Evrimin evrimi - 1800’ler öncesi
Bu sayıda 1800’lü yıllarda yaşamış ve Darwin’in temel çalışmalarına yol göstermiş olan 3 tane “Aydınlanmacı” bilim insanının çalışmalarını ele aldık.
1859 yılında “Türlerin Kökeni”ni yayımlayarak aniden tüm biyolojiyi ters düz eden Darwin’in dehası bazen yanlış anlamalara neden olabilir. Evrim kuramının, bilim tarihinden bir katkı almadan, doğrudan Darwin’in aklından birdenbire bir bütün olarak çıktığı sanılabilir. Ancak daha önce anlattığımız tarihsel bölümlerde de görüldüğü üzere, Darwin’in kuramı için gerekli ham madde on yıllardır bilinmekteydi. Yerbilimciler ve paleontologlar yerküre üzerinde yaşamın çok uzun süredir var olduğunu, zaman içerisinde değiştiğini ve birçok türün de yok olduğunu ortaya koymuşlardı. Aynı zamanda, 1800’lerin başlarında, yaşayan hayvanları çalışan embriyolog ve doğa bilimciler bazen farkında olmayarak da olsa Darwin’in kuramının kanıtlarının önemli bir kısmını ortaya çıkarmışlardı. Bizler de bu sayıki evrim köşemizde 1800’lü yıllarda yaşamış ve Darwin’in temel çalışmalarına yol göstermiş olan 3 tane “Aydınlanmacı” bilim insanının çalışmalarını ele aldık.
Eski Dünya, Kadim Yaşam: Georges-Louis Leclerc, Comte de Buffon
1700’lü yılların hiçbir doğa bilimcisi, Georges-Louis Leclerc, Comte de Buffon’un (1707-1788) doğa çalışmalarına getirmiş olduğu devrimsel değişiklikleri gerçekleştirememiştir. 1600’lerde birçok doğa bilimci türlerin ayrı ayrı yaratılıp değişmeyen bir hiyerarşide organize edildiğini ve insanların da meleklerin hemen altında yer aldıklarını düşünüyorlardı. 1800’lerde ise, Darwin akıl almaz derecede yaşlı bir dünya tarif ediyordu. Öyle bir dünya ki, yaşam tedrici olarak bir yapıdan diğerine değişiyordu ve bunun için de herhangi bir doğaüstü müdahaleye gerek yoktu. Bu iki görüş arasında, kronolojik ve entelektüel açıdan, orta noktada olan kişi ise, dikkate değer Georges-Louis Leclerc Buffon’dur.
YERKÜRE TARİHİNİN AÇIKLAMASI
Buffon dünyayı yorumlayabilmesi için kilisenin eleştirilerine rağmen, İncil’i dünya tarihi için rehber olarak kabul etmedi. Bunun yerine Isaac Newton’un yeni fiziğini kullanarak hareket halindeki maddelerin nasıl yerküreyi oluşturmuş olabileceği konusunda varsayımlarda bulundu. Güneşe çarpan bir kuyruklu yıldızın yol açtığı parçaların güneş sisteminin gezegenlerini oluşturduğunu ileri sürdü. Başlangıçta yerküre yanmaktaydı, ancak erimiş kayalar zamanla soğuyarak katılaştı ve ardından okyanusları oluşturan yağışlar gerçekleşti. O zamanki birçok Avrupalı yerkürenin yaşını 7,000 yıldan daha küçük sanarken, Buffon ileri sürdüğü sürecin 70,000 yıldan fazla bir zamanda gerçekleştiğini söyledi.
GÖÇ BOYUNCA DEĞİŞİM
Buffon’a göre yaşam, belli sayıdaki ayrı tipten türemişti; ancak göçler sırasında yaşam değişti. Bir tür yeni yaşam alanlarına yöneldikçe, yeni bireylerin oluşmasını sağlayabilecek gerekli organik moleküller de değişti ve sonuç olarak bu moleküller türün modelinin de değişmesine neden oldu. Diğer bir deyişle, Buffon bir çeşit öncül-evrim modeli oluşturmuştu. Bu sürecin, vücut kısımlarında radikal değişimler oluşturamayacağını; fakat benzer türlerin dünya üzerindeki coğrafik dağılımını şekillendirebileceğini ileri sürdü. Buffon’un teorileri, 18. yy doğa bilimcilerinin ufukları ölçüsünde oluşturdukları kısıtlı kanıtlara dayandığı için çökmüştür. Buna rağmen ölümünü takip eden yıllarda ortaya çıktığı üzere, Buffon’un teorileri doğa bilimlerindeki önemli gelişmelerin habercisi olmuştur. Buffon’un tek başına hiçbir fikri zamanın sınamasına dayanamamıştır; fakat yine de çalışması bilimin kilometre taşlarından biridir ve Darwin’e de yol gösterici olmuştur.
Fosiller ve Paleontolojinin Doğumu: Nicholas Steno
1666 yılında Danimarkalı anatomist Niels Stensen’e (bilinen ismiyle, Steno), İtalya’da yakalanan köpekbalığını kesip inceledikçe, köpekbalığının dişlerinin, eski çağlardan beri bilinen ve “dil taşları” olarak adlandırılan üçgen kaya parçalarına ne kadar da çok benzediklerini görüp çok şaşırmıştı. Steno büyük bir adım atarak, dil taşlarının gerçekten de bir zamanlar yaşamış olan köpek balıklarının dişleri olduklarını açıkladı. Ancak hala dişin nasıl olup da taşa dönüştüğünü ve bir kaya içinde yuvalandığını açıklaması gerekiyordu. Steno, diş içinde bulunan her bir zerrenin birer birer mineral zerreleri ile yer değiştirdiği fikrini öne sürdü. Bu süreçte, dişler doku yapısından taşa dönüşürken genel şeklini de kaybetmiyordu.
STENO’NUN ÜST ÜSTE BİRİKME İLKESİ
Peki nasıl oluyordu da fosiller kayaların derinlerinde bulunuyorlardı? Steno cevabı bulabilmek için İtalya’nın uçurumlarını ve tepelerini inceledi. Tüm kayaların ve minerallerin özgün yapılarının sıvı olduğu fikrini öne sürdü. Çok uzun zaman önce erimiş kaya, bazen katmanlar arasından yukarı doğru sızarak en üstte yeni bir katman oluşturmuştu. Kayalar, katılaştıkça hayvan kalıntılarını hapsetmeye ve zaman içerisinde de onları fosilleştirerek katmanlarının derinlerinde saklamaya başladılar. Bu düzen şimdilerde Steno’nun jeolojiye sağladığı en ünlü katkısı olan “Steno’nun Üst Üste Birikme İlkesi” olarak biliniyor.
Karşılaştırmalı Anatomi: Andreas Vesalius
16. yüzyıla girildiğinde Avrupalı bilginler, insan ve hayvan anatomisi hakkında sadece yüzeysel bir anlayışa sahiplerdi. Tıp eğitimi verilen Bologna, Paris Üniversiteleri gibi bir avuç üniversitede profesörler, anatomiyi Bergama doğumlu Romalı hekim Galen’in kitabından okutuyorlardı. Galen, Aristo ve diğer Yunanlıların felsefi çalışmaları ile hayat boyu edindiği deneyimlerini birleştirmiş ve bu şekilde de sadece insan vücudunun yapısını açıklamakla kalmamış, nasıl çalıştığını da açıklamıştı. Profesörler artık incelenen vücuda bakmayı gerekli görmüyordu çünkü öğrenmeye değecek her şey Galen’in kitaplarında zaten bulunabiliyordu.
İNSAN VÜCUDUNU GÖZLEMLEMEK
Tüm bunları değiştiren, Galen’in çalışmalarının önemli ölçüde yanlış olduğunu fark eden anatomist Andreas Vesalius (1514-1564), kariyerine Paris Üniversitesi’nde “Galenizm”’i savunarak başlamıştı. Ancak Padua Üniversitesi’ne geçtiğinde, öğrencilerine anatominin ince detaylarını göstermek için, kadavraları kendisi kesmeye başlamıştı.Vesalius insan vücuduna aşina oldukça, Galen’in bazı noktalarda hatalar yaptığını fark etmeye başlamıştı. Vesalius daha ileri giderek, Galen’in çalışmalarında ciddi hataların olduğundan şüphelenmeye başladı. Vesalius daha sonra kendi keşiflerini içeren yeni bir anatomi kitabı oluşturma işine koyuldu. Daha sonraki 4 yıl boyunca Vesalius üzerine çalıştığı kitabına “De humani corporis fabrica libri septem” yani “İnsan Vücudunun Yapısı Üzerine Yedi Kitap” ya da daha çok bilinen şekliyle Fabrica adını vermişti.
Fabrica, Avrupa’da anatomi dalında yeni bir gelenek başlattı. Artık bu gelenekle anatomistler vücudu yeni bir kıta gibi keşfetmeye başladılar. Vesalius’un türler arasındaki önemli farklılıkları keşfetmesi de, araştırmacıların hayvanlar üzerinde çalışarak, onların benzerliklerini ve farklılıklarını araştırdıkları karşılaştırmalı anatomi bilim dalının gelişmesine yardımcı olmuştu. Süreç içerisinde araştırmacılar, insan türünün diğer birçok türden sadece biri olduğunu ve birkaç eşsiz kalıtsal özelliğe sahip olmasına karşın birçok kalıtsal özelliğinin de diğer hayvanlarla ortak olduğunu anlamaya başladılar. Vesalius’un Galen’e karşı duyulan körü körüne bağlılığı yıkmasından 300 yıl kadar sonra, Darwin de kendi evrim kuramı için bu büyük anatomi bilgi kaynağını kullanmıştı.