ABD’nin, Avrupa’nın göğsüne dayadığı silah
Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta: ABD’nin kararları 'AB’nin göğsüne dayanmış silah' olarak nitelendiriliyor.
Görseller: Pixabay, düzenleme: Evrensel
Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, ABD’yi ziyaret ederek İran’la imzalanan nükleer antlaşmanın iptali ve ülkeye yönelik yaptırımlar konusunda görüş alışverişinde bulundu. Sonuç çıkmadı. AB ve Almanya’nın bundan sonra ne yapacağı bilinmiyor. ABD ile tek sorun İran değil, Trump’ın AB’den ihraç edilen çelik ve alüminyuma getirmeyi planladığı gümrük vergisi cezaları da sorun yaratıyor. ABD’nin kararları “AB’nin göğsüne dayanmış silah” olarak nitelendiriliyor.
İNGİLTERE VE ABD’NİN EN ÖZEL İLİŞKİSİ: SAVAŞ
Öte yandan İngiltere ve ABD arasında, “özel ilişki” olarak tarif edilen, bir tarihsel yakınlık mevcut. Bu yakınlık ise en iyi savaş politikalarında görülüyor. En çok Afganistan ve Irak işgalinde bu “özel ilişki” tartışıldı ve kamuoyu tarafından eleştirildi. The Guardian gazetesi Yazarı Owen Jones, bu haftaki köşe yazısında, Britanya’nın Trump ile yakınlığı (veya ABD) yüzünden Britanyalı gençlerin Afganistan’da anlamsız bir felakete gönderilmemesi ve buna karşı durulması gerektiğini yazıyor.
SENDİKAL MÜCADELE DE DÖNÜM NOKTASI MI?
Fransa’da emekçiler yaşanan tüm mücadeleleri birleştirmeyi hedefleyen 26 Mayıs (bugün) gösterisine hazırlıklarını tamamladı. Geçen hafta sayfamızda çağrısını yayınladığımız bu gösterinin çağrısı bir haftadır yoğun tartışma konularından birisi oldu. Özellikle de Fransa’nın en büyük konfederasyonu olan CGT’nin ülkenin neredeyse tüm sol partilerinin imzacısı olduğu bir çağrıya imza atması, sendikal mücadele açısından yeni bir döneme girilebileceğine dair tartışmaları da beraberinde getirdi. Zira, CGT’de, diğer işçi konfederasyonları gibi, 1990’lardan itibaren siyasi partilerden bağımsız kalabilme gerekçesiyle, hiçbir zaman siyasi partilerle ortak bir yürüyüş çağrısında bulunmamıştı. Uzun yıllardır sendikal hareket üzerine çalışma yapan bir akademisyenin kaleme aldığı yazıda, uzun yıllardır yaşanan yenilgilerden sonra güçler dengesi açısından sendikal cephede artık bir dönüm noktasına gelindiği fikrinin yaygınlaştığı savunuluyor.
GÖĞÜSE DAYANAN SİLAH
Jörg KRONAUER
Junge Welt
Almanya ve Avrupa Birliği (AB), ABD Başkanı Donald Trump’ın çelik ve alüminyum satışına getirmek istediği gümrük vergisi cezalarını püskürtebilir mi?
Brüksel ile Washington arasında bu konuda anlaşmaya varma şansı oldukça düşük. Geçen hafta AB devlet ve hükümet başkanları, Trump’ı planından vazgeçirecek bir teklif sundu. Karşılıklı olarak daha iyi koşullarla birbirinin pazarına girmenin sağlanması amaçlanıyor. Örneğin ABD otomobillerinin Avrupa’ya girişindeki gümrük vergileri düşürülecek. Dünya Ticaret Örgütü’nün reformları ve iki yanlı ihracat kurallarının basitleştirilmesi üzerine görüşülecek ve her ne kadar Rusya’dan boruyla gelen gazından üçte bir oranında pahalı olsa da ABD’nin hidrolik sıkıştırılmış gazı yaygınlaştırılacak. Bunun karşılığında Brüksel, Trump’ın 1 Haziran’da sona ereceğini duyurduğu gümrük vergisi muafiyetinin süresiz uzatılmasını talep ediyor. AB, göğsüne silah dayanmış biri gibi pazarlık yapmayacağının altını çiziyor. Eğer Washington tehditlerini geri çekerse görüşmelere ve tavizlere hazır olunduğu belirtiliyor.
Trump hükümeti buna yanaşmıyor. ABD Başkanı son teklifini, yapılması gereken gibi AB Merkez Bankası aracılığıyla değil de Berlin’le kavgalı Polonya hükümeti aracılığıyla iletti. AB’den ABD’ye ihraç edilen çelik ve alüminyumun 2017 yılındakinin yüzde 90’ına indirilmesi isteniyor. Buna da AB yanaşmıyor. AB Ticaret Komiseri Cecilia Malmström, Trump’ın teklifini yetersiz olarak niteleyerek, AB’nin de ABD’ye karşı gümrük vergisi yaptırımı uygulamasından, ilk kez çok ciddi olarak, söz etti. AB de ABD’den gelen viski, Harley-Davidson motorsikletleri ve portakal suyuna gümrük vergisi cezası uygulayabilir. AB’nin uygulamaya sokacağı gümrük vergisi cezası ABD’ye 1.4 milyar avroya mal olacak. ABD’nin AB’ye uygulayacağı ceza da tahminen 1.4 milyar avro.
Ancak Trump’ın tehdidi sadece çelik ve alüminyumla sınırlı değil, daha önce otomobil ihracına gümrük vergisi cezası getirme tehditiyle Almanya’yı hedef almıştı. Almanya, ABD’ye 2017 yılında 29 milyar avroluk otomobil ihracında bulundu. İşte bu tepesinde sallanıp duran Demoklesin Kılıcı nedeniyle, Almanya masaya oturmak zorunda.
AB ekonomi ve ticaret bakanları İran’a yönelik ABD yaptırımlarını da gündeme aldı. Berlin ve Brüksel, İran’la imzalanan nükleer anaşmayı kurtarmak ve Avrupa şirketlerinin İran’la ticaretini korumak istiyor. Ancak parasını ABD’de kazanan AB şirketleri Washington’ın yaptırımlarına uymak zorundalar yoksa cezalandırılacaklar. ABD’de elde ettikleri kazanç, İran’dakinden çok yüksek olduğundan İran’la ilişkilerini yavaş yavaş da olsa kesmeye başladılar. Örneğin Fransız petrol tekeli Total, dünyanın en büyük petrol sahasından büyük bir pay almak için İran’a yatırım yapmayı planlamış olmasına rağmen, ABD’de elde ettiği kâr çok yüksek olduğu için bundan vazgeçmeye hazır.
AB ekonomi ve ticaret bakanları bir çıkış yolu aradılar ama görünen o ki bulamadılar. Bir yandan ABD ile görüşmeler sürdürülerek İran’da aktif olan şirketlere uygulayacak yaptırımlardan vazgeçilmesi veya yumuşatılmasına çalışılacak, diğer yandan da ABD’de aktif olmayan şirketlerin (bu durumda olan şirketler sadece küçük ve orta ölçekli şirketler) İran’la ilişkileri teşvik edilecek. Bu hedefle Avrupa Yatırım Bankası aracılığıyla teşvikin yolu açıldı. AB Komisyonu, ABD’nin gümrük cezası uygulamasından etkilenecek firmaların tek taraflı kararlar almalarını, cezaya boyun eğmelerini de 1996 yılındaki Blocking Statue uygulamasını tekrar hayata sokarak engellemeyi amaçlıyor. Bunun hayata nasıl geçirileceği ise bilinmiyor. Örneğin Total, ABD ile arası bozulursa varlığını nasıl koruyacak?
(Çeviren: Semra Çelik)
TRUMP TALEP ETTİĞİ DİYE İNGİLTERE GENÇLERİNİ AFGANİSTAN’A GÖNDERMEMELİ
Owen JONES
The Guardian
Ne zaman öğreneceğiz? Daha kaç tane genç Britanya askeri, ABD başkanlarının emri üzerine, yurt dışında anlamsız felaketlerde katledilecek, sakat kalacak veya travmalar geçirecek? Irak ve Libya’ya (savaş) hazırlıklarında, savaşı eleştirenleri saf pasifistler ya da Batı’nın eski dostları Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi’nin kalpsiz işe yaramaz salakları olarak şeytanlaştırdılar.
Sonra ne oldu? Yüz binlerce insan öldü, milyonlarca kişi yaralandı ve yurtlarından kopartıldı, bu süre içinde cihatçılar ortaya çıkmaya başladı. İngiliz hükümetinin, Trump’ın Afganistan’daki asker sayısını ikiye katlama talebine boyun eğmesinin hiçbir mazereti olamaz. ABD tarihindeki en uzun süren Afgan savaşının tam bir felaket olduğunu biliyoruz. Beyaz Saray’daki megalomanyaklar için kan dökülüyor, faturasını İngiliz gençleri ödüyor ve bunların aralarında ergen yaşta olanlar da var.
Trump başkanlığı üstlenmeden önce, savaşı korkunç bir hata olarak nitelendirmesi de dikkat çekmişti.
Yapılan bir ankete göre, Britanyalıların yüzde 56’sı Afganistan’daki askeri müdahaleyi “yararlı” görmüyor, sadece yüzde 25’i aksi görüşü savunuyor. 456 İngiliz çatışmada öldü ve - bir araştırmaya göre- Afganistan ve Irak’ta görev yapan 220 bin personelin dörtte birinden fazlası yaralındı, hastalandı veya psikolojik sorunlar yaşadı. ABD bu savaşta trilyonlarca dolar harcadı; (savaş) Britanya için de, milyarlara mal oldu.
Peki bunca harcamaya karşı gösterebileceğimiz ne var ortada? On binlercesi sivil yüz binden fazla Afgan öldü, yine de hükümetin ülke topraklarının sadece yüzde 56’sı üzerinde hakimiyeti var. Taliban, tahminen ülkenin yüzde 70’inde aktif. Afyon üretimi geçen yıl rekor seviyeye ulaştı. Batı destekli eski Afganistan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai’ye göre, savaş başarısızlıkla sonuçlandı. “Dört bir taraftan daha fazla saldırıya uğruyoruz, daha fazla radikalleşme ve aşırılaşma var” diyor. “Afganistan’ın evlerini, Afgan halkını hedef alıp Afganistan’ın dışındaki bölgeleri, sığınakları hedef almadı” derken batıyı suçluyor.
Trump başkanlığı üstlenmeden önce, savaşı “korkunç bir hata”, “tam bir felaket” ve “tam bir israf” olarak tanımlamıştı. Şimdi sadece kendi genç vatandaşlarını bu “korkunç hata” için ölmek ve acı çekmek için göndermekle kalmıyor, bizim gençlerimizi göndermemizi talep ediyor. Trump’ı demokrasi ve barışa karşı demagojik bir tehdit olarak gören, sözüm ona ılımlı, mantıklı yorumcuların hepsi nerede? Seslerini yükseltecekler mi? Yoksa savaş isteyene kadar sadece yarı-faşist bir tehlike mi, ve ondan sonra, yeniden mantıklı bir devlet başkanı mı oluyor?
Trump’ın mağdurları çok az dikkate değer görünüyor. Yemen’deki batı destekli Suudi katliamı, ve orada Trump yönetiminde altı kat artan hava saldırısına ne demeli? Irak ve Suriye’deki Trump yönetimindeki hava saldırıları nedeniyle sivil ölümlerdeki yüzde 215 oranındaki artışa ne demeli? Trump’ın, işgal altındaki Filistin’deki şiddeti alevlendirmesine ne demeli? Bu adamın İngiliz savunma politikasını dikte etmesine izin verilmemeli. Trump talep ettiği için, hükümetin gençlerimizin hayatını rahatça hiçe saymasını izin verememeliyiz.
(Çeviren: Meryem Ülger)
FRANSA’DA DEMİR YOLU İŞÇİLERİNİN 2018 MÜCADELESİ, HAREKETİ BİRLEŞTİREBİLİR Mİ?
Sophie BEROU*
Humanite
Bugün dernek, sendika ve siyasi partilerin güç birliği ile gerçekleştirecekleri gösteri, geride kalan 20 yıla göre yeni bir okumayı gerektiren iki yeni nitelik taşıyor: Birincisi güçler dengesini lehine değiştirmek için yapılan taktiksel tercih, ikincisi ise derinden değişmiş yeni tarihsel koşullarda sendika ile siyasi partiler arasındaki ilişkilerin (yeniden) kurulması sorununu gündeme getirmesi.
Birinci okuma, toplumsal hareketin genişlemesi, özellikle de özel sektörlere yayılması, mücadele eden farklı sektörlerin ortaklaştırılmasında yaşanan zorlukları tahlil etme anlamına geliyor. Bugünkü koşullarda, bilindiği gibi, Devlet Demir Yolları şirketinde (SNCF), Air France (havayolu) şirketinde, üniversitelerde güçlü bir mücadele yaşanıyor. Maliye Bakanlığında çalışanların ve aylardır -inişli ve çıkışlı olarak- yaşlı bakım evleri olan Ehpad’lardaki mücadeleler sürüyor. 22 Mayıs’taki ortak grev gününün gösterdiği gibi kamu hizmetinde hoşnutsuzluk yüksek düzeylerde, keza aynı tespit devlet hastaneleri için de yapılabilir. Fakat tüm bu mücadeleleri, hiçbirinin özgünlüğünü yok etmeden ve tümünün ortak yönünü öne çıkartarak, nasıl birleştirmek gerekir? Ortak talepleri oluşturma zorluğu sendikaların çözmesi gereken devamlı bir sorun olarak sürekli gündemde oldu. Bu sorun 2016’da iş yasasına karşı mücadele esnasında, yasadan doğrudan etkilenmeyen memurların düşük hareketiyle gündeme geldi. Bugün ise tersi bir durum yaşanıyor, zira bu sefer de özel sektörlerden katılım düşük. İki durumda da greve başvurma daha da zorlaştı, zira bir yandan sosyal güvencesiz sözleşme oranı arttı, diğer yandan ise kolektif çalışmadaki zayıflıklar söz konusu. Bu koşullarda, (Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel) Macron’un temsil ettiği neoliberal siyasi projeyi teşhir eden büyük bir gösterinin gerçekleştirilmesi, büyük bir anlam taşıyor, zira geniş kesimleri çekmeyi mümkün kılıyor.
İkinci bir okuma ise sendikalizm ile siyasi partiler arasındaki olası ilişkilerin yeniden yapılanmasının tahlil edilmesine dairdir. CGT’nin (Genel İş Konfederasyonu) Ulusal Konfederal Komitesi’nin 26 Mayıs’taki “halk seli”ne katılma kararından bu yana, Konfederasyonun 1990’lardan itibaren tarihine damga vuran siyaset ile bağımsızlaşma süreci çizgisinden bir “kopuş” olduğuna dair birçok yorum yapıldı. Bu okumayı not etmek gerekir ve 1995’den bu yana iş yasasını, sosyal korumayı ve kamu hizmetlerini parçalamayı hedefleyen farklı karşı-reformlara karşı mücadele eden sendikal örgütler (CGT, FSU, Solidaires) içinde hükümeti geriletmek için gerekli güçler dengesinin nasıl oluşturulacağı sorusunun ne kadar can alıcı bir şekilde gündemlerinde olduğu üzerinde düşünmek lazım. Yukarıda vurgu yapılan taktiksel sorunlar daha geniş bir çağrıya katılma tercihini aydınlatıyor. Bu üç örgütün birçok militanı, uzun yıllar süren siyasi partilere bağımlı olmanın tehlikeleri üzerine yürüten iç kolektif tartışmalardan sonra, farklı tarihsel koşullarda artık, sendikaların eleştiri ve taleplerinin daha geniş vatandaş çevreleri içerisinde yayılmasını sağlayabildiği oranda, siyasi partilerle eşit bir düzeyde yeniden iş birliği yapmanın tasarlanabileceğini düşünüyor.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
*Lyon II Üniversitesinde siyasi bilimci