30 Ekim 2018 13:12

‘Merkel dönemi’nin kapanması ne anlama geliyor?

Almanya’da Merkel'in partisi CDU ve SPD güç kaybetmesi sermaye başta olmak üzere pek çok kesimi tedirgin etti. Erken seçim olasılığı artmış durumda.

Fotoğraf: Abdülhamid Hoşbaş/AA

Paylaş

Yücel ÖZDEMİR
Köln 

Almanya’nın köklü iki büyük partisinin oylarının ülke genelinde de yüzde 50’nin altına düşmesi, başta sermaye olmak üzere pek çok kesimi tedirgin etmişe benziyor. Bu durumda erken seçim olasılığını artırıyor.  

20 Nisan 2000’den beri muhafazakar Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin genel başkanlığı, 2005’ten beri de başbakanlık koltuğuna oturan, pek çok kez “Avrupa ve dünyanın en güçlü kadını” unvanlarını alan Angela Merkel’in dönemi kapanıyor.

Geçen yıl yapılan genel seçimlerde yüzde 8,6 oy kaybıyla, yüzde 32,9 oy alan CDU, seçimlerden birinci parti olarak çıkmasına rağmen ağır bir yara almıştı. Ancak buna rağmen tarihindeki en düşük oyu (yüzde 20,5) alan Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile koalisyon ortaklığı sayesinde Merkel, bir kez daha başbakanlık koltuğuna oturmaya devam etti.

Ne var ki, hem CDU ve Bavyera eyaletindeki kardeşi Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) hem de SPD’nin, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en düşük oyu alması, Merkel’in işinin hiç de kolay olmadığını gösteriyordu.

İki büyük parti, tarihi açıdan neden dibe vurduğuyla ilgilenme, bu noktada doğru çözümler bulma yerine, hiç bir şey olmamış gibi koalisyon ortaklığını kurarak yollarına devam ederken, ekim ayında yapılan iki eyalet seçimi bunun ağır sonuçlara yol açtığını gösterdi.

İKİ AŞAMALI GERİ ÇEKİLME PLANI

Önce 14 Ekim’de Bavyera, sonra da 28 Ekim’de Hessen eyaletlerinde hem CDU/CSU hem de SPD yüzde 10’dan fazla oy kaybedince, Merkel iki aşamalı geri çekilme planını devreye koydu. İlk etapta parti başkanlığını bırakmaya karar verdiğini duyurdu. Önümüzdeki Aralık başında Hamburg’da yapılacak genel kongrede Merkel’in yerine, yeni bir isim CDU’nun başına geçecek.

Geçmişte parti başkanlığıyla başbakanlığın ayrı kişilerde olmasına karşı çıkan Merkel, şimdi bir sonraki genel seçimlere kadar başbakanlık koltuğunda oturmaya niyetli. Basında yer alan haber ve yorumlara bakılırsa Merkel yaz öncesinde bu planı uygulamaya karar vermiş ve yakın çevresiyle paylaşmış.

Ancak, parti içerisinde plana karşı önemli bir direnç var ve Merkel’in başbakanlığı yeni genel başkana bırakması gerektiği ilk günden itibaren ifade edilmeye başlandı. Merkel, parti içerisindeki en büyük yenilgisini de kısa bir süre önce meclis grubu başkanlığı sırasında yaşamıştı. Önerdiği Volker Kauder grup başkanı seçilememiş, yerine daha sağ çizgideki Ralph Brinkhaus seçilmişti.

CDU NEDEN OY KAYBEDİYOR?

2005’ten beri başbakanlık koltuğuna oturan Merkel ve partisinin güven ve oy kaybetmesinin bir değil, bir kaç nedeni bulunuyor. Bunların başında elbette CDU/CSU’nun sağında yeni bir popülist-milliyetçi-ırkçı partinin (Almanya için Alternatif-AfD) çıkmasıdır. CDU/CSU tabanındaki koyu muhafazakar, milliyetçi seçmenlerin bir bölümünü bu parti kazandı. Seçim stratejisini sığınmacı, göçmen ve İslam düşmanlığı üzerinden kuran AfD, çare olarak da sürekli “Merkel istifa!”yı öne çıkardı. Bu nedenle Merkel’in parti genel başkanlığından istifası en çok bu partiyi sevindirdi.

2015’te Balkanlar üzerinden gelen sığınmacılara insani amaçla kapıları açan ve “Başarabiliriz” diyen Merkel, bu tavrıyla uluslararası düzeyde övgü almakla birlikte, içeride sağ popülistler tarafından hedef haline getirildi, gittiği her yerde protesto edildi. Genel olarak toplumda gerilimi değil bir arada durmayı savunan, bu nedenle de ırkçı partilerin söylemlerine kapıyı kapan Merkel’in en büyük hatası ise bu partiye karşı etkili bir mücadele sürdürmemesi oldu. Parti tabanındaki muhafazakar kitlelerin sağ popülist görüşlerden etkilenmesinin önüne geçmenin en önemli yolunun onların öne çıkarmış olduğu demagojik söylemleri boşa çıkarıp, parti tabanını ortaya koyduğu politikaya inandırması gerekiyordu. Bunu yapmak yerine parti içindeki sağ kanat ile de uzlaşma yolunu tercih etti. Kendisini eleştiren sağ kanat temsilcilerinden Jens Spahn’ı sağlık bakanlığına getirerek uzlaşma yolunu tercih etti.

Diğer en önemli neden ve asıl nedeni ise ülkenin en önemli sorunu yoksulluk, düşük ücretli işler, yaşlılıkta yoksulluk gibi konularda somut bir adım atmadı. Dolayısıyla halk arasında yıldan yıla yükselen gelecek korkusu, belirsizlik ve endişe artarak devam etti. AfD’ye oy verenlerin önemli bir bölümünün bu korkulardan ötürü artık CDU’yu tercih etmediği biliniyor. 

DAHA SAĞDA BİR CDU ÇARE Mİ?

CDU/CSU’nun fazla oy kaybetmesini Merkel’in izlemiş olduğu liberal-Hristiyan değerleri üzerinde durmaya bağlayan parti içindeki muhafazakar kanadın önemli isimler, sağ popülist partiye kaptırılan oyların ancak partinin daha sağa kaymasıyla engellenebileceğini savunuyorlar. Başka bir değişle AfD’nin kullandığı argümanların önemli bir bölümünün CDU/CSU tarafından üstlenilmesi durumunda partideki çözülmenin durdurulabileceğini savunuyorlar. Bu nedenle, başta muhafazakar Frankfurter Allgemeine Zeitung ve Bild gazeteleri olmak üzere, değişik kesimler Merkel ile kavga ederek aktif siyaseti bırakan Meclis Grubu eski Başkanı Friedrich Merz’in ismini genel başkanlık için ısrarla gündemde tutuyorlar. Açıktan pervasız neoliberal politikaları savunan, sendika düşmanlığını yapan Merz’in başkanlık koltuğuna oturması durumunda CDU’nun bugünkünden daha sağda olacağı açık.

Alman sermayesinin tercihinin Merkel’in çizgisini sürdürecek şimdiki genel sekreter Annete Kramp-Karrenbauer ya da Kuzey Ren Vestfalya Başbakanı Armin Laschet olmadığı anlaşılıyor. Merz’e çok fazla desteğin gelmesi durumunda aşırı muhafazakar çizgideki Sağlık Bakanı Spahn’ın öne çıkarılması kuvvetle muhtemel. Spahn, bir süre önce ABD’ye yaptığı ziyaret sırasında Beyaz Saray’da da karşılanmıştı. Spahn’ın CDU’nun başına geçmesi aynı zamanda aşırı sağ dalganın bu partiyi de içine alması anlamına gelecek.

Ne var ki CDU/CSU’yu daha sağa kaymak da kurtarmayacak. Eğer bu çare olsaydı, Bavyera’da sağcılıkta AfD ile yarışan CSU yüzde 10 oy kaybetmezdi.

ERKEN SEÇİM SENARYOLARI

Almanya’nın köklü iki büyük partisinin oylarının ülke genelinde de yüzde 50’nin altına düşmesi, başta sermaye olmak üzere pek çok kesini tedirgin etmişe benziyor. Bu büyük partilerin daha fazla güç kaybetmemesi için erken seçim olasılığı gittikçe artıyor. Zira bu şekilde bir sonraki genel seçimlere (2021) kadar gidilemeyeceği güçlü bir olasılık olarak görülüyor. Zira koalisyonun diğer ortağı SPD’deki çözülme de giderek derinleşiyor.

İki büyük partinin güç kaybetmesinden en çok faydalananın Yeşiller ve AfD olduğu göz önünde bulundurulduğunda, muhtemel bir hükümete Yeşiller’in dahil olması en güçlü olasılıklardan birisi olarak görülüyor. AfD’ye tepki duyan, liberal ve hümanist değerlerin korunmasını isteyenler, önümüzdeki dönemde de Yeşiller’i tercih etmeye devam edecekler. Günümüzde hem SPD’den hem de CDU/CSU’dan kopanların kendisini bulduğu bir parti haline gelen Yeşiller’in AfD ile nasıl bir mücadele yürüteceği ise belirsiz. Büyük partilerin, özellikle de SPD’nin güç kaybetmesinden yararlanması gereken Sol Parti’nin ise mevcut haliyle bir çıkış yapması zor görünüyor.

SİYASİ İSTİKRARSIZLIK DÖNEMİNE DOĞRU

Almanya’da Gerhart Schröder’in başlattığı, Angela Merkel’in olduğu gibi sürdürdüğü düşük ücretli işler, işsiz kalanların bir yıl sonra yoksullaşması anlamda gelen Hartz Yasaları’nın uygulanmasıyla halk arasında gelecek konusunda büyük bir endişe ve tedirginlik yaşanıyor. Buna 2015’te ülkeye giriş yapan 800 bin kadar sığınmacı da eklenince, korku ve endişeler derinleşerek devam etti. Resmi rakamlara göre işsizlik tarihinin en düşük seviyesinde olmasına rağmen yoksulluk, kiralık işçilik artarak devam ediyor.

Bütün bunlar burjuvazi için siyasi istikrarın sembolü olarak görülen ülkenin iki büyük partisinin hızla güç kaybetmesine neden oldu. Kısa zamanda eski istikrarın bulunması zor görünüyor.

Gelişmeler bu şekilde devam ederse Yeşiller, bütün bu tartışmalar arasından sıyrılıp bir sonraki hükümette güçlü bir ortak orak potansiyeli taşıyor. Ancak Yeşiller’in içinde olduğu bir hükümetin de ülkenin ağırlaşan sorunlarına çare olabilecek düzeyde değil. Bu nedenle siyasi açıdan belirsizlik ve istikrarsızlık kısa sürede giderilebilecek gibi görünmüyor.

Bu durumun AB’ye de yansıması kaçınılmaz görünüyor. Güçlü ülke ve istikrarlı hükümet avantajıyla AB’de bugüne kadar sözünü geçiren Almanya’nın işi eskisi gibi kolay olmayacak. Farklı çıkarları olan ülkeleri siyasi açıdan istikrarlı olmayan Almanya’nın bir arada tutması artık öyle kolay olmayacak. Bu nedenle Merkel döneminin kapanmasının AB çapında da yaratacağı sarsıntılar olacaktır.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

EMBA Termik Santrali davasında iklim değişikliğine dikkat çekildi

SONRAKİ HABER

Endonezya’da düşen uçaktaki yolcuları arama çalışmaları sürüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa