21 Haziran 2018 00:40

Sığınmacı Çocuk

Benjamin Zephaniah, 'Sığınmacı Çocuk' romanında savaş mağduru bir çocuk olan Alem ve ailesinin başına gelenleri okura sunuyor.

Benjamin Zephaniah'ın 'Sığınmacı Çocuk' romanı, Tonguç Ok'un çevirisiyle Kor Kitap'tan çıktı

Paylaş

Mehmet Fırat ÖKSÜZ
İstanbul

Kederli, yorgun ve umutsuz dünyanın, son bulmayan acılarından birini, yüreğimize ekilen bir umutla okuyoruz Sığınmacı Çocuk’ta . Ne sadeliğinden ne çarpıcılığından ödün veren diliyle, bizi Eritre-Etiyopya savaşının sıcaklığından hızla çekip, İngiltere’nin soğuk  caddelerinde adalet aramaya götürüyor Benjamin Zephaniah.

Savaşın, sömürünün, aç gözlülüğün ve nefretin namluya sürüldüğü  dünyada hepimizin bir gün mülteci olabileceğini hatırlatan kitap, emperyalizmin zincirlerine mahkum edilmiş Afrika’nın nasıl içten içe çürüdüğünü, devlet aygıtlarında hüküm süren çatışmacı ve katliamcı aklın, topluma nasıl hükmettiğini, gerici ve insani değerlerden yoksun fikirlerin, savaş atmosferinde nasıl Afrika  toplumuna yansıdığını da aklımıza kazıyor. Ancak öykümüzün çıkış noktası Afrika’da yaşanan korkunç ve umutsuz günler olsa da, varış noktamız  barış, dayanışma ve sevgi oluyor. Elbette buraya varana kadar kayıplar veriyoruz kitabın ana karakteri Alem’le birlikte. Alem, bir Afrika dili olan Amharikçede dünya anlamına geliyor. Yani aslında genç Alem, yaşadığı bütün acılara rağmen; yaşamaktan, öğrenmekten, iyilikten sevgi ve saygıdan şaşmayan bir insan olarak, tıpkı kendisi gibi bir “Alem’in” inancını, umudunu ve mücadelesini koyuyor; hem beynimize, hem kalbimize...  

ALEM’İ AYAKTA TUTAN DAYANIŞMA VE ÖRGÜTLENME

İngiltere’ye tatile geldiklerini düşünen Alem, bir sabah uyandığında babasının, kendisini İngiltere’de bırakıp ülkesine barışı getirmek için geri döndüğünü öğrenir. Artık ülkede tek başına kaldığını düşünürken, Mülteci Konseyi’nin desteği ve ilgisiyle güvenli bir şekilde ayakta durmaya devam eder. Her koşulda öğrenmeyi sürdürerek ve  okuyarak kendini geleceğe  hazırlamaktadır.  Ancak Alem’i ayakta tutan asıl güç ise  İngiltere’deki farklı milletlerden pek çok arkadaşının oluşturduğu dayanışma ve örgütlenme oluyor. Aslında Alem’i ayakta tutmakla birlikte, biz okuyucuyu da umutsuzluktan çekip çıkarıyor. Siz de gençlerle birlikte yürüyor, onlarla birlikte sloganlar atıyor, onlarla birlikte coşuyorsunuz. Bütün bu kötülüklerin ve iyiliklerin yapısına inecek olursak, geçirdiğimiz günlerde değinilmesi gereken noktaları görürüz.

Kitapta Alem’in babasının yurduna döndükten sonra bölgede savaşın kalıntıları arasında bir askerin  kopmuş kolunu gördüğünde, “Bu bir Eritreli’nin mi yoksa Etiyopyalı’nın mı parçası?​” diye sorunca, kendini ülkesinin ve dünyanın barışına adamış bir insanın dahi savaşın vahşeti karşısında insaniyetini korumakta zorlandığını görüyoruz. Onca katliamın, dehşetin fotoğrafının ufak bir kısmını kırpıp bize sunuyor Zephaniah. Ancak düşündükçe düşünüyorsunuz. O küçücük fotoğraf gözünüzde kocaman bir tabloya dönüşüyor. Çünkü sömürünün açgözlü çarkı durmak bilmeden dönüyor ve o çarkın içerisinde kimi eriteceği aslında hiç belli olmuyor. Yani hepimiz bir gün bir yolda giderken insanımızın bir parçasını görebiliriz. Gerçi bu topraklar çocuklarının parçalarını torbalara sığdıran anneleri gördü ya...

İNGİLTERE’Yİ BIRAKIP YURDUNA DÖNMEK İSTİYOR

Kitapta dikkat çeken bir diğer nokta ise Alem’in İngiltere’yi bırakıp yurduna dönme arzusu. Toplumunda refah seviyesinin yüksek olduğu yansıtılan İngiltere’de dahi Alem; ülkesini, evini, okulunu, arkadaşlarını özlüyor. Çatışmanın, yoksulluğun, işsizliğin hak ihlallerinin kol gezdiği Türkiye’de de ana akım medya ve siyaset yoluyla ya da toplumun bizzat düşüncesi olarak mültecilerin artık “Rahatı buldukları” anlayışı hakim. Peki kim rahat? Ülkenin içindeki rahat değilken sınırın dışından gelen nasıl rahat olsun? Ki yaşamları siyasetçilerin iki dudağı arasında olan, can güvenlikleri medyanın  ırkçı söylemine kalmış olan bu insanlar, nasıl rahat olurlar? İşte kitabın en güzel yanlarından birisi de, sizlere hikayeyi yalın bir biçimde, hiç yormadan anlatırken bir yandan da bunları düşündürüyor olması.

ALEM’İN DOSTLARIYLA BİRLİKTE KAZANIYORSUNUZ

Kitap İngiltere gençliğinin içindeki farklı kesimleri de aktarıyor. Hikayemizin  bir bölümünde karşımıza çıkan -klişeleşmiş bir sahne olsa da- zorba çocuklar, Alem’in kendilerine hizmet etmesini istediklerinde, onun dik duruşuyla karşılaşırlar ve kavga başlar. Ancak bu klişe sahne, güzel bir mesajın aracısı olmuştur. Çünkü Alem görmüştür ki “Bu insanlar kavgacı olsalar da toprak, adalet ya da inançları için dövüşmüyorlar, patates kızartması için dövüşüyorlar.” Elbette bu kötü resim gençliğin içine düşmüş olduğu tüketim toplumunu temsil etmek için kullanılmış. Ancak bu bilindik temsili şimdilik bırakalım bir köşede. Bize asıl lazım olan Batı gençliğinin içinde gelişen direniş kültürünün temsili olarak, Alem’in arkadaşlarının büyüttüğü dayanışma ve mücadele.  Büyük bir hız, heyecan ve gönüllülükle arkadaşları için adalet arayan gençliğin ilmek ilmek ördüğü dayanışma karşısında Alem ve babasının şaşkınlığına katılıyor, heyecanlanıyor, umutlanıyor ve birlik olunca güçlü olunabildiğini hissediyorsunuz. Ve kazanıyorsunuz Alem’in dostlarıyla birlikte.

Ancak kitapta yer alan ve aynı zamanda bu yazınında başlığı olan şu 3 harf, yanına kondurulmuş soru işareti ile içinde çok fazla şey saklıyor. Son? Son mu? Sonu gelecek mi? Ne zaman gelecek? Nasıl gelecek? Daha birçok soruyu yan yana getirip, “son”una soru işareti bırakabiliriz...

 

ÖNCEKİ HABER

CHP seçmeni: Mecliste HDP, HDP seçmeni: İkinci turda İnce

SONRAKİ HABER

Selahattin Demirtaş Evrensel'e konuştu: Meclis değil Erdoğan tıkanır

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa