05 Ocak 2019 01:10

Fransa’da Macron saldırı yeleğini yeniden giyiyor

Macron, yoksulun cebinden alıp zengine dağıtmaya devam ediyor.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Fransa’da ‘Sarı Yelekliler’ hareketi üzerinden patlak veren sosyal öfke daha dinmemişken, Emmanuel Macron yeni bir sosyal saldırının altına daha imza attı. Bu sefer hedef tahtasında olanlar işsizler. Yeni istihdam yaratamazken Macron ve hükümeti işsizlik verilerini düşürmek için işsizlerin en kötü ve geçici işleri kabul etmelerini neredeyse zorunlu hale getiren kararnameye imza attı. Humanite gazetesinden çevirdiğimiz makalede bu önlemler incelenirken, işsizlik kasasından yapılacak 4 milyar avro “tasarruf”un servet vergisinin iptal edilmesiyle devlet kasasından azalan miktara tekabül ettiği vurgulanıyor. Macron, yoksulun cebinden alıp zengine dağıtmaya devam ediyor.

İNGİLTERE VE ALMANYA’DA GÖÇ TARTIŞMASI

İngiltere İçişleri Bakanı, Sajid Javid, savaştan, yoksulluktan veya zor koşullardan dolayı İngiltere’ye deniz yoluyla ulaşmaya çalışan mültecileri engellemek için Güney Afrika’daki tatilini kısa kesti ve canlı yayına bağlanarak ülkede “mülteci krizi”nin olduğunu iddia etti. The Guardian Yazarı Afua Hırsch, bakanın tutumunu sert bir dille eleştirdi ve bu çıkışın İngiltere’nin iki yüzlülüğü hikayesi olduğunu ifade etti.

Almanya’nın Amberg kentinde alkollü mültecilerin sözlü ve fiziki saldırısı, iltica politikasıyla ilgili tartışmaların alevlenmesine bahane oldu. Ruhr Bölgesi’ndeki Bottrop’ta bir Alman’ın arabasını yılbaşı kutlaması yapan mültecilerin üzerine sürmesi ise bireysel davranış olarak kamuoyuna yansıtıldı. Süddeutsche Zeitung gazetesi, “Mülteciler şiddet uygularsa olay hemen politikleştiriliyor, Bottrop’taki yabancı düşmanı saldırı ise politika dışı değerlendiriliyor. Bu hem yanlış hem tehlikeli” uyarısı yaptı.


FRANSIZ HÜKÜMETİ İŞSİZLİĞE DEĞİL İŞSİZLERE SALDIRIYOR

Celine ROUSSEAU
Humanite

2019 yılı işsizlere yönelik eşi görülmemiş bir baskı ile başladı. Fransızlara yeni yıl mesajında (Cumhurbaşkanı) Emmanuel Macron, bir defa daha tembellikle suçladığı işsizleri hedef aldı, “Hükümet gelecek aylarda işsizlik ödentisinin kurallarını değiştirme çalışmasına devam ederek işe dönmeye daha fazla teşvik etmelidir” dedi. 

Bir gün önce, Mesleki Gelecek Yasası’nın resmi gazetede yayımlanan uygulanma kararnamelerinden birisi, iş arayanlara yönelik cezalandırmaların eşi görülmemiş bir şekilde sertleştiğini ortaya koydu. Sanki geçen mart ayında Çalışma Bakanı’nın sunduğu (işsizlere) yönelik cezalar yetmiyormuş gibi, iktidar, kriminalize etmede bir üst aşamaya geçmeye karar verdi. İlk önce İşsizlik kuruluşu (Pole emploi) danışmanı ile bir randevuya gitmeme durumu işsizlik listesinden 15 gün silinmeyi öngörürken, bu sürenin iki aya çıkartılması planlandı. Nihayetinde ise yayımlanan kararnamede işsizler listesinden silinme bir aya çıkartıldı, iki randevu kaçırıldığında iki ay, üç randevu kaçırılırsa ise işsiz 4 ay işsizlik listesinden silinecek. Cumhurbaşkanının kırıcı sözleri ile iş bulmak için “Sokağın öbür tarafında geçmeleri yeterli” olan işsizlere baskı, istatiksel verileri düşürme amaçlı artırılıyor.

FİŞLENME VE DENETLEME ARTACAK

Böylelikle iş aramada yetersizlik ya da makul iki iş teklifini reddetme daha ağır bir şekilde cezalandırılacak, işsizin hakları tamamen iptal edilecek. İşsizlik kurumunun yayımladığı bir araştırmaya göre, işsizlik maaşı alanlar için de yapılan bir denetlemede yüzde 8’in aktif bir şekilde iş aramadığı ortaya çıktı. CGT’nin işsizler örgütlemesi olan CGT-Chomeurs Genel Sekreteri Tenessee Garcia’ya göre, “Bu oran 2017’de 550 bin kişinin işsizler listesinden silinmesinin nedeni olmuştu, fakat hükümet bu konuda daha da sertleşmeye karar verdiğinden bu oran artık daha da artar”. Ona göre “İş aramada yetersiz olma kriteri kesinlikle belirgin değil, böylelikle tüm işsizler işsizlik listesinden silinebilinir!”

İşsizleri zorla istihdam bununla sınırlı değil. Yayımlanan kararname “Makul bir işin belirlenmesinde çalışırken alınan maaşın dikkate alınması” kriterini ortadan kaldırıyor. İşsiz, önceki maaşından daha düşük ücretli de olsa kendisine sunulan ilk işi kabul etmeye zorlanıyor, aksi takdirde işsizlik haklarını kaybedecek.

Denis Gravouil’a göre yürürlüğe sokulan model açıkça Alman modelidir: “Ren’in ötesinde küçük işlerde çalışanlarda olduğu gibi, sosyal güvencesi olmayan ve en kötü işleri kabul etmek zorunda olan birçok işçiyle yüz yüze kalacağız”. Yanı sıra fişleme ve denetleme yöntemleri de daha da ağırlaşacak. 2019’un yarısından itibaren iş arayanların yaptıkları müracaatları internet defterlerine yazma zorunluluğu ülkenin iki veya üç bölgesinde başlatılacak. Denetlemekle görevlendirilmiş danışmanlar tugayının sayısı da artmaya devam edecek. Bunların sayısı 2015’te 200 kişiden 2020’de 1000 kişiye çıkartılacak, fakat 2019 yılında işsizlik kurumunda çalışan 1300 kişinin işine de son verilecek.

Tepkilere karşı İlerleyen Cumhuriyet (Macron’un partisi) sözcüsü olan Milletvekili Aurore Bergé, işsizliklerin devamlı hedef alınmasını haklı göstermeye çalıştı. Ona göre, bu, tam bir “adalet mantığıyla” yapılıyormuş, meslek eğitimi görme gibi işsizlere verilen “ek haklar” ile “iş arama zorunluluğu” arasında yapılan bir “dengenin” sağlanmasıymış.

Ülkede sosyal öfke patlarken, Emmanuel Macron’un yeni istihdam bilançosu, işsizlik oranının yüzde 9.2 ile 9.1 oranında kalmasıyla, hiç parlak değilken, işsizler böylesi bir şekilde 1 numaralı düşman ilan edilmekten artık usanmışlar.

Tüm bu darbeler İşsizler Derneği Apeis Sorumlusu Malika Zediri’yi çileden çıkartıyor; “Utanç verici! Son yapılan araştırmalar işsizlerin daha fazla denetime maruz kalmalarının istihdamda olumlu sonuç doğurmadığını kanıtlıyor. İşsizlik kasası Unedic’te yapılması planlanan 4 milyarlık tasarrufun tamamen servet vergisinin iptal edilmesi ile giden miktara tekabül etmesi beni öfkelendiriyor. Emmanuel Macron bize çok pahalıya patlıyor”.

(Çeviren: Deniz Uztopal)


MANŞ DENİZİ’NDEKİ SÖZDE MÜLTECİ ‘KRİZİ’ İNGİLTERE’NİN İKİ YÜZLÜLÜĞÜNÜN HİKAYESİ

Afua HIRSCH
The Guardian

(…) İngiltere İçişleri Bakanı Sajid Javid, Güney Afrika’da geceliği 800 sterlin olan lüks safari tatilini kısa kesti ve bize İngiltere’nin ciddi bir krizle karşı karşıya olduğu mesajını verdi ve Noel tatilinde muhafazakar (Parti iktidarı) hayaleti olarak karşımıza çıktı.

Bu tarz duyarlılığı gerektiren bir çok mesele vardı aslında. Bu sene Noel tatilini atlatabilmek için daha fazla insan gıda yardımına muhtaç kaldı, bunların yarısı çocuktu. 130 binden fazla çocuk Noel’de evsizdi, ve ailelere uygun olmayan geçici konutta ya da pansiyonda kalmak zorundalardı. Neredeyse her gün bir kadın aile içi şiddet cinayetine kurban gidiyor ya da intihar ediyor, ve aile içi şiddet genelde Noel dönemi hızla yükseliyor.

Fakat bunlar kriz olmak için yeterince ciddi değil. Bu ayrıcalık Noel günü Manş Denizi’ni aşmaya çalışan beş ufak gemide zor durumda olan 40 mülteci için geçerli; onlar İngiltere’de iltica edip sığınmayı hak ettiklerini göstermeyi umuyorlardı. Bu ufak bir detay değil, sığınma talebi onların yasal hakkı. Bir ülkeye vardığında iltica etmek, bu insanların uluslararası yasal hakkı. Fakat bu gerçek, Javid’i etkilemedi, o kendince bu sığınmacıların statüsünü zaten belirlemişti. onlar “yasa dışı” mülteci.

Britanya için uluslararası mülteci hukukundan çekilmek kendimize yakıştırmayacağımız bir şey değil aslında, fakat mülteciler için hayatı dayanılmaz hale getirmek için birçok adım atan hükümet bu adımı henüz atmadı.

Javid’in bahsettiği ‘kriz’ kasım ayından bu yana Manş Denizi’ni aşmaya çalışan 220 kişiyle ilgili. Önerdiği tepki, iki donanma gemisini konuşlandırmak ve Fransa’dan geçişi zorlaştıran adımlar istemek.

‘KRİZ’İN ÜÇ SEBEBİ

Bu atılan adımın herhangi bir sorunu çözmek değil sadece aşırı sağcı ve mülteci düşmanlarını yatıştırmayı amaçlayan bir düzenleme olduğunu hissettiren en az 3 sebep var. Birincisi bu ‘kriz’ kasımda başladı ve (Sajid’in) neden Noel tatilinde böyle dramatik bir müdahaleye ihtiyaç duyduğu belli değil.

İkincisi, Fransa tarafından daha sert bir müdahalenin durumu düzelteceği fikrinin gerçeklikle hiçbir alakası yok. Az da olsa Manş Denizi’ni gemilerle geçmeye çalışanların sayısında bir yükseliş olmasının sebebi son haftalarda Fransa’da mültecilerin koşullarının daha zorlaşması. Üçüncüsü, 2014’den beri  -çoğu Suriye, Afganistan ve Iraklı olan- 1.8 milyon mülteciyle ilgilenen AB’li göçmenlik uzmanları, acımasız polis müdahalesi, güvenlik ve teftişin mültecilerin Avrupa’ya gelişini engellemediğini ama bu koşulların gelmeye çalışan mültecilerin ölme ihtimalini yükselttiği konusunda hem fikirler.

GÖÇMEN DEĞİL IRKÇILIK KRİZİ

Doğrusu İngiltere’nin mültecilere karşı tutumunun mantıkla pek alakası yok, daha çok yüz yıllara dayanan kültürel düşmanlık. Brexit ve imparatorluğun sonu hakkında yazılan yeni bir kitapta, ‘Rule Britannia’ adlı 1893’de basılan bir dergide göçmenler ve yabancılar için şöyle yazıyor:  (göçmenler ve yabancılar) “düzenbaz, kadınsı, dinsiz, ahlaksız, kirli ve hastalıklı. Herhangi bir İngiliz adam yedi yabancıya bedel”

(...)1948’de Karayipler’den bir kaç yüz kişinin (Windrush neslinin) gelmesi ülke çapında bir vicdan muhasebesine yol acımıştı, hatta o zaman Başbakan Clement Attlee gemiyi Doğu Afrika’ya göndermeyi bile düşünmüştü. Diğer yandan 200 bin Polonyalı göçmene önceki sene (1947’de) vatandaşlık verme kararı neredeyse hiç fark edilmemişti bile.

Son yıllarda Polonyalıların yeniden canlanan yabancı nefretine dahil edilmesinden tabii ki hiç haz almıyorum. Hatırlatmakta fayda var sözde ‘krizin’ gerçekleştiği Dover bölgesinde milletvekili olan Muhafazakar Charlie Elphike, faşizme karşı eylem yapanları Neonazilerle eş değerde tutmuştu ve Ortadoğulu insanları “deve şoförlerinin oğulları” olarak tarif eden bir Muhafazakar encümen üyesini savunmuştu.

Bunların hiçbirinin tabi ki göçmenler ve mültecilerle alakası yok. Bu mesele bizimle ilgili,  bizim iki yüzlülüğümüzle ilgili. İngiliz imparatorluğunu kutlamak için bayraklar asarken aynı zamanda Windrush göçmenlerini sınır dışı ediyorduk. Noel ağaçları hâlâ gözlerimizi kamaştırırken mültecileri canavarlaştırıyoruz. Bu Noel hikayesini çocuklarımıza anlatmalıyız ki büyüyünce aynı hataya düşmesinler.

(Çeviren: Çınar Altun)


HER YERDEN YABANCI DÜŞMANLIĞI FIŞKIRIYOR

Matthias DROBINSKI
Süddeutsche Zeitung

(Almanya'nın) Ruhr Bölgesi’nde bir adam, yabancılardan nefret ettiği için arabasını bilinçli olarak yılbaşı kutlaması yapan insanların üzerine sürüyor. Amberg’deki kutlama sırasında ise dört mülteci önlerine çıkanı dövüyorlar. İki saldırının birbiriyle direkt ilişkisi yok ve ikisi de lanetlenmek zorunda.

Bottrop ve Amberg’deki kurbanlar açısından yaralanmalarına yol açan saldırının nedeni pek önemli değil. Amberg’deki saldırı, Bottrop’taki saldırıyı önemsizleştirmiyor, Bottrop’taki saldırı da Amberg’dekini: Birinde mülteciler saldırdı, diğerinde mültecilere saldırıldı.

Olaylara verilen tepkinin farklılığı ise iki olayı karşılaştırmamızı zorunlu kılıyor. Amberg’deki olayın ardından Federal İçişleri Bakanı Seehofer, şiddet uygulayan mültecilerin hemen sınır dışı edilmesi gerektiğini ifade etti. Eğer yasalar buna izin vermiyorsa değiştirilmeleri zorunluydu. Olay hemen politikleştirildi, Müslüman, genç erkek mültecilerin şiddet eğilimi üzerine yeni bir örnek olarak haneye yazıldı. 

Bottrop’taki olay ise, 50 yaşındaki Alman saldırganın aşırı sağ çevrelerle direkt ilişkisi olmadığı, psikolojik problemlerle boğuştuğu bu nedenle bireysel bir suç işlediği belirtilerek kamuoyuna politika dışı bir olay olarak yansıtıldı. İçişleri Bakanı Seehofer de Bottrop’taki saldırıdan tabi ki etkilenmişti, bu tür olaylara karşı sert cezalar verilmesinden yanaydı ama böylesi bireysel işlenen şiddet suçlarında nasıl bir ceza verilmesi gerektiği konusunda kafası açık değildi.

AŞIRI SAĞCI ŞİDDET POLİTİKA DIŞI GÖSTERİLİYOR

Bu tavır aşırı sağ şiddetin politika dışı gösterilmesinden başka bir şey değil. Bottrop’taki ‘cinnet saldırısı’ politik nedenlerle yapılan bir saldırıydı ve hiç de bireysel değildi. Federal Hükümet daha haziran ayında, 3 Ekim 1990’dan bu yana 76 kişinin aşırı sağ saldırılar sonucu öldürüldüğünü açıkladı. Bazı çevreler bu sayının 150 olduğu görüşünde. Federal Almanya tarihinde şimdiye kadar bu kadar çok politik nedenli öldürme olayı yaşanmadı. Ama hâlâ da aşırı sağ saldırılar politik nedenlerle değil de bireysel işlenmiş suç olarak değerlendiriliyor. Sanki bir şenlikte iki serserinin karşılaşıp kavga etmesi, gibi batakhanede işlenen suçmuş gibi görülüyor.

Saldırganın ırkçı olduğu açık olsa bile kamuoyunda bahaneler üretiliyor, ırkçılıktan, yabancı düşmanlığından söz edilmiyor, yerine yabancı korkusu, yabancıların çokluğu gibi olayı makul göstermeyi hedefleyen açıklamalar yapılıyor. Yabancılardan kaynaklanan şiddet olaylarında ise olay politikleştirilip, mülteci ve göçmenlerin topluma uymak istememesinden, batılı değerlerin reddedilmesinden söz edilerek bir kez daha ön yargılar kışkırtılıyor.

Amberg’deki olay da politik değerlendirme dışı bırakılabilirdi. Polis sarhoş gençlerin ne yaptıklarını bilmez halde sağa, sola saldırdıkları açıklamasını yapabilirdi. Ama yapmadı. Mülteci gençlerin içinde şiddet eğilimli olanların varlığı vurgulandı, sorun sadece gençlik sorunu gibi değerlendirilmedi.

Bottrop’taki saldırı da böyle değerlendirilmek zorunda. O da politik nedenlerle yapıldı. Saldırgan bir alanda toplanıp yılbaşı kutlayan, tek suçları yabancı olmak olan, insanlara, bilinçli olarak saldırdı. Maalesef bu ülkede hâlâ her delikten yabancı düşmanlığı fışkırıyor.  Aşırı sağ saldırganlar da halkın duygularına tercüman oldukları duygusuyla harekete geçip şiddet uyguluyorlar.  Federal İçişleri Bakanı Seehofer’in bu konuya da dikkat çekmesi doğru ve iyi olurdu!

Mülteciler şiddet uygularsa olay hemen politikleştiriliyor, Bottrop’taki yabancı düşmanı saldırı ise politika dışı değerlendiriliyor. Bu hem yanlış hem tehlikeli.

(Çeviren: Semra Çelik)

 

ÖNCEKİ HABER

Fikirtepe kentsel dönüşüm mağdurlarından kampanya: Lekeye çivi çak

SONRAKİ HABER

KESK’liler yapılamayan açıklama nedeniyle cezaevine girdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa