değeri yok mu? “Kamu parası halkın eğitimine ve istihdam yaratılmasına harcanmalı. Savaşa ve başka ülkelerin işgaline değil” sloganını, ABD’deki bağlamında ele alacak olursak, ABD vatandaşlarının yaşamı diğer halkların yaşamından daha değerlidir anlamı çıkmaktadır. Bu tarz bir mantık yürütme, sistemin yöneticileri ve onlara hizmet veren medya aygıtı tarafından acımasızca egemen kılınan zihniyetin paralelinde çalışmakta ve egemen zihniyeti güçlendirmektedir. Bu zihniyet, Amerikan yaşam tarzını her şeyin önüne koymaktadır. Bu zihniyet, ABD yöneticilerinin, imparatorluğun yıkım yaratan savaşlarına meşruiyet kazandırması ve destek inşa etmesi (veya rıza gösterilmesi) düşüncesini pekiştirmeye yaramaktadır.
Halkın desteğini alan bu slogan, aynı zamanda, siyasal güç sahipleri askeri güçlerini geri çekmeli, başka ülkelere saldırmayı bırakmalı, bu faaliyetler için harcanan paranın kendi ülkelerinde istihdam yaratmak, halkın eğitimi ve diğer refah artırıcı sosyal programlara harcanması düşüncesini ön plana çıkarmıştır. Bu slogan, ABD’deki sistemin nasıl çalıştığına dair herhangi bir açıklama getirmemektedir. Savaşların, başka ülkeleri işgal ve saldırı faaliyetlerinin belirli bir tarzda veya başka bir tarzda olması, siyaset yapanların yürütülmesini tercih ettiği, ya da bu partiden veya şu partiden seçilen başkanların keyfi tercihlerine bağlı politikalar değildir. Bizlerin de kendi gücümüz oranında rol aldığı tarihin bu sahnesinde, dünya hakimiyetini elinde bulunduran kapitalist-emperyalist en büyük güç, yeryüzünde en acımasız sömürü imparatorluğunu yöneten ABD’nin çekip çevirdiği kapitalizm küresel bir sistemdir. ABD imparatorluğu işgücünü, pazarları ve zenginlik kaynaklarını elinde bulunduran ülkelere baskı yaparak, insanlığın yaşam seyrine yön vererek egemenliğine devam etmektedir. ABD egemenliği, hakimiyet kurmayı düşündüğü bölgelerdeki halk kitlelerine şiddetli baskı uygulamalarına yol açmaktadır. ABD’nin aynı zamanda, yayılmasının yolu üzerinde bulunan ülkelerde, baş kaldıran yerel güçlerde olduğu gibi, hakimiyet kurmak isteyen başka emperyalist güçlere karşı savaş vermesi de gerekir. Bütün bu güçlere karşı mücadele vermek için, dünya çapında konuşlandırılmış, 100’ün üzerinde ülkede üs bulunduran ve ihtiyaç halinde, bazı ülkelerle savaşan devasa boyutlardaki bir orduya ihtiyaç duymaktadır.
Ortadoğu, Orta Asya ve başka bölgelerde hakimiyet sağlamak üzere yürütülen savaşlar yalnızca ABD sermayesiyle “olmaz”. ABD’nin egemenliği ve küresel düzeyde tam hakimiyeti için bu savaşların mutlaka çıkarılması gerekir. Bundan dolayıdır ki, ABD yöneticileri, Beyaz Saray ve ABD Kongresinde ne olup bittiğine bakmaksızın, ciddi ekonomik ve mali sıkıntıların yaşandığı dönemler de dahil olmak üzere, trilyon dolar tutarında bütçeyi askeri harcamalara tahsis etmek zorunda ve de isteklidir.
ABD’nin başını çektiği bu küresel kapitalizm-emperyalizm sistemi, yapılan etnik temizlik olayları, ABD ve İsrail güçlerinin Filistin’de küçük çapta soykırım uygulaması, ABD’de siyahların kitlesel olarak hapsedilmesi ve soykırıma uğraması, doğaya yapılan müdahale ve sistematik olarak meydana gelen tahribat ve de ABD’de veya dünyanın herhangi bir yerinde kadınlara karşı uygulanan şiddet olayları, milyonlarca insandan meydana gelen kitlelerin karşı karşıya kaldığı aşırı yoksulluk ve açlık olguları, ABD’de milyonlarca insanın içinde bulunduğu yoksulluk ve umutsuzluk durumlarına kadar dünya genelinde yaşatılan bu işkencenin korku verici ana kaynağıdır.
Metropollerde yaşamlarını idame eden yönetici sınıfı, yüksek seviyede bir hayat standardını sürdürmek amacıyla, talan ettiği ülkelerde elde ettiği ganimetlerin bir kısmını dağıtmak suretiyle, yağmaya maruz kalan ülkede ve kendi ülkesinde sosyal barış ve sadakat satın almaktadır (bu sosyal durum; kamu parası istihdam için harcanmalı, savaş için değil hareketinin sokağa dökülmesini teşvik etmiştir). ABD’de yaşayan insanların bu çirkin dayanışmayı reddetmesi gerekir. ABD’de yaşayıp büyük çoğunluğu oluşturan insanların “ülkelerindeki yönetici sınıfının” yanında yer almaları yerine, baskılara maruz kalan dünya halklarının safında yer alarak, ortak bir davanın peşinde koşmaları kendilerinin faydasınadır. Ortak bir dava, “İnsanlığa yaşatılan bu kadar acının sorumlusu sistemin gücüne güç katan Amerikan tarzı şovenizm tuzağına düşmemek olan, Amerikan vatandaşlarının yaşam biçimi diğer halkların yaşam biçiminden daha değerli değildir” anlamına gelmektedir. Bu durumda, halk en tepede bulunan toplum tabakasından “kamu parasının halka daha fazla istihdam yaratmak için harcanması” çağrısında bulunabilir. Ancak, açık ve tartışmasız bir şekilde, ABD’nin dünya üzerinde işlediği dehşet verici cinayetlerin DURDURULMASI çağrısında da bulunması gerekir.
ABD saldırganlığına ve “Amerika’nın 1.derecede” egemen zihniyetine aktif bir şekilde muhalefet etme süreci yaşanmasıyla, muhalefet olgusu güçlenecektir. Halkın, kapitalist sistemin ve devlet aygıtının reformdan geçirme durumundan olmadığını görüp yaşaması, bu sistemden yakasını kurtarmak için devrim yapılması, yağmacı savaşların tümüne son verilmesi, ABD halkının ve dünya halklarının çıkarına olacak yeni bir sistem ve devlet yapılanmasının kurulması gerekir.

İngilizceden çeviren: Nizamettin Karabenk

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüzde 30 için sıkıyönetim

Yüzde 30 için sıkıyönetim

Antep’te devlet, patronların yüzde 30 zam dayatmasını kabul etmeyerek fiili greve çıkan işçilere karşı adeta sıkıyönetim ilan etti. Eylemler yasaklandı, grev çadırları yıkıldı, işçilere öncülük eden Sendika Başkanı gözaltına alındı, Demokrasi Meydanı işçilere kapatıldı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
16 Şubat 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et