Koşarken yavaşlar gibi
Alıştığımız anlatı kalıplarından biri, ilk gençliklerinde iyi arkadaş olan bir grup kızın (ya da delikanlının), büyüdükçe değişen yaşam koşulları, hayat üstüne düşlediklerinin gerçekleşmemesi üstüne kurulur. Bu kalıbın önemli bir parçası hesaplaşmadır. Ve zamanla tarihin önemli döneme&cc
Şöhret Baltaş’ın Koşarken Yavaşlar Gibi adlı romanı da benzer bir kalıbı yineliyor. Hayatlarının, amaçlarının, düşlerinin ortak noktaları olan beş genç kadın (Özlem, Canan, Nihan, Cemile, Aycan) ve 12 Eylül koşullarının yaşamlarını etkilemesi. Hapisler, gözaltılar, izlenmeler, kaçırılıp dövülmeler, işsizlik, gücünün yaşamaya yetmeyişi, canına kıymalar... Siyasi mücadelenin yokluğunda giderek yalnızlaşmak, özel hayatlarına kapanmak. Şöhret Baltaş’ın beş kahramanı da evlenmişler, iş güç, çoluk çocuk sahibi olmuşlardır. Evlilikler başarısızlık duygusu verir. “İlk darbenin ardından, yıllarca aynı yolda yürüdükleri arkadaşlarla ayrı yerlere düştükten, kendilerini kocaman bir boşluğun ortasında, tarihin karanlık bir köşe başında buldukları o günlerden sonra, şimdi yine, bir kez daha dağılıyordu külleri. Bir yangının sabahında, yanıp yıkılan evlerin enkazında kaybolan oyuncağını aramak için külleri eşeleyip duran hüzünlü, küçük çocuklar gibiydiler.”
Ve daha önce bu tür dönem romanlarında tartışılmayan bir konu: Ayrı uluslardan olmanın sevdanın birleştiriciliğine zıt çizgileri. Baran’la Ali Rıza’nın öyküsü... (Bu öyküde, bir çelişkiye düşüyor yazar. Öykünün devamı farklı yerlerde birbirinden farklı iki ayrı biçimde anlatılıyor.)
Canına kıyan arkadaşlarının (Aycan) veda mektubu on iki yıl sonra çıkagelecek, herkesi bir tür hesaplaşmaya çağıracaktır. Mektubun seslendiği en önemli kişi Aycan’ın kızıdır.
Şöhret Baltaş, romanının başına, Yağmur Atsız’ın Günlerimiz adlı şiirini koymuş. Bu şiirin bir dizesi romanın adı olmuş, şiirin akışının da belirleyicisi görevini üstlenmiş: “Bir kitaba başlar gibi/koşarken yavaşlar gibi/düşen arkadaşlar gibi/akıp giden günlerimiz.”
Koşarken Yavaşlar Gibi, kadının gördüğü gündelik şiddetten, eskiyen evliliklere uzanan çizgiden örnekler de yansıtıyor. Üstelik erkeğin şiddeti kendine hak görmesi ya da sevgilisini/eşini terk etmesi belli sınıfa özel değil. Ne erkek şiddetinin sınıfı var, ne eşten bıkmanın ne de eşini aldatmanın. Evlilikler bir süre sonra başarısızlık duygusu vermektedir. Canan “Belki de başarıyı, son yıllarda beynimize zorla sokulan o elde etme duygusu olarak anlıyoruzdur” der; “Oysa başarmak, elde ettiğin şey değil de, her şeye ve kendine rağmen yürümeye devam edebilme gücü olarak anlaşılırsa... Ne görüyorum... Evet, yenilgi duruyor orada, bütün kesinliğiyle. İnkâr etmek anlamsız. Çekilen acılar duruyor, düş kırıklıkları... Ama her şeye rağmen çok özel, bizim yollarımızdan geçmeyen birinin asla anlayamayacağı güzellikte bir hayatın tadı var orada...”
Şöhret Baltaş, ilk romanında 12 Eylül’ün ruhsal depremlerini bir grup üniversiteli kızdan anlatıyor.Belki yaralar hâlâ kanadığı için fazla deşilmemiş. Sanırım yeni yazdıklarında olaylar daha derinlikli anlatılacaktır.
* Koşarken Yavaşlar Gibi, Roman, Şöhret Batlaş, Agorakitaplığı, 227 s.