26 Aralık 2017 01:35

Sebzeden başkasını alamayanların hikayesi

Asgari ücret tartışmalarını hayatı borç ödemekle geçen bir işçiyle konuşuyoruz. 'Sebzeyle beslenmeye çalışıyoruz. Yani aza kanaat ederek' diyor.

Paylaş

Sinan CEVİZ
İstanbul

Asgari ücret tartışmaları sürerken akıllarda sürekli aynı soru, bir insan ailesi ile birlikte 1404 TL ye nasıl geçine bilir? Bu soruya asgari ücretle geçinenler de yanıt verebilmiş değil. Çeşitli yöntemler var tabi: Battaniye ile ısınma, meyve yememe, et tüketmeme... İşte bunlarla işçi ve emekçiler aldıkları üç kuruşla bir ayı tamamlamaya çalışıyor. Bırakın asgari ücretliyi, bir tık üstünde alan işçiler dahi geçimlerini sağlamakta zorlanıyor. 

Hal böyleyken işçiye fedakarlık çağrısı yapanlar ise sinirleri iyice geriyor. “Ne fedakarlığı kardeşim, daha canımızı mı alacaksınız” diye isyan ettiriyor işçilere. Bir yanda ekonomi büyüdü diyenlerin yüksek perdeden çıkan sözleri, diğer yanda açlıkla boğuşan milyonlarca işçi ve emekçinin çığlığı. 

Adana’dan İstanbul’a göç etmiş bir işçiyle sohbet ediyoruz. Ekmek parası kazanmak için geldiği gurbet elde yaşadıklarını anlatıyor. Muhafazakar bir ailede yetişmiş, namazında niyazında bir işçi olarak huzuru arayıp bulamayanlardan. Onun şu sözleri aslında milyonlarca emekçinin birebir olmasa da yaşadıklarının özeti: “Aldığımız maaş akşam eve gelmeden bitiyor, borçları ödeyince de geriye bir şey kalmıyor.” 

YÜZÜNÜ NEDEN KAPATIYOR?

Sadece onun sırtından çekilmiş bir fotoğrafını görüyorsunuz, sanki anlattıkları utanılacak şeylermiş gibi. Aslında yüreklice, başı dik şekilde anlatıyor yaşam hikayesini, onun anlattıkları utanılacak değil, aksine gurur duyulacak bir çabayı barındırıyor için de. Peki neden yüzü saklı, adı gizli?

Bir işçinin bu ülkede sendikaya üye olması fiilen yasak, üye olsanız işveren hemen kapı önüne koyar sizi ve bir işçinin bir basın kuruluşu ile fikirlerini paylaşması da aynı şekilde yasak. Adını ve çalıştığı firmayı açıklasa işinden olabilir. Elbette yasalarda böyle yasaklar yok ama fiilen işçilerin yaşadığı gerçek bu. Sendika mı dedin, fikir mi açıkladın, işçiler birleşsin mi dedin, hak mı istedin, eleştiri mi yaptın anında kapı önüne koyarlar. Ülkemizde iş mahkemelerinde bu gerekçelerle açılmış yüz binlerce işçi davası bunun bir göstergesi. Bu durum başlı başına ülkemizde ne kadar demokrasinin olduğunun göstergesi. 

NE YER, NE İÇER, NASIL YAŞAR

İlk sorumuz geçim oluyor ve daha çiçeği burnunda damadımız anlatıyor bir ucundan geçim meselesini: “Ben yeni düğün yaptım biliyorsunuz söylemesi ayıp 58 bin liraya mal oldu. Bunun 44 bini borç. Aslında tamamını borçla yaptım ama gelen takılardan bir kısmını ödedim. 30 bin lira bankadan kredi çektim faizi ile 40 bin lira ödeyeceğim. Takı da az geldi. Memlekette yapsak belki daha çok olurdu ama buradan oralara girmekde ayrı masraf olacaktı. Şimdi yıllarca ödeyeceğiz bu borcu yapacak bir şey yok. Filmler de oluyor ya düğün sonrası balayı, valla biz abimlerle kaldığımız evden dışarı çıkamadık. Çünkü gırtlağımıza kadar borçtayız.”

Ağabeyi de evli ve 4 tane yeğeni var üstelik bu kadar ekonomik zorluğa rağmen ev kredisi borcuna girmişler. 10 yıllık kredi ile ev almak işçilerin birçoğunun baş vurduğu yöntemlerden biri, sonrası ise malum. “Neden krediyle ev?​” diye sorduğumuzda yanıtı şöyle oluyor: “Ben bekarken abimle konuştuk. Bir ev alırız ileride onu öder bir tane daha alırız diye düşündük. Evi de 130 metre kare aldık olur da o arada ben de evlenirsem birlikte kalırız diye. Abim mesailerle 1900-2 bin arası ücret alıyor ben de 1700 TL alıyorum. Abimin aldığı maaşın 1700 lirası krediye gidiyor, benimki ile de geçinmeye çalışıyoruz. 4 yeğenim var 3’ü okuyor. Ben de evlenince evdeki nüfus 8 oldu. Hayatta hiçbir şey hesapladığımız gibi olmuyor tabii, mesela ben düğün öncesinde bir kredi daha çekmiştim. Abim hastalanmıştı iki ay ödeyemedi krediyi. Evin ihtiyaçları da oldu, gittim bir kredi daha çektim. Üstüne bir de düğün, şu anda 197 bin lira borcumuz var. Yani anlayacağınız çırpındıkça azalacağına artıyor. Oysa biz birini öder, bir ev daha alırız diye düşünmüştük.”

UMUTLA YAŞIYORUZ

Hayalsiz, iddiasız yaşayamaz elbette insan. Bu emekçi ailenin hikayesi de umut dolu, halen umutlarını yitirmemişler “Borçlar biter yeni ev alınır inşallah” diyor. Peki ısınma, beslenme, nasıl geçiniyorlar. Dinleyelim: “Valla 3 sene oldu biz kredi çekeli ama halen doğal gazı bağlatamadık. Çok soğuk olunca evde elektrik sobası yakıyoruz, onu da 15 dakika açıyor sonra kapatıyoruz. Böyle ekonomi yapmaya çalışıyoruz ama bu sefer de çocuklar hastalanıyor. Zaten çok beslenemiyorlar. Okula gidiyorlar günde bir lira veriyoruz. Allah’tan okul yakın. Meyve alamıyoruz, alsak da pazarın sonuna gidip ucuza bulursak alıyoruz. Mesela sadece elma alıyoruz. Daha çok sebzeyle beslenmeye çalışıyoruz. Yani aza kanaat ederek, her şeye elimizi uzatmayarak geçinmeye çalışıyoruz. Bir de ben her zaman olmasa da bal, ceviz bulabilirsem satıp ek iş yapmaya çalışıyorum.”

YİNE DE KESİN KONUŞMAYAYIM

“Yeni yıl yaklaşıyor ve var mı bir mesajın?​” diye sorunca herkes gibi barış dolu, mutlu, huzurlu ve bol kazançlı yıl diledi.  Söz dönüp dolaşıp Milli Piyangoya gelince “Haram milli piyango, kumar oynuyorsun netice de. Diyanetin de fetvası var zaten bu konuda” dedi. Bu kadar iddialı bir girişin ardından “İyi de sen hiç mi piyango almadın?​” diye çekine çekine sorabildim soruyu. İşte o an gülerek devam etti: “Valla haram diyoruz ama ben de aldım, 3 yıl üst üste aldım amorti bile çıkmadı. Dedim kendi kendime haram para ya ondan çıkmıyor. Ne yapalım bir umut işte bazen düşüyorsun bu duruma.” Peki bu yıl alınacak mı piyango bileti? “Bilmem düşünmüyorum ama yine de kesin konuşmayayım” diyor. 

İŞÇİLER HAKLARI İÇİN BİRLEŞMELİ

Büyüyen ekonomiden işçinin payına düşen hep açlık yoksulluk olunca bunun kabul edilmemesi gerektiğini düşünenlerden. “Asgari ücretten beklentin ne? Ne yapılmalı? Sendikalar ne yapmalı? İşçiler ne yapmalı?​” sorularımıza şöyle yanıt veriyor: “Devlet diyor işçi fedakarlık yapsın, biz daha ne yapalım. Şimdi Başbakan diyor ki ekonomi büyüdü. Ekonomi yüzde 11 büyüdü de hani payımıza düşen, bize büyüyen bir şey olmadı. Başbakana oldu, Bilal’e oldu, patronlara oldu. Şimdi bir de sendikalara bakıyorsun Türk-İş çıkıyor başka bir şey diyor, Hak-İş başka... Şimdi sendikalar dik durmalı. Milyonlarca işçi var, hepimiz bekliyoruz ki asgari ücret artsın. Bugün yaşam koşullarımız ortada, asgari ücret en az 2 bin 500-2 bin 600 lira olmalı. Olmalı ki insanlar geçinebilsin. Eee bunun için fedakarlık diyorlar. Bu milli mesele değil ki gidip fedakarlık yapalım, sadece hakkımız olanı istiyoruz. Onun için birlik olmalıyız. Milyonlarca işçi birlik olsa böyle havadan üfüremezler. Şimdi 2016’da ek zam istedik eylem yaptık aldık. Bunu bir çok fabrika yapmıştı. Eee şimdi 2017’de çok zam yapmış gibi oldular. O zaman insanlar sesiz kaldı ve anında eridi gitti. Enflasyon, zamlar derken paranın bir değeri kalmadı. Şimdi sesiz kalırsak 50 lira 100 lira yaparlar. Ama ekonomi ha bire büyüyor madem, o zaman hakkımızı almak için mücadele etmeliyiz. Size nasıl yaşadığımızı anlattım üstelik ben asgari ücretin üstünde alıyorum az da olsa. Hep aza kanat ediyoruz ama yine de yok, geçinilmiyor. O zaman hakkımız olan için birleşmeli mücadele etmeliyiz. Cahil olmayalım gerçekler ortada biriler zenginleşiyor, biz hep yoksullaşıyoruz. Araştıralım okuyalım ve kendi ekmeğimiz için bir şeyler yapalım. Risk almalıyız gerekirse işçiler risk almadan ekmeğini büyütemez. Birlik olmaktan korkmamamız lazım. Asgari ücreti ancak böyle büyütürüz ancak böyle soframıza meyve ve et koya biliriz.” 

ADİL BİR YÖNETİM GEREKLİ

Kudüs'ü, bölgede yaşananları ve tabii ülkemiz de olup bitenleri de konuşuyoruz. Söze ilk olarak Kudüs meselesinden giriyor ve diğer sorular Kudüs’e verdiği yanıta göre biçimleniyor.

“Elime silah verseler hiç düşünmeden cihat için Kudüs’e gider savaşırım. Cihattır orada tek çözüm, giderim hiç gözümü kırpmadan savaşırım bir tane bile öldürsem yeter. Ben ölsem de önemli değil, Cihat için seve seve veririm canımı. Orası dört dinin merkezi ama İsrail kalkıyor Küdüs’e el koyuyor bu İslamiyete hakarettir.” 

-Peki Türkiye, Türkiye’de de mi İslami yönetim olmalı?

-Türkiye’de cumhuriyet iyidir, çünkü dünyada İslamiyet sistemini yönetecek bir insan yok. Bizim ülkemizi yönetenler de bunu yapamaz. Bunların zaten ülkeyi nereye getirdiği ortada, sürekli batağa gidiyor ülke” diye yanıt veriyor.  

-Ama cemaatler var bir sürü? 

Ülkemiz de cemaatler menfaatleri için hepsi bir yere sırtını dayamış, ben hiç gitmedim cemaate, Allah bize akıl vermiş Ku’ran-ı Kerim var okuyor, ibadetimi yapıyorum. Allah muhafaza bir cemaate gidersin yarın FETÖ gibi olur. Farkında olmadan ülkeyi dinamitleyenlere hizmet edersin. Ben ibadetimi Allah’ın verdiği akılla yaparım, doğru olan budur. Ülke öyle oldu ki geçenler de bir imam kalkıp mahkemeye baş vurmuş imamlarda parti tutabilir diye. Hiç olur mu böyle bir şey. Dinin siyasetle ne işi var?

-Peki ülke yönetiminden memnun değilsin önerin ne?

Valla dürüst biri gelmeli. Cipras gibi mesela, kendi halkını düşünecek risk alacak biri. Halkımız artık uyanmalı bu iktidara dur demeli değiştirmelidir. Fazla bir şeye gerek yok. Herkes kendi cebime baksın, büyüdük mü, küçüldük mü görüp aklında tartsın, ona göre tercihini yapsın.

ÖNCEKİ HABER

Bize verdiğiniz asgari ücretle 1 hafta geçinebilir misiniz?

SONRAKİ HABER

İki asgari ücret de yetmiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa