Macron-Trump kucaklaşması: Emperyalist romantizm
Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta, ABD Baskanı Donald Trump ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un resmi ziyareti ön plana çıktı.
Fotoğraf: ABD Hükümeti/Wikimedia Commons
Fransa’nın genç Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ABD Baskanı Donald Trump’ın ilk resmi devlet ziyaret davetlisi olarak üç günlük Washington ziyaretinde bulundu. Tüm dünyada en çok göze batan iki başkan arasında büyük bir yakınlığın olduğu görüntüsüydü. Macron’un, ABD Başkanını İran nükleer anlaşmasından geri çekilmemesi konusunda “ikna” etme ve Fransa’nın uluslararası ilişkilerde konumunu güçlendiren “yeni” bir ilişki inşa etme hedefleri vardı. ABD Senatosunda senatörlerin ayakta alkışladıkları bir konuşmasında Macron bu hedeflerini daha net bir şekilde ifade etti. Fakat oradaki tavır AB içinde yeni bölünmelere de gebe. Fransa’nın sağcı gazetesi Le Figaro madalyanın bu iki yönüne dikkat çekiyor.
Macron’un ABD ziyareti Almanya’da tartışılan konuların başında geldi. Merkel’e elini bile vermeyen Trump’ın Macron’a gösterdiği ilgi, kucaklaşmalar, ortak ağaç dikmeler, Macron’un Suriye’nin bombardımanına verdiği destekle ilişkilendiriliyor. Macron ise bu yolla Trump’ı “Yola getireceğini” ummuştu. Almanya’dan ARD’den çevirdigimiz yorumda Macron’un, Trump’ı İran’la imzalanan nükleer sözleşmesinin iptalinden vazgeçiremediği belirtilerek, bir zamanlar ABD’ye sevimli görünerek ayrıcalık elde edeceğine inanan Blair’in sonuna dikkat çekiliyor.
NEOLİBERAL SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜNÜ ENGELLEME GİRİŞİMİ
İngiltere’de yayımlanan Morning Star gazetesi de Macron-Trump ilişkisine değinemeden geçmedi. Gazete, Macron’nu “Liberal demokratlar için umut ve neoliberal siyasetin temsilcisi” olarak nitelendirdi. Özet olarak 2008’den beri kırılan neoliberal sistemin çöküşünü bir telaşla engellemek için Macron, Trump’la yakın ilişki içinde olduğunu söylüyor ve orta yolculuğun ekonomik içeriği, Thatcher politikalarını yansıtıyor.
ROMANTİZM İYİ DE DEVAMI NE?
Patrick SAINT-PAUL
Le Figaro
El ele tutuşmuşlar, öpüşüyorlar. Trump, Macron’un omzundan tutup dostça sıkıyor. Macron ise Amerikan Başkanının kulağına fısıldıyor. Bu kadar yakınlıktan da öte, asla bir Fransız Cumhurbaşkanı ve Beyaz Saray sakini arasında bu kadar dışa yansıyan bir yakınlık olmamıştı. İki ‘outsiders’ da (Kazanma ihtimali zayıf olan üçüncü şahıs) sistemi yendiler, beklenmedik bir yakınlaşma gerçekleştirdiler, Amerikalıların dediği gibi brother (kardeş) ve romance (romantizm) kelimelerin birleştirilmesinden oluşan “bromance” ilişkisi oluşturdular.
Peki bu toz pembe aşk Emmanuel Macron’un Donald Trump’ı İran nükleer anlaşmasını yırtmaması, Suriye’den Amerikan askerlerini çekmemesi ya da Avrupalılara karşı gümrük vergilerinin konulmaması konusunda ikna etmesini sağlayabildi mi? Bu çok düşük bir ihtimal. Ne yapacağının öngörülmesi zor olan ve “America First” (Önce Amerika) sloganının keskin savunucu Trump en önemli olan dosyalar konusunda ya hiç ya da çok küçük geri adımlar attı. Zaten Macron’un da herhalde bu konularda büyük bir umudu yoktu, fakat Washington’da “hatasız” parladı ve uluslararası arenadaki konumunu güçlendirdi. Çünkü Macron, ABD Kongresinde en prestijli kürsüye çıkabildi. Ayakta alkışlamalarla kesilen bir konuşmada kendisini aydınlanmış bir liberalizmin canlı örneği, yeni bir “çok taraflılığın” (multilateralizm) ve 21. yüzyılın dünya düzeninin keskin savunucu ve Donald Trump’ın antimodeli olarak tanıttı. Amerikan sisteminin kalbi olan Kongre bundan çok memnun kaldı. Fransız Cumhurbaşkanı, Obama döneminde (kongre) tepesinde etkili olan Alman Başbakanlarının yerini ele geçirdi. Merkel zayıflayınca, Macron Avrupa konusundaki düşüncelerini ilerletmek için, eski kıtanın sözcülüğüne soyundu. Peki bu strateji sonuç verir mi? Kısa vadede, var olan çizgileri oynatmak için öncü olarak şakırdayarak, ortak tavır belirleme fikrinin ağır bastığı bir kulüpte yalnız hareket eden kişi olarak görülme riskini almış oldu. Avrupa’da, artık Macron’un savunduğu, İran ile nükleer anlaşmanın yeniden müzakeresi fikri çoğunluğun savunduğu bir düşünce olmaktan çok uzak. Başka başkentler de olduğu gibi Berlin’de de buna karşı çıkılıyor… Brüksel resifleri Amerikan Senatosundaki parlak başarıdan çok uzak değil.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
RiSKLi KUCAKLAŞMALAR
Thorsten TEICHMANN
ARD
Fransız Cumhurbaşkanı Macron, aradaki birçok ideolojik farklılığa rağmen Amerikan başkanlarını tuzağa düşürebileceğini sanan ilk Avrupalı değil. Bildiğiniz gibi daha önce de İngiltere Başbakanı Tony Blair, George W. Bush zamanında aynı yoldan gitmişti.
Blair, ABD’nin Irak’a saldırısı ve Saddam’ı devirmesine verdiği destek karşılığında Washington’da İngiltere’nin etkisini arttıracağını düşünmüştü. Hiç de öyle olmadı. Şimdi Macron da önceden hesaplı, tuzak mahiyetindeki sevgi gösterileriyle AB ile ABD arasındaki problemleri çözemeyecek veya İran’la atom sözleşmesini kurtaramayacak.
Macron ve Trump’ın ortak yanları ikisinin de iktidara geleneksel politik çevrelerin dışından gelmiş olması. Fransız cumhurbaşkanı geçen yıl, Amerikalıların askeri törenlere duyduğu ilgiyi bildiğinden, Trump’ı ulusal bayramlarında Fransa’ya davet etti. İadeiziyarette Beyaz Saray bahçesinde dostluk bayrakları dalgalandı, bol bol kucaklaşıldı, Trump Macron’un omuzundaki kepekleri temizledi ama görüş farklılıkları sona ermedi. Bu ziyarette de Fransa, daha doğrusu Avrupa, İran’la imzalanan nükleer sözleşmesinin iptal edilip edilmeyeceği konusunda Trump’la pazarlığa hazır olunduğu mesajını verdi. Macron, İran’la sözleşmeye ek yapılması konusunda görüşme yapılması önerisinde bulundu. Fransa, İngiltere ve Almanya, ABD Dışişleri Bakanlığı ile uzlaşma amaçlı bir taslak hazırladı. İran’la roket programı ve Tahran’ın Suriye ve Yemen başta olmak üzere bölgedeki etkisi üzerine görüşülmesi planlanıyor. Bunun ardından belki de İran’a yönelik yeni yaptırımlar gündeme gelecek.
Avrupalılar bazı can alıcı soruların cevabını verebilecek durumda değil. Örneğin yeni görüşmelerden çıkacak sonuçla eski atom sözleşmesi arasında ne gibi farklar olacak ve sonucun kötü olacağını bile bile İran neden görüşme masasına oturmak isteyecek? Bilinen tek şey Avrupalıların, Washington’dan kendilerine yapılan baskıyı İran’a yönlendireceği yani sadece aracı olacağı.
Avrupalıların bu duruma düşmesinin nedeni kendi hataları. Nükleer sözleşmesinin imzalanmasının ardından İran’la, ABD’den bağımsız, masaya oturup Tahran’ın bölgedeki durumunu görüşseler ve taleplerini dayatmayı deneselerdi bu hale gelmez, aracı durumuna düşmezlerdi. İster kabul edilsin ister edilmesin şimdiki durumda masaya oturmanın ana nedeni Trump’ın baskısı.
Yapılacak görüşmelere ikna etmek için ABD İran’a ne sunacak? Trump, bir sözleşmenin imzalanması için tarafların karşılıklı taviz vermesi gerektiğinin bilincinde mi? Taviz vermeye hazır mı? Ve varsayalım Avrupalılar İran’ı ikna etti, ya Trump yeni sözleşmeyi kabul etmez, tek başına yeni yaptırımları uygulamaya sokarsa ne olacak?
İşte o zaman Macron’un sevgi turundan komik görüntülerden, saçmalıktan başka bir şey kalmayacak. Hatırlatalım: İngiltere Başbakanı Blair Irak savaşında ABD’ye boyun eğerek hiç ama hiçbir şey elde etmedi. Tam tersi, ikili görüşmelerde bile görüş farklılıklarını dile getirme yeteneğini gösteremediğinden “Bush’un finosu, Bush’un kucak köpeği“ olarak politik yaşamını bitirdi.
(Çeviren: Semra Çelik)
TRUMP-MACRON AŞKI LİBERAL SİYASETİ TEŞHİR EDİYOR
Morning Star
Başyazı
Batı basınında dolaşan Macron yanlıları, Fransız Cumhurbaşkanını liberal demokrasisini kurtarıcısı olarak görüyor ve ziyaretini ABD’deki meslektaşını ikna etmek ve (liberal demok-rasiyi) parçalamaması için bir misyon ziyareti olarak görüyor.
Paris ve Washington, İran’ın yaptırımlar programına yönelik “yeni” bir sözleşme girişimi, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 7 tane imzanın onayladığı programı, iki ülkenin yeniden, müzakere konusu etmesini makul bir şekilde eleştirdi. İki cumhurbaşkanının İran’ı Ortadoğu’da kontrol altına alma çabaları, gerçekliği kafa üstüne çevirmek gibi.
Morning Star (gazetesi), dine dayalı İran sisteminin savunucusu değil. Dünyanın en kötü insan hakları ihlallerinin yaşandığı, sürekli taciz ve zulmün olduğu; sendikacıları, feministleri ve adalet için kampanya yürütenleri cezaevlerine tıkayan bir ülke.
Ama Ortadoğu’nun istikrarını tehdit eden İran değil.
Yabancı başbakanları kaçıran ve rehin alan, ve aynı anda güneydeki komşusuna acımasızca savaş açan, cihatçı gruplara silah ve para yardımı yapan ve Suriye’yi Orta Çağ dönemlerine götürmek isteyen İran değil, Sudi Arabistan’ın ta kendisi.
Yasa dışı işgal ettiği bölgeyi sömürgeleştiren, haftalardır barışçıl protestoculara her cuma ateş açan ve Suriye’ye birkaç bomba atmak istediğinde keyfine göre komşusunun hava sahasını ihlal eden İran değil, İsrail’in ta kendisi.
Her şeyden önce gündelik hayatlarını sürdürmeye çalışırken sivillerin öldürüldüğü, insansız hava araçlarının cepheden çok uzak alanlarda çocukları öldürdüğü, siyahi insanların köle pazarlarında satıldığı, milyonlarca insanın hayatlarını kurtarmak için evlerinden yurt dışına kaçmak zorunda kaldığı ve terörist çetelerin denetlediği savaş alanına çeviren İran değil, bunların sorumlusu 2001’den beri Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’de bir sürü felaketle sonuçlanan saldırı ve müdahalede bulunan ABD.
Macron, kendisinden önceki Cumhurbaşkanı François Hollande gibi, daha önce Irak’ın çöküşünde Fransa’nın rol almamasına sebep olan çekingenliğini üzerinden attı, Trump ve İngiltere Başbakanı Theresa May’in delileri göz ardı etmesinden farksız bir tutumla bombardıman uçaklarını Suriye’ye gönderdi.
Medya alimlerinin Trump üzerinde olumlu etki yaratmasını umduğu adam, aslında ilerici demokrat liberallerin düşündüğünden çok uzak bir kişilik. Sağcı otoriter yönetim, sadece doğu Avrupa’da yaşanmıyor.
Fransız cumhurbaşkanı hükmetmeyi seven bir adam, mesela iş güvencesine ve işçi haklarına çok geniş saldırılar yapan ve parlamentoda tartışmamak için bir kalemde kararı bağlayan, kişi. Washington ziyareti haberlerinde Macron’un Trump’ın kocaman egosunu okşaması gerektiği söylendi, sanki Versay’da Güneş Kralına çağrı yapan ve kendisini Roma Tanrısı Jüpiter ile karşılaştıran mütevazı bir adam (Macron), ağırbaşlı bir tipmiş gibi.
(Macron) Fransa’nın kamu sektörüne savaş açmış durumda ve AB’den esinlenerek İngiltere’ye benzer bir şekilde demir yollarını rekabete dayalı ihaleye açmak istemesi, sonu gelmeyen ulusal grevlere yol açtı.
Ve Financial Times gazetesinin tarifince “ebedi bir olağanüstü hal” yaratan yasalar çıkardı, polislere vatandaşları rahatsız etme ve tutuklama için büyük yetkiler verdi, ve deliller bu güç, ırkçı polisler tarafından düzenli olarak suistimal ediliyor. Fransa’da, tüm Avrupa’nın toplamından daha fazla, vatandaş “güvenlik riski” olarak kaydediliyor.
Macron için liberallerin hevesinin bir tek sebebi var, 2008’den beri kırılan neoliberal sistemin çöküşünü bir telaşla engellemek.
Bu sözde orta yolculuğun ekonomik içeriği aslında tam Thatcher politikalarını yansıtıyor; siyasi yönü ile, yani Macaristan ve Polonya’da gördüğümüz prosedür ve hukukun üstünlüğüne karşı aynı itaatsizlik var.
Bu zehirli karışımlarla, Trump ve aşırı sağcılara karşı galip gelemeyiz. Sistemin kendisi değil, solcular biraz temiz hava almamızı sağlıyor.
(Çeviren: Çınar Altun)