Avrupa ABD’nin peşinden Suriye’ye saldıracak mı?
Avrupa'nın gündeminde bu hafta ABD ve Rusya arasındaki Suriye'ye saldırı gerilimi ve Fransa'da artan işçi, emekçi ve öğrenci eylemleri vardı.
ABD Başkanı Trump’ın Suriye’ye saldırı tehditlerinin peşinden ilk giden Avrupa liderleri İngiltere muhafazakar hükümeti ile sınıf mücadelesiyle kaynayan Fransa’nın Cumhurbaşkanı Macron oldu. Avrupa basını da hafta boyunca Suriye senaryolarını tartıştı.
İngiltere’de bakanlar kurulu, “parlamentoyu saf dışı bırakarak saldırı kararı alma” hakkını Başbakan Theresa May’e verdi. Ülkede “May ülkeyi savaşa götürecek mi?” sorusu tartışılıyor. Halk ise Irak ve Afganistan işgalini halen unutmuş değil, savaşa destek vermesi mümkün görünmüyor. Buna rağmen, Trump’ın açıklamasında sonra Suriye’ye saldırı somut bir seçenek olarak ortada duruyor.
Esad’ın kimyasal silah kullandığı konusunda kanıt aramadan “ikna olan” The Guardian gazetesi de, Suriye’ye askeri bir müdahale için ise hükümetin Irak ve Libya’daki yapılan hatayı tekrarlamaması uyarısı yaptı. Ancak “Esad’sız bir Suriye için girişimler yapılması gerektiği”ni de savundu.
ABD’NİN SURİYE İLE HEDEFİ NE?
Başbakan Angela Merkel’in olası bir Suriye saldırısına ülke olarak katılmayacaklarını açıkladığı Almanya için de Suriye’deki gelişmeler önemli bir gündem maddesi. Junge Welt’e yazan Reinhard Lauterbach, çatışmanın kaynağının ABD olduğunu ve gerçek hedefin de Suriye değil Rusya olduğu yorumu yaptı, “Suriye, araç ve sahne olarak kullanılıyor sadece, esas hedef değil” dedi.
FRANSA’DA EMEKÇİLER BİRLEŞİYOR
ABD ve İngiltere ile birlikte Suriye’ye askeri müdahale planları yapan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülke içinde ise tüm emekçi kesime yönelik sosyal saldırılarını topyeküûn gündeme getirmeye devam ediyor. Aylardır ülkenin her köşesinde irili ufaklı yürütülen hak savunma mücadeleleri demir yolu işçilerinin mücadeleye katılmasıyla ve birçok üniversitenin öğrenciler tarafından işgal edilmesiyle başka bir boyut aldı ve ülkenin gündemini belirlemeye başladı. Demir yolu işçi sendikaları her beş günde bir 2 gün grev yapma ve haziran sonuna kadar da bu takvime uyma kararıyla mücadele eden farklı cephelerin birbirleriyle dayanışmasının önemi emekçiler içerisinde gündeme geldi. 19 Nisan, 1 Mayıs, 5 Mayıs, 22 Mayıs ise şimdiden ilan edilen ortak mücadele günleri. Fakat bu arada hükümetin, özellikle çekindiği gençlik mücadelesine karşı şiddet kullanmaya başlaması, ateşin üzerine barutla gitmek olarak değerlendiriliyor. Aylık dergi La Forge’dan çevirdiğimiz yazı, mücadelenin dinamiklerine dikkat çekerken dayanışmanın önemine vurgu yapıyor.
DONALD TRUMP’IN PEŞİNE GÖZÜ KAPALI DÜŞÜLMEMELİ
The Guardian
Başyazı
Yakın tarihte yaşananlara bakıldığında, Britanya’nın Ortadoğu’ya askeri müdahale etme seçeneğini sadece gözden geçirebilmesi için bile olağanüstü olaylar ve koşullar gerçekleşmesi gerekiyor. Bu ülke (Britanya) Libya ve Irak’ta bir enkaz yaratılmasına katkı sundu. Bunlar yanlış kararlardı, başımızdakiler abartılmış felaket kehanetleriyle zaman harcadılar.
Çaresiz sivillerin katledilmesi Yeni Çağ’ın kötülüğünü tarif ediyor. Suriye’de iç savaş içinde yaşanan en son vahşet vicdanımızı rahatsız etmeli. Esad katil bir despot ve Suriye’deki hükmü insanlığa yönelik bir hakaret. Moskova ve Tahran iktidarları kendi çıkarı için Esad’ı korumaları topluca ayıplanmalı. Bunların hepsi, bezdirici vahşet içeren ve yedinci yılına girmiş bir savaşın özellikleri.
Şu an odak noktası kimyasal silahlar ve bu yüzden durum değişti. Suriyeli diktatör, kimyasal stokları yok ettiğini söyledi ama görüyoruz ki masum insanları katletmek için kullanılıyor. Üstelik tüm bunlar eski Rus ajanının (İngiliz kasabası) Salisbury’deki zehirlenmesinden sonra gerçekleşiyor. Birleşik Krallık’ın BM elçisinin söylediği gibi, “İngiliz bir kasabada veya Suriye’deki savaş bölgesinde de olsa hiç fark etmez, kimyasal silah mağduru olmaması gerekiyor.”
Britanya için bunların yeterli olduğunu ve Donald Trump’la beraber (Birkaç gün içinde hemen onarılan ve kullanıma giren) Suriye hava sahasına saldırmayı düşünmek yanlış bir yaklaşım olur. Bir şey yapılmamasının olası sonucunu olduğundan daha kotü göstererek, adeta kendilerini hipnoz eden hilekarlara basit bir askeri çözüm cazip geliyor.
Temkinli olmak için bir diğer sebep Trump. Trump’ın başkanlığının etik prensiplere uymak gibi bir iddiası hiç bir zaman olmadı, ve uluslarası meselelerde insan haklarına karşı aniden gelişen bu saygısını ciddiye almak zor. “Hayvan Esad’ın” “dehşet saldırısını” haykırdı ama aynı zamanda aklı kendi avukatının ofisine yapılan FBI baskınında kalmıştı. Tabii ki kafası karışır: Daha geçen hafta generallerinden Suriye rejimine karşı savaşan muhalif gruplara danışmanlık yapan 2 bin ABD askerini acilen çekmesini istemişti. Bu kadar utanmaz ve değişken bir kişiye dış politikasını bağlamaktan Britanya’nın kazanacağı çok az şey var. Gerçek şu; hava saldırıları ya da yoğun füze saldırısının göstermelik bir etkisi olsa da, ülkedeki mevcut askeri dengeyi değiştirmez. Tek bir saldırı savaşın sonucunu da değiştirmez.
Suriye yabancı mihraklar tarafından desteklenen güçler arasında bir savaş alanı. Esad’ın terör kampanyasını sürdürmesini ve kaybettiği bölgeleri tekrar ele geçirmesini sağlayan Rus hava kuvvetleri ve İran destekli askerlerdi. ABD tarafından desteklenen güçler IŞİD’i dağıttıktan sonra ülkenin kuzey-doğusunda, değerli petrol arazileri dahil, bir çok alanı ele geçirdi. Bu esnada Türkiye Suriye’ye girdi ve ABD tarafından desteklenen Kürtlerle karşı karşıya kaldı. Yani bölgesel çatışma birden alevlendi, bunun en son örneği İsrail ve İran arasında.
Britanya anlamsız çatışma yerine mantıklı ve cesaretli davranmalı. Suriye’nin yeniden yapılanması için Esad’ın gitmesi ve etnik arındırma girişiminin durdurulması gerektiği üzerinde durmalı. Bakanlar bölgedeki mültecilere insanı yardımı genişletmeli. Halk Suriyeli çocukların yaşadıkları zor duruma karşı duyarlı olduğuna göre, hükümet daha fazla (Suriyeli) çocuğun buraya gelip tehlikeden uzak yaşamasına izin vermeli. Askeri müdahale hiçbir zaman hafife alınmamalı. Suriye’deki iç savaşı çözümlemekte ilerlemek için kamuoyuna açık bir strateji dile getirilmeli. Böylece olası riskler ve kazanımlar tartışılır ve bir plan parlamento tarafından onaylanır. Bundan aşağısı riskli ve sonucu ağır olabilir.
(Çeviren: Çağdaş Canbolat)
ABD’NİN HEDEFİ SURİYE DEĞİL RUSYA
Reinhard LAUTERBACH
Junge Welt
Suriye'de söz konusu olan müzakere seçeneğinin kalmaması değil, bir tarafın -ABD- müzakereden yana olmaması. ABD, Şam’ın Duma’da kimyasal silah kullandığına inandığı ya da propaganda amacıyla bunu yaydığı için Suriye’yi cezalandırma hakkına sahip olduğunu düşünüyor.
Çatışmanın kaynağı ABD ve gerçek hedef de Suriye değil; Rusya’yı gözüne kestirmiş durumda. Trump, Çarşamba günü “Selam Rusya, füzelerimiz geliyor. Yeni, iyi ve akıllı roketlerimiz...” tweetini attı. Yapılmak istenen, Putin’in 1 Mart’ta dünyaya duyurduğu yeni roketlerin gerçekten var olup olmadığını anlamak. Suriye, araç ve sahne olarak kullanılıyor sadece, esas hedef değil.
Karşı taraf da farklı davranmıyor. Rusya, Beyrut’taki elçisi aracılığıyla Suriye’yi hedef alan füzelerin düşürüleceğini, atılma platformlarının da Rus saldırılarının hedefi olacağını duyurdu. Bu, Batı’dan gelen Suriye’ye saldırının (Rusya’ya) önceden haber verilerek Rus askerlerinin vaktinde çekilmesinin sağlanacağı mesajlarının reddedildiği anlamına geliyor. Suriye’ye yönelik her saldırı Rusya’ya yönelik olarak görülüp karşılık verilecek!
Rusya’nın açıklamasını Lübnan’daki elçisi gibi arka sıralardaki bir figür aracılığıyla yapması durumu yumuşatmak için müzakerelere hazır olduğunu gösteriyor. Moskova savaş istemiyor ve engellemek için Beyrut’taki kendi adamını ateşe atmaya bile hazır. Ama şimdilerde böyle bir çıkış yolunun kalmadığı görülüyor.
ABD’nin Suriye’ye yönelik tehditleri sadece Putin’in kişisel inanılırlığı ile ilgili bir kumar değil. Test edilen, Bertolt Brecht’in sözleriyle “yeni ruj sürmüş olan” Rus güzelerinin caydırıcılığı, savaş öfkesini durdurup durdurmayacağı. Suriye’de aynı zamanda ABD’nin sınırsız, uzaktan savaş kaabiliyetinin inanılırlığı da tartışma konusu.
Eğer Rusya, Amerikan Cruise füzelerinin bir kısmını bile vursa ABD uzaktan savaş stratejisi ile rezil olacak. Bu durumda ABD, kendi halkına yıldızlı bayraklarla sarılı çok sayıda tabutu teslim etmeye hazır olup olmadığını düşünmek zorunda. Eğer ABD, Suriye’ye yönelik saldırılarını çok az kayıpla gerçekleştirebilirse bu sefer de Putin rezil olacak. ABD’nin tehditlerini hayata geçirip saldırması halinde tek umut Putin’in 1 Mart’ta duyurduğu yeni silahların gerçek olması ve Batı’yı kötü şekilde şaşırtması.
(Çeviren: Semra Çelik)
FRANSA’DA GREV VE YÜRÜYÜŞ TAKVİMİ DOLUYOR
La Forge
Başyazı
Grevler ve yürüyüşler açısından nasıl ki mart dolu bir ay olarak geçtiyse, nisan ve mayıs ayları da dolu geçecek. Artık herkesin elinde grev takvimi var, demir yolu işçilerinin, öğrenci ve öğretmenlerin, lise ve üniversite idari çalışanlarının mücadele takvimleri belli oldu, 1 Mayıs perspektifiyle CGT’nin çağrısıyla 19 Nisan’da meslekler arası bir eylem günü gerçekleşecek, 5 Mayıs için ise öneriler masada ve üstelik bu tarihlerden önce ya da sonra daha bir çok sosyal buluşma da gündeme gelecektir.
Bu mücadele ortamı, emekçilerin enerjisinin haykırılmasına olanak sunuyor, onlara taleplerini savunma, greve gitmeleri açısından daha fazla cesaret veriyor. Carrefour’daki uzun yıllardır görünmeyen bir düzeyde gerçekleşen grev, tüm sendikaların katılımıyla Air France’daki grev, iş yerlerinde ücretler için yaşanan hareketlenmeler, yaşlı bakım evleri (EHPAD) ve hastanelerde devam eden mücadeleler… genel olarak esen direniş ve somut talepler dalgasının birer parçalarıdır. Hepsi de inşa edilen ve mücadelenin büyümesine katkıda bulunan güçler dengesi üzerinden yükseliyorlar.
Bu hareketler somut talepler üzerinden güçlenmeli ve nüfuz etmelidir. Zira, bu hareketlere katılan işçiler, bunlara önderlik eden militanlar sadece Macron ve politikalarını reddetmek ya da öfkelerini haykırmak istemiyorlar, kendi somut taleplerini kazanmak için mücadele ediyorlar. Bu harekette genişliği açısından yeni olan ve teşvik edilmesi gereken mücadelenin farklı cephelerinin birbirlerine gösterdiği ilgi ve dayanışmadır. Demir yolu işçileri Carrefour çalışanlarının eylemlerine desteğe geliyorlar, hastane çalışanları hareketlerini demir yolları işçilerine, bunlar ise sağlık emekçilerine anlatmak için birbirlerinin eylemlerine katılıyorlar. Kuşkusuz demir yolu işçilerinin başlattığı grev özel bir yer tutuyor ve en geniş kesimin desteğini görmeye ihtiyaçları var. Bu desteği almak için de (grevden etkilenen) toplu taşıma kamu servisinin kullanıcıları ile yüz yüze gelmek için bildiri dağıtmaktan çekinmiyorlar.
Sosyal elemeyi ağırlaştıran, üniversiteye girmeyi zorlaştıran bir reforma karşı öğrencilerin, öğretmenlerin, liselilerin, okulların idari personelinin eylemleri mücadeleye gençliğin dinamizmini, özellikle de üniversiteye kayıt yaptırabilmek için zor koşullarda çalışan, kendisi ve daha sonraki kuşaklar için buna rağmen üniversite kapılarının kapandığını gören emekçi kökenli gençlerin dinamizmini katıyor. Üstelik öğretmenler de, eğitimin yok edildiğini kınayarak hayata geçirilmeye çalışılan öğrenci seçimi mekaniğinin bir parçası olmayı reddediyorlar.
Hükümetin dayatmak istediği somut reformlara karşı mücadeleden hareket ederek her yerde bu reformalar tartışma konusu oluyor, yasa tasarıları derinlemesine inceleniyor. Bu arada işçi ve emekçi kitleleri, şehir ya da kırsal bölgelerde yaşayan genç veya yaşlılar için kamu hizmetinin gerekliliği ve önemi sorunu kendisini dayatan tartışmalardan birisi haline geldi. Toplu taşıma ya da sağlık-eğitim gibi kamu alanlarında çalışan bu kadın ve erkek işçiler, yıllardır programlı bir şekilde yok edilmeye çalışılan, bugün (Fransa Cumhurbaşkanı) Macron tarafından daha da ileri götürülerek ve daha kabaca tahrip edilen kamu hizmetini savunmak için yürüttükleri mücadeleler de en fazla tartışılan konular içinde. Bunlar memur statüsünü savunuyorlar. Bu konuda Macron savunmaya geçti ve durmaksızın tekrar edip duruyor: Kamu borçlarını ödememiz lazım… Bir hastane ziyareti esnasında ona seslenen bir hemşirenin bu borçlardan esas faydalananların bankalar olduğunu söylemesine şu cevabı verdi: Saçmalıyorsunuz.
Hep aynı sınıfsal hor görü, her zamankinden daha fazla olarak zenginlerin ve patronların cumhurbaşkanı olmaya devam ediyor, fakat sözcüsü olduğu neoliberal dogmaların mücadele edenler tarafından ne kadar derin bir düzeyde reddedildiğinin hâlâ farkında değil. Bu hemşire gibi, mücadeleye atılanlar Macron aracılığıyla esas olarak ülkeyi yönetenlerin ve politikalarını dayatanların mali oligarşi olduğunu görüyorlar. Bunların her alandaki politikasının temelinde büyük şirket ve bankalara öncülük vermek var, zira bunlara göre işçileri birbirleriyle rekabete sokabildiklerinde, en iyilerinin yükselmesini tertiplediklerinde ve el Khomri Yasası ve Macron iş kararnameleriyle bu mantığı uymayan işçileri işten atabildiklerinden dolayı performansları daha yükseliyormuş. Bu mücadeleler tartışma ve sohbetlere elverişli bir ortam yarattı: Daha fazla çalışmanın, bu politikanın, neleri getirip neleri götürdüğünün daha derinden anlaşılmasını sağlamak, hangi çıkarları savunduğunu, hangi çıkarlara karşı mücadele ettiğini, işçi ve emekçilerin çıkarlarının neler olduğunu, işçilerin mücadele örgütlerinin neler olduğunu, başta CGT sendikası olmak üzere mücadeleci sendikaların hangileri olduğunu tartışmalara açmak için daha fazla çaba sarf etmek lazım.
Bu çok yönlü sosyal mücadeleye karşı Macron, bakanları ve partisinin yöneticileri, kararlı olduklarını defalarca beyan ettiler. Hepsi ikiyüzlü bir şekilde sendikalarda görüşmelerin daha devam ettiği ve onların önerilerini beklediklerini belirtiyorlar, fakat tartışmaya kesinlikle açılmayacak kimi noktaların olduğunu belirtiyor ve ne olursa olsun reformu sonuna kadar götüreceklerini ifade ediyorlar, zira bunun için iktidara geldiklerini söylüyorlar. Macron ve (Başbakan) Philippe tüm mücadele cephelerinde kaba kuvvete başvurarak kendilerini dayatmak istiyorlar: Demir yolu işçilerine, öğrencilere, öğretmenlere, göçmenlere ve haklarını savunmak isteyen militanlara, “zadist”*lere karşı şiddete başvurmaktan geri durmuyorlar. İşgal edilen üniversitelerde öğrencilere karşı polis gönderiliyor, ki bunlardan önce genelde artık aşırı sağcılar buraları basıyorlar. Bu politikaya karşı, yürütülen mücadeleler etrafında işçi ve emekçilerin birliğini ve dayanışmasını geliştirmek lazım.
* Zadistler, Fransa’nın batısında Nantes şehri yakınlarında inşa edilmek istenen havalimanına karsı mücadele eden ve tabiatı korumak için bu bölgeyi işgal eden ve çoğu köylü olan militanlara verilen isimdir.
(Çeviren : Deniz Uztopal)